+ All Categories
Home > Documents > Kur'an-± Ker®m ve A§±klamal± Meali - Suat Y±ld±r±m

Kur'an-± Ker®m ve A§±klamal± Meali - Suat Y±ld±r±m

Date post: 11-Sep-2021
Category:
Upload: others
View: 13 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
2517
Transcript
Kur'an- Kerîm ve Açklamal MealiAÇIKLAMALI MEAL
Ali Ünal
v. 1.0
ÇNDEKLER Takdim: Kur’ân- Kerîm ve Meali Üzerine / M. Fethullah Gülen Bu Meal Çalmas Hakknda Önsöz: Kur’ân: Tarifi, Kayda Geçirilip Korunmas, Üslbu Ve Kur’ân’ Anlamak Kur'an- Kerim Srasna Göre Sûreler Alfabetik Sraya Göre Sûreler Nüzûl Srasna Göre Sûreler Mekkî ve Medeni Olularna Göre Sûreler Cüzler Sayfaya Numaralar Ekler Sözlükçeler
(Baz) Esmâü'l-Hüsnâ simler Sözlüü
Hatim Duas El - ihtitam Duraklama aretleri
Kur'an- Kerîm Srasna Göre Sûreler 1. Fâtiha Sûresi 2. Bakara Sûresi 3. Âl-i mrân Sûresi 4. Nisâ Sûresi 5. Mâide Sûresi 6. En’âm Sûresi 7. A’râf Sûresi 8. Enfâl Sûresi 9. Tevbe Sûresi
10. Yûnus Sûresi 11. Hûd Sûresi 12. Yûsuf Sûresi 13. Ra’d Sûresi 14. brahim Sûresi 15. Hicr Sûresi 16. Nahl Sûresi 17. srâ Sûresi 18. Kehf Sûresi 19. Meryem Sûresi 20. Tâ-Hâ Sûresi 21. Enbiyâ Sûresi 22. Hac Sûresi 23. Mü’minûn Sûresi 24. Nûr Sûresi
25. Furkân Sûresi 26. uarâ Sûresi 27. Neml Sûresi 28. Kasas Sûresi 29. Ankebût Sûresi 30. Rûm Sûresi 31. Lokman Sûresi 32. Secde Sûresi 33. Ahzâb Sûresi 34. Sebe’ Sûresi 35. Fâtr Sûresi 36. Yâsîn Sûresi 37. Sâffât Sûresi 38. Sâd Sûresi 39. Zümer Sûresi 40. Mü’min Sûresi 41. Fussilet Sûresi 42. ûrâ Sûresi 43. Zuhruf Sûresi 44. Duhân Sûresi 45. Câsiye Sûresi 46. Ahkâf Sûresi 47. Muhammed Sûresi 48. Fetih Sûresi 49. Hucurât Sûresi 50. Kâf Sûresi 51. Zâriyât Sûresi
52. Tûr Sûresi 53. Necm Sûresi 54. Kamer Sûresi 55. Rahmân Sûresi 56. Vâk’a Sûresi 57. Hadîd Sûresi 58. Mücâdele Sûresi 59. Hair Sûresi 60. Mümtehine Sûresi 61. Saff Sûresi 62. Cum’a Sûresi 63. Münâfikûn Sûresi 64. Teâbun Sûresi 65. Talâk Sûresi 66. Tahrîm Sûresi 67. Mülk Sûresi 68. Kalem Sûresi 69. Hâkka Sûresi 70. Meâric Sûresi 71. Nûh Sûresi 72. Cin Sûresi 73. Müzzemmil Sûresi 74. Müddessir Sûresi 75. Kyâmet Sûresi 76. nsan Sûresi 77. Mürselât Sûresi 78. Nebe’ Sûresi
79. Nâziât Sûresi 80. Abese Sûresi 81. Tekvîr Sûresi 82. nfitâr Sûresi 83. Mutaffifîn Sûresi 84. nikâk Sûresi 85. Burûc Sûresi 86. Târk Sûresi 87. A’lâ Sûresi 88. Gâiye Sûresi 89. Fecr Sûresi 90. Beled Sûresi 91. ems Sûresi 92. Leyl Sûresi 93. Duhâ Sûresi 94. nirâh Sûresi 95. Tîn Sûresi 96. Alak Sûresi 97. Kadir Sûresi 98. Beyyine Sûresi 99. Zilzâl Sûresi
100. Âdiyât Sûresi 101. Kâria Sûresi 102. Tekâsür Sûresi 103. Asr Sûresi 104. Hümeze Sûresi 105. Fil Sûresi
106. Kurey Sûresi 107. Mâûn Sûresi 108. Kevser Sûresi 109. Kâfirûn Sûresi 110. Nasr Sûresi 111. Tebbet Sûresi 112. hlâs Sûresi 113. Felâk Sûresi 114. Nâs Sûresi
EKLER 1. Kitab-I Mukaddes’te Hz. Muhammed (s.a.s) 2. slâm, Sava Ve slâm’n Ana Yayl Dinamikleri 3. slâm Ve Sava Konusunda Ek Notlar 4. slâm’da Kadnn Statüsü 5. Halk Arasnda Hz. Muhammed (s.a.s) 6. Allah Rasûlü’nü Tanmak Ve O’nun Büyüklüü 7. Kur’ân-I Kerim’in Baz Mucizevî Yanlar Ve Meydan
Okumas 8. Bütün Hayrlar Allah’tan Olup, erri Kazanan se nsandr 9. Allah’n Varl, Birlii Ve Buna nanmak
10. Bir Bal Arsnn Hayat 11. Çeitli Yönleriyle Miraç Hadisesi 12. Kyamet Ve Âhiret 13. Ruh: Varl, Mahiyeti Ve Varlnn Delilleri 14. slâm: Kâinatn Ve nsanln ‘Din’i, Allah’n Bütün
Varl, nsanl Üzerinde Yaratt Ftrat 15. nsann Yüklendii Emanet
KUR’ÂN-I KERM ve MEÂL ÜZERNE M. Fethullah Gülen
Kur’ân, Allah’n, en son peygamberi vastasyla insanla mucize derinlikli ve ei benzeri olmayan bir mesajdr. Allah bu mesajyla, son bir kez daha insanoluna kestirmeden rzasna ulatran ehrah göstermi; zât, sfât ve esmâsn ifade etmi; doru ekilde bilinip tannmasn, iman edilip ubûdiyette bulunulmasn, herhangi bir yanl anlamaya meydan vermeyecek netlikte açk-seçik ortaya koymu; mü’minlerin vazife ve sorumluluklar üzerinde durmu, mücazât ve mükâfat vaad ü vaîdiyle gönülleri ahlandrm ve ruhlarda ürperti hâsl etmi; dahas, onu bize bir ekmeliyet, bir etemmiyet remzi ve bir rza yörüngesi olarak sunmu, sunarken de tenezzül dalga boylu bu armaanyla bize, kimseye nasip olmayan/olmayacak olan en büyük bir iltifatta bulunmutur. Kur’ân, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’a (aleyhi ekmelüttehâyâ) bahedilen yüzlerce mucizenin en parla ve kalc olandr. O, ifadesi, üslûbu, beyan tarz açsndan bir harikalar mecmuas olduu gibi içtimaî disiplinleri, hukukî kurallar, terbiye ile alâkal kaideleri, insan, varlk ve kâinat hakkndaki yorumlar; hemen bütün ilimlerin esaslarna iaret, remiz ve îma, hatta bazen tasrih ölçüsünde temaslar; idarî, iktisadî, siyasî, kültürel problemleri çözmedeki alternatif yöntemleriyle her zaman herkesin bavurma mecburiyetinde olduu/olaca bitip tükenme bilmeyen dupduru bir kaynak, en karmak ve en bulank dönemlerin dahi bulandramayaca kadar engin bir ummandr.
Kur’ân’n mânâ enginliini, üslûp ve ifade zenginliini, muhteva derinliini anlatma konusunda aczimi ve yetersizliimi itiraf ona saygmn gerei kabul ediyorum. Arz edilen hususlarla alâkal bugüne kadar bir hayli ey anlatld; hâlâ da anlatlyor ve gelecekte de anlatlacak.. bütün bu gayretlerin onu tanma, onu duyma, ona ve getirdiklerine inanma konusunda kâfî ve vâfî olduu açktr ve slâm nizamn da “mahiyet-i nefsü’l-emriye”siyle aksettirdiinde üphe yoktur. Ancak, insan, kâinat ve ulûhiyet hakikatinin beyan atlas saylan engin bir muhtevann bütünüyle ifade edildiini iddia da doru deildir. Semavî ve lâhûtî olan bir beyan beer idrakiyle ne kadar seslendirilebiliyorsa, onun da ite o kadar dile getirildii bir gerçektir. Bu itibarla, ne bizim ne de bakalarnn, bu koskocaman atlas, fihrist ölçüsündeki bir çerçevede ifade etmemiz mümkün olmasa gerek. Ne var ki, böyle hayatî bir konunun, ne ifade zaafiyetimiz bahanesine ne de beyan gücümüzün yetersizliine balanarak ona kar lakayt kalnmas veya ihmal edilmesi de doru deildir. Kur’ân’ anlamak herkesin hakk ve anlatmak da doru bilenlerin vazifesidir. Bilmeyenler her zaman onu anlama peinde olmal, bilenler de bütün idrak ve ihsas güçlerini onu doru yorumlayp doru ifade etmede kullanmal ve onun anlalmasn daha bir yaygnlatrmaldrlar. Zira o, anlalmak ve anlatlmak için Allah rahmetinin insan akl ü idrakine en büyük armaandr. Onu anlamak hem bir vazife hem de bir kadirinaslk; anlatmaksa onun nuruna muhtaç gönüllere sayg ve vefann ifadesidir.
Aslnda o, bütün çalarn sesi-soluu olma liyakatiyle serfiraz bir beyan mucizesi ve meleklerin na pervane döndükleri kelâm-i ilâhînin en nurefan ifadesidir. Bu itibarla da ne menba, ne hedefi, ne ilk temsilcisi/temsilcileri ne de
sinelerde brakt tesir açsndan lâkayt kalnacak bir kitap deildir. O konuurken melekler sükût murakabesine dalm, rûhânîler secdeye kapanm, cinler onun sesine soluuna büyülenerek onunla tanmak için çöllere dümülerdir.
Kur’ân, tekvînî emirlerin beyan ve izah, teriî kural ve kaidelerin de en salam ve deimez kaynadr. O, varlk, kâinat ve insan doru okuyup deerlendirmede en salam kriterleri ihtiva eden öyle muhkem bir kitaptr ki, onun ferdî, ailevî, içtimaî ve terbiyevî çözemeyecei bir problem yoktur ve bu hususiyetiyle de o, her eyi sebepleriyle, sonuçlaryla görüp bilen bir Zât’n kuatan ilminden geldiini haykrmaktadr. O, bu bütüncül bak ve ihata eden engin ifade ve üslûbunun yannda, muhteva ve mânâ genilii, beyan incelii, herkesin ilim ufkuna göre açlma sihri ve ruhlara nüfuzu sayesinde öyle bir güce sahiptir ki, ön yargsz olmalar artyla ulaabildii herkesi büyülemi ve balarn döndürmütür. Dostlar onu taklit evkiyle, dümanlar onun sesini kesme hncyla yllar ve yllar boyu ayn malzemeyi kullanm, ayn konular seslendirmeye çalmlardr ama kat’iyen onun üslûbunu yakalayamam ve o enginlikte bir beyan ortaya koyamamlardr: fadeler sun’îlii aamam, söz sarraflarnn takdir ufkuna ulaamam ve hele asla gönüllerde kalc, yönlendirici bir tesir uyaramamtr.
Onda yerine göre ayr ayr, yerine göre iç içe konular arasnda öyle ince bir tenasüp ve müzikal bir ahenk vardr ki, birbirinden çok uzak gibi görünen hususlar arasnda bile insan az bir teemmülle birkaç iltisak noktasn birden yakalayabilir. O hemen her zaman hiçbir edip ve söz üstadnn ulaamayaca bir beyan sultanl sergiler ve bütün bütün insafsz olmayan muhataplarna mutlaka bir eyler hissettirir;
hissettirir ve onlar idrak ufuklarnn ötesinde daha derin mülâhazalara sevk eder. Bir de bu müteessir ruhlar insaf edip kendilerini bu Rabbanî ifade çalayanna salverdi mi, gayr onun dnda duyup dinledikleri söz eklindeki bütün ifadeler birdenbire âdeta hrltya dönüüverir.
Her eyden evvel o, kuatan bir ilimden gelmi, insan, tabiat ve bütün kâinatlarn mânâ, mazmun, gaye-i hilkat ve hikmet-i vücutlarnn dili, tercüman olmann yannda muhataplarnn da farkl derinliklerine birden seslenmektedir: O, akla bir eyler söylerken, gönle onun anlayaca bir dille seslenmeyi ihmal etmez; uura bir eyler duyurduunda, hisleri nasipsiz brakmaz; muhakeme ve mantkla konutuunda da ruhtan iltifatn esirgemez. Zâhir-bâtn her latîfe ve hâsse ondan hissesini alr ve bunlar arasnda ne bir mahrumiyet ne de çeliki söz konusu olmaz. stidatlar ölçüsünde paylarlar bu semavî mâideyi ve bir ahenk zemzemesi yaarlar kendi aralarnda.
Gerçi hemen bütün ilâhî beyanlarda, hususiyle de beerî mülâhazalar dediimiz erh ve hâiyelerin asl metinler içine karmad dönemler itibaryla, ayn bütüncül bak ve ayn kucaklayclk söz konusudur ama Kur’ân’da Muhammedî (sallallahu aleyhi ve sellem) ruh ve mânânn câmiiyeti derinliinde bir ihata ve fâikiyet bulunduu da açktr; açktr ve ondaki câmiiyet ve muhtevaya denk mükemmeliyette semavî ve gayri semavî herhangi bir kitap göstermek de mümkün deildir. nsan, kâinat ve ulûhiyet hakikatlerini bu vüs’atte, vüs’ati içinde bu incelikte ele alan ve kendine has terkib ü tahlil (sentez ve analiz) sistemleriyle yorumlayp ortaya koyan bir baka kitap yoktur dersek mübalâa etmi saylmayz.
Onun ele ald konularn hemen hepsi, açk olan açk, mücmel ve müteâbih olanlar da Sahib-i eriat’n beyanna veya bir ksm mülhemûnun ilhamlarna emanet pek çok lâhûtî ve kevnî hakikatlerin en zengin hazinesi mesabesindedir. O, arz ettii veya tahlile tâbi tuttuu konulardan hiçbirini içinden çklmaz hâle getirmez; usule taalluk eden mevzular açk ve net olarak ortaya koyar; teemmül, tefekkür ve tedebbür isteyen hususlarda tetkik u tahkiki yeler; Allah’a yönelme imasnda bulunur ve uluorta herkesin üstesinden gelemeyecei konularn altna girilmesini de tasvip etmez. O, üzerine eildikçe kalblerde, kafalarda – teemmül derinliine göre– lambalar her an daha bir artan sihirli bir avize gibi deiik tecelli dalga boyunda yeni yeni inkiaflara vesile olarak insann zâhir ve bâtn duygularna çeit çeit ilâhî armaanlar sunar. Vâridât cotukça coar; çiselemeler saanaa dönüür ve bitmez mevhibeleri, tükenmez güzellikleri ve prl prl klaryla mütefekkir mütalâaclarna iç içe ölenler yaatr.
Anlayanlar ancak onda anlarlar varl, kâinatlarn arka plânn, insan ve onun kalb ve ruh enginliini; onun aydnlk dünyasnda kefederler doru düünmeyi ve tefekkürün hakikî kaynaklarn ve kurtulurlar yanlma fasit dairelerinden, ihtimallere hüküm bina etmekten. Hazreti “Allâmü’l- Guyûb”dan gelen bu mucize beyann dnda yanlmayan ve ihtimallere emanet edilmeyen hiçbir bilgi kayna yoktur. Kur’ân’dr ki her eyi açk, net ve doru olarak vaz’eder; yanlmaya açk hususlarn ve teemmüle emanet boluklarn doldurulmasndaki hatalar da bizim idraklerimize verir. Bu açdan da onu doru anlamak, doru yorumlamak bizim için bir vazife olduu gibi ona kar da bir vefa borcudur. Böyle bir borç ve vazife de, ilim, irfan ve ilhamlarn snrll
çerçevesinde her müstaid ve donanml ferdin müktesebat ve Hakk’a müteveccih yaamasna vâbestedir. Her istidatl gönül, samimiyet ve Hakk’a teveccühünü ortaya koyarak “Allah rzas ve hakikatin vuzuh ve inkiaf” der yürür o bahr- i bîpâyânn derinliklerine doru. Sahib-i eriat rehberi, muhkemât elinden düürmedii feneri ve selef-i salihîn de klavuzlar, yürür tedebbürle, temkinle, teemmülle ve nefsânîliine taklmadan o sonsuz ufuk cânibine.. böyle derûnîlerde hata nispeti az olur; onlarn murad- ilâhiyi yakalama yolundaki gayretleri özel teveccühlerle mükâfatlandrlr ve bunlarn Kur’ân- Kerim adna ortaya koyduklar tefsir ve te’viller de Kur’ân farkllnn bir renk ve deseni hâline gelir.
Aksine yarm-yamalak Arapça ile ve sözlüklerin dar atmosferinde Kur’ân’ kendi endam ve ulviyetine uygun seslendirmenin mümkün olamayaca bir yana, böyle bir teebbüs o semavî ifade âbidesine kar da apaçk bir saygszlktr. O, usulüne uygun olarak bir dilden bir dile aktarlmal; öyle-böyle tefsirle alâkal her ey çok iyi bilinmeli ve her yorum “ulûm-u âliye-i islâmiye”ye test ettirilerek ortaya konmaldr. Bize düen, “Onu, tercüme ile herkesin istifadesine sunuyorum.” diye onca geniliine ramen lâhî Kelâm’ kendi idrak ve ifade ufkumuza göre daraltmamaktr.
Aslnda onu, bir tefsir, bir te’vil veya geni bir meâlle herkese duyurma bu iin uzmanlar için bir vazife; ona kar kadirinas ve saygl olmann da gereidir. Ancak, salam bir dil bilgisine, belâgat kurallarna; tefsir, hadis ve fkh usulü… gibi ilim dallarna vâkf olmadan böyle bir eye teebbüsün de haddini bilmezlik olduu açktr. O, bir roman tercüme
ediyor gibi tercüme edilemez; kald ki öyle basit bir konuda bile uzmanlk aranr.
imdi iyi bir meâle doru iz sürerken, “tercüme” neye derler, “tefsir” ne demektir, “te’vil” ne mânâya gelir, ksaca bunlara bir göz atalm:
Tercüme; herhangi bir metni veya sözü, hususiyetlerini koruyarak bir dilden baka bir dile çevirmeye denir. Çeviri bazen, hiçbir kelimenin mânâs atlanmadan kelime dizileri, terkipler ve terkipler aras gözetilmi hususiyetler aynyla dier dile aktarma –aktarlabiliyorsa– eklinde olur ki, buna “tam tercüme” denmesine karlk; bazen de ya sadece kelimelerin çevirisi yaplr veya münhasran muhteva aksettirilir ki, bu da eksik bir çeviridir.
Günümüzde belli ölçüde de olsa otomatik tercüme sisteminin gelitii de söylenebilir; ama bu mevcut teknolojiyle, hatta daha seviyelisiyle dahi, engin muhteval ve edebî derinlikleri olan eserleri bir dilden dierine, hem de muhtevadaki bütün hususiyetleri ortaya koyarak tercüme etmek çok zordur.. hele bu, Allah kelâm ve açlm da büyük ölçüde zamana, ilhama ve artlara emanetse... Bizim gibi sradan insanlarn bile biraz düzgünce kaleme alnm eserlerinin tam tercüme edilemeyecei söz konusu olabiliyorsa, Kur’ân- Kerim gibi harika ve fevkalâde derinlikleri bulunan muhteem bir beyan âbidesinin bir mânâda “atmasyon” da diyebileceimiz tercüme ile seslendirilmesi mümkün olmasa gerek.
slâm ulemasnn pek çou –bunlarn içinde Bediüzzaman gibi kimseler de vardr– yukardaki hususlar muvacehesinde Kur’ân- Kerim’in tercüme edilemeyecei kanaatindedirler.
Bazlar da konuya yukarda iaret edilen esaslara riayet çerçevesinde ihtiyatl fakat biraz daha yumuak yaklarlar.
Merhum Allâme Hamdi Yazr’a göre, asln mânâsna uygun olmas için, sarahattedelâlette, icmalde-tafsilde, umumda-hususta, tlakta-takyidde, kuvvette-isabette, hüsn-ü edâda-üslûb-u beyanda tercüme, orijinal metne müsâvi ve denk olmaldr. Aksine bu çerçevede gerçekletirilemeyen bir çeviri tam bir tercüme deil, eksik bir aktarmadr. Bu itibarla da, edibâne bir üslûpla ifade edilmi herhangi bir nesir veya nazm, o ölçüde gelimi bir dile –her iki dilin de inceliklerinin bilinmesi artyla– çeviri mümkün olsa da, hem akla, hem kalbe, hem ruha, hem de bütün hissiyata birden hitap eden ve iç içe bediî incelikleri hâiz bulunan, olabildiine canl ve her zaman revnakdar bir eserin tam tercümesinin kabil olduunu söylemek çok zor olsa gerek. Hele bu eser Allah’a ait, zaman ve mekân üstü derinlikleri bulunan ve bütün çalara birden seslenen akn bir beyan âbidesi ise.. evet Kur’ân, Üstad Bediüzzaman’n ifadesiyle, varlk kitabnn ilâhî bir tercümesi; tekvînî emirlerin sesi-soluu; eyâ ve hâdiseler çerçevesinde farkl dillerin hak söyleyen tercüman; dünya ve ukbânn apaçk dilli müfessiri; göklerde ve yerde gizli ilâhî isimler hazinesinin keâf; her eyin arka plânndaki esrarn srl anahtar; öteler ve öteler ötesinin bu âlemde mütecellî fasih lisan; o prl prl hâliyle slâmiyet âlem-i mânevîsinin günei, temeli, hendesesi; âhiret âlemlerinin her eyi gayet açk çizgileriyle ortaya koyan mukaddes haritas; Cenâb- Hakk’n zât, sfât, esmâ ve bütün muallâ e’nlerinin sesi-sözü ve en vâzh tefsiri, en kat’î beyan; topyekün insanlk âleminin yanltmayan biricik mürebbisî; var olduu günden beri slâm âleminin havas, suyu, ziyas ve bütün âlemlerin Rabbi, Hâlk bir Zât- Ecell ü
A’lâ’nn kelâm, ferman, hitabdr ki, nazm ve mânâs itibaryla da pek çok derinlikleri bulunan böyle bir kitabn tercüme yoluyla baka bir dile aktarlmas mümkün olmasa gerek...
Böyle bir yaklam, Kur’ân- Kerim asla anlalmaz eklinde de yorumlanmamaldr; zira her eyden evvel o, anlalmak ve yaanmak için insanla gönderilmi bir kitaptr. Ancak onda öyle derin ve çok mânâl elfaz, öyle çok katmanl bir muhteva vardr ki, teker teker kelimeler anlalsa ve terkiplerden bir eyler hissedilse de, kat’iyen tercümeye strlamayan pek çok ibare edal, iaret eksenli, iktiza televvünlü ve delâlet derinlikli hakikatlerin açkta kald müahede edilecektir.
Aslnda fakir, Kur’ân’ insafla nazar- itibara alabilen her insaf ehlinin bu hususlar görüp duyabilecei, duyup ürperecei ve onun basit bir tercümeye emanet edilemeyecek kadar aziz ve akn olduunu itiraf edecei kanaatindeyim. Bu itibarla da denebilir ki, tercüme dediimiz ey, mütercimin bilgisi, mârifeti, idrak ufku ve istidad ölçüsünde baz eyler ifade etse de, kat’iyen Kur’ân’ bütün derinlikleriyle aksettiremez; dolaysyla da hiçbir meâl, hiçbir te’vil ve hiçbir tefsire Kur’ân denemez...
TEFSR ve TE’VL: Biz hepimiz ona muhtacz ve farkl seviyelerde de olsa onu
anlama mecburiyetindeyiz. Eer onun özüne nüfuz etmek ve “mahiyet-i nefsü’l-emriyesi”ne göre anlamak, sonra da bakalarna anlatmak istiyorsak, mutlaka onu tefsir usulüne göre ilim ve hikmet erbabnn hazrlayp istifademize sunduu/sunaca geni bir tefsirde takip etmeliyiz; etmeli ve
kâinatlar geniliindeki bir muhtevay kendi bilgi, mârifet ve idrak darlmzla daraltmamalyz.
Tefsir, bir metin ve sözün muhtevasn tam aksettirebilme gayretiyle ortaya konan yorum; Kur’ân- Kerim’e bakan yönüyle dilbilgisi, belâgat kurallar, âri’in tavzihi, saff- evveli tekil edenlerin anlaylar ve bunlarn yannda akl nuru ve kalb ziyas da ihmal edilmeden ilâhî beyann yorumlanmas demektir ki, imdiye kadar yaplan tefsirlerin pek çounda bu esaslara riayet edildii söylenebilir. Ne var ki, yukardaki hususlardan bazlarnn öne çkmasyla da tefsir farkl unvanlarla anlr: Efendimiz’in söz, beyan ve deiik anlatm yollaryla ortaya koyduu yorum ve tavzihlerin yannda, o gün konuulan dili iyi ve doru anlayan sahabe-i kiram efendilerimizin mütalâa ve mülâhazalarna dayanan tefsire “rivayet tefsiri”; bu hususlarn dnda, dil, edebiyat ve daha farkl ilim dallarndan da dorudan doruya veya dolayl yollarla istifade edilerek ortaya konan yorumlara da “dirayet tefsiri” –frsat el verirse bu konuya yine dönebiliriz– denir.
Balangçta Kur’ân- Kerim yine Kur’ân’la, ikinci derecede de Sünnet’le tefsir ediliyordu. Onun yorumlanmasnda, Efendimiz’in her konuyla alâkal açklamalar, her zaman müracaat edilecek en güvenilir kaynaklard ve ashab- kiram efendilerimiz de bu “menhelü’l- azbi’l-mevrûd”u çok iyi deerlendiriyorlard. Aslnda onlar büyük çounluu itibaryla kendi dillerinin inceliklerini iyi biliyorlard ve takldklar çok fazla ey de olmuyordu. Açklanmasna gerek duyulan eylerin çou da ya vahy-i metlüvle beraber Sahib-i eriat tarafndan ifade buyuruluyor veya onlarn sorularna cevap sadedinde yine ondan erefsudur oluyordu.
Zamanla, bu mevzuda vârid olan bütün beyanlar, tavzihler, tefsirler bir araya getirilerek geni geni müdevvenler oluturuldu ki, böyle bir gayretin esas ta baz sahabe efendilerimize gidip dayanmaktadr. Tâbiûn döneminde bu tür faaliyetler daha da genileyerek sürdürüldü ve sonraki asrlara oldukça ciddî bir miras intikal etti. Milâdî onuncu asrdan sonra Muhammed bn-i Cerir et-Taberî gibi muhakkikîn tarafndan bu miras çok iyi deerlendirildi ve koca koca müdevvenler meydana getirildi. te, Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) rivayet edilenlerin yannda, sahabe ve tâbiûndan hatta tebe-i tâbiînden nakledilen hadis ve eserlerin mecmuundan meydana gelmi bu tür külliyat daha sonrakiler için hep salam bir kaynak tekil etmitir.
bn-i Cerir et-Taberî’den sonra ayn zamanda iyi bir dil üstad da olan Mu’tezile bilgini Zemaherî Keâf ismindeki tefsiriyle dirayet tefsircilerinin öncülerinden saylr. Fahreddin Râzî’nin Mefâtîhü’l-Gayb nam tefsiri sünnî tefsir düüncesinin en güçlü seslerindendir ve bu gelenein önemli bir temsilcisi kabul edilir. Beyzâvî’nin Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t- Te’vîl’i tefsir silsilesinin ehemmiyetli halkalarndandr ve Zemaherî’nin i’tizâlî mülâhazalarna cevaplar ihtiva etmesi açsndan da ayr bir önemi hâizdir.
Daha sonralar ise, rivayet ve dirayet tefsirlerinin yannda tasavvuf ve fkh çizgisinde de bir hayli eser ortaya konmutur. Ebu’l-Leys es-Semerkandî, Beavî, bn Kesîr, Celâleddin es-Suyûtî, Ebu’s-Suûd, Kemalpaazâde, smail Hakk Bursevî, Âlûsî Badâdî, Konyal Vehbî ve Allâme Hamdi Yazr… gibi pek çok mümtaz sima bu mübarek gelenei devam ettirenlerden sadece bazlar.
Büyük çounluk itibaryla bu zevat ve emsalleri tefsir konusunda oldukça hassas davrand; Kur’ân- Kerim’deki makasd- ilâhiyeyi doru anlamak için yapmalar gereken her eyi yapt ve bu konuda insan üstü bir cehd ü gayret sarfettiler: Kur’ân- Kerim indii dönem itibaryla saff- evveli tekil eden sahabe tarafndan kelime kelimesine nasl anlald, nasl yorumland ise onlar fevkalâde bir titizlikle tesbite çalt; muhkemât esas alarak mülâhazalarn yine Kur’ân ve Sünnet-i sahîha disiplinleriyle test etti; böylece Kur’ân dümanlar tarafndan yorum ve te’vil adna ortaya atlan muzahref bilgi krntlarn ayklad ve murad- ilâhîyi doru anlayabilmemiz için harikulâde bir sa’y ü gayret gösterdiler.
Tefsir hakknda bu umumî çerçevenin yannda Hamdi Yazr merhumun da bir ksm önemli mülâhazalar var: Ona göre, kapal bir eyi açmak ve ona vuzuh kazandrmak demek olan tefsir, Allah kelâmndan O’nun muradna uygun mânâlar çkarmak ameliyesi demektir.
Kur’ân- Kerim, nazmnn âlemümul enginlii ve ebedlere kadar herkese bir eyler anlatabilme derinliiyle hususî ve müstesna bir kitap olmas müsellem, farkl çalara, farkl milletlere ve deiik ilmî seviyedeki insanlara hitap edebilme ve muhataplarnca rahat anlalma gibi özelliklerinin yannda hafî, mükil, mücmel, müteâbih türünden derin yanlar da bulunan hikmetnüma bir beyan mecmuasdr. Bunlarn ilk üçündeki derinlik ve hafâ ehl-i ilim tarafndan ancak bilittifak vuzuha kavuturulabilir; dördüncüsündekinin ise, ilimde rüsuh bulmu, muhkemâta bal, müteabihâta açk muhakkikînin tefsir ve te’viline emanet edilmesi yelenmitir.
Evet, Kur’ân- Kerim’den hemen herkes baz eyler anlasa da onu bütün derinlikleriyle kavrayp ihata edebilmek, bu alanda gerekli donanm olan tefsir ve te’vil erbabnn iidir. Onlardr ki, hafî ve mükili anlamada hem dil kurallarn göz önünde bulundurur, hem usule riayette titizlik gösterir; ölesiye bir teemmül, tedebbür ve tefekkürle murad- ilâhîye ulamaya çalr; mücmeli yorumlamada da bütün bunlarn yannda mutlaka Sahib-i eriat’n konuyla alâkal izah ve tafsiline müracaat ederek vahy-i metlüvvü vahy-i gayri metlüvle test eder; rivayeti dirayetle ve dirayeti de rivayetle derinletirirler. Zannediyorum, tefsir tarihi boyunca hakikî müfessirler de hep böyle hareket edegelmilerdir.
Te’vile gelince; o, bir söz, bir tavr ve bir davran, bunlarn muhtemel bulunduu mânâlardan birine hamletme veya çevirme anlamna gelmektedir. Vâka bazlar te’vile, ifade ve davranlarn akln zahirine muhalif ekilde yorumlanmas da demilerdir ki, buna, görülüp duyulan bir eyi akla ilk gelenden baka ve hemen anlalmayan ma’kulâtla yorumlama demek de mümkündür. mam Ebû Mansur Maturidî’nin, tefsire, sahabe-i kiramn Kur’ân yorumu, te’vile de tâbiûn ve daha sonrakilerin mütalâa ve mülâhazalar eklinde bir yaklam da söz konusudur ki üzerinde ayrca durulmaya deer...
Aslnda “e-v-l” maddesinden gelen te’vilin, herhangi bir lâfzn muhtemel bulunduu mânâlardan birinin tercih edilip öne çkarlma mânâs itibaryla da uzak-yakn lâfzn muhtemel bulunmad mânây/mânâlar “tefsir” ve “te’vil” deyip ortaya koymak yanltr.
Ayrca herhangi bir söz ve bir beyann te’vili diye ortaya konan mânâya delâlet edecek bir iaret veya o mülâhazay
destekleyecek aklî-naklî bir karinenin bulunmas da esastr. Aksine bir karine, bir iaret ve mâkul bir emare olmadan lafzn delâlet ettii eyi görmezlikten gelerek “mecaz” ve “kinâye” deyip kelime ve cümlelere farkl mânâlar yüklemek bâtldr ve bunun bir kymet-i harbiyesi de yoktur.
Te’vilden hâsl olan eye bir mânâda meâl de denegelmitir ki, buna eksiiyle-gediiyle elfâzn muhtemel bulunduu mânâlardan bazlarnn tercihen ortaya konmas da diyebiliriz. Meâl, bir tercüme olmad gibi tam bir tefsir de deildir. Onda yer yer tefsir muhtevas içinde görmeye alk olduumuz konulara girildii de olur ama o yine kendi çerçevesinde bir meâldir.
ELNZDEK MEAL HAKKINDA: lk asrlardan günümüze, seviyeli-seviyesiz tercüme
türünden bir ksm çevirilerin yannda bir hayli de meâl ve tefsir yazld.. u anda da yazlyor.. bundan sonra da yazlmaya devam edecektir. Biz, Kur’ân ruhunun seslendirilmesi ve lâhî maksatlarn anlalmas adna gösterilen bütün samimî gayretleri alkladk ve alklyoruz. Hele bu gayret ve çabalardan, zaman ve onun özel yorumlar, içinde bulunduumuz artlar ve onlarn doru okunmas, makasd- eriat ve onlarn Kur’ân ve Sünnet-i sahîha ruhuna uygun kavranmas, telâhuk-u efkârla zenginlemi düünceler ve bu sayede her eyin daha net, daha açk görülüp sezilmesi... gibi hususlar da göz ard edilmemise/edilmiyorsa...
Bu cümleden olarak Ali Ünal beyin Kur’ân’a hizmetlerini takdirle yâd ediyor ve daha pek çok hayrl ie imza atmasn diliyoruz.
Fakir, ahsen bu kardeimizi de, hakikat ak ve ilim itiyakyla gerilmi baz simalar gibi içinde bulunduumuz ça iyi okuyanlardan ve günümüzün problemlerine çare arayanlardan biri olarak görüyorum. Günümüzde bir hayli Kur’ân okuyan, okuduu Kur’ân’da makasd- sübhâniyeyi kefe çalan var. Buna saff- evveldekilerin Kur’ân- Kerim’e bak gibi bakanlar da diyebiliriz. Ali Ünal beyin onlardan biri olduunda üphe yok. Her eyden evvel o, Kur’ân’n sesine yabanc olmayan biri.. slâmî konularda baknn düzgün olduunu rahatlkla söyleyebilirim. Ayn zamanda onu, sk sk kendisiyle yüzlemesi ve inandklarn rahatlkla dillendirmedeki cesaretiyle de bir entelektüel sayabiliriz. Ayrca dinî konularda doruya ulama azmi, istiareye önem vermesi, hata etme endiesi ve hatalarndan dönme rahatl da onun Hakk’a yakn durmasnn göstergelerindendir.
Tanyabildiim kadaryla onun, Kur’ân’n te’vil ve tefsirinde ya da geni bir meâlle Müslümanlarn istifadesine sunulmasnda “Bu iin en mükemmelini ben yaptm” gibi bir iddias olmad; aslnda hiçbir kimsenin de böyle bir iddias olmamaldr. Bu konuda onun da, ondan öncekilerin de ve daha sonrakilerin de gayretleri ve Kur’ân’a hizmetleri müktesebât, samimiyet ve Allah’n teveccüh ve inayeti ölçüsünde olmutur/olacaktr.
O da pek çok muasr te’vil ve tefsirci gibi her zamanki hnçl mütecavizlerin yannda dümanlkla oturup kalkan münafklarn yönelttikleri tenkit edal sorulara “tefsir usulü” disiplinlerine sadk kalarak cevap verme cehdi içinde olmu; isabetli cevaplar vermi; yerinde çada tefsir ve yorumlara müracaat ederek günümüzün diliyle bize bir eyler anlatm ve hep bütün samimiyetiyle Kur’ân’n yannda durmaya
çalmtr; iddiasz fakat kararl, doruyu bulmaya azimli ancak yaptklarn da tashihe açk özel duruunu hiç mi hiç taviz vermeden sürdürmeye çalmtr.
Meâlinde eski-yeni, Sünnî-iî deiik kaynaklara müracaat edildii açkça görülüyor. Ben bunu bir lüks olarak deil de herkese Allah’n söyletmi olabilecei güzel bir tahmin ve tespiti yakalama gayreti gibi görüyorum. O, “lim mü’minin yitiidir, nerede görülürse görülsün alnmaldr.” esprisinden hareketle muhkemâta tevfikan bulduu her hakikati kitabna alp herkesin istifadesine sunma peindedir.
Kur’ân- Kerim’in tefsir, te’vil ve meâlinde, bu hususlarla alâkal gerekli bilgilerin yannda, Allah’n muradn yakalama veya ona ulama mevzuunda yine O’nun tevfikat- sübhâniyesi çok önemlidir. O olmadan hiçbir ey doru kefedilemez, anlalamaz ve seslendirilemez. Bana göre Ali Ünal beyin Kur’ân’ doru anlama ve anlatma cehdi tam.. Kur’ân’a ve slâm’a yöneltilen eski-yeni itirazlara ve isnatlara kar aratrma azmi ve gayreti yerinde.. Pozitivist bir kesimin her eyi maddi tecrübe ve maddi müahedeye ircâ gayretlerine kar Allah Kelâm’na olan güven ve itimad tam mü’mince. Ancak bütün bu olumlu tavr ve davranlara gerçek anlam ve deer kazandracak da yine tevfik, yine Hakk’n özel inayeti olacaktr; biz, yazlan, çizilen ve söylenilen her eyin o inayete bal gerçeklemi olmasn dileriz.
Dünden bugüne Kur’ân- Kerim’in tefsir ve te’viliyle alâkal bir hayli kitap ortaya konduu gibi, ona ve muhtevasndaki baz hususlara yöneltilen itirazlara da tekrar ber tekrar cevaplar verildi. Bundan sonra da pek çok tefsir ve meâl yazlacak; yeni yeni itirazlara cevaplar verilecek ve bu
hep böyle sürüp gidecektir: Evet, kim bilir Kur’ân ve muhtevas etrafnda daha ne üpheler üretilecek.! bilmem daha kaç kez zihinler bulandrlmak istenecek.! o ezeli dümanmz blis, iman itibaryla henüz oturaklamam nice kimseler üzerinde akla-hayale gelmedik ne oyunlar oynayacak.! eytan, insî ve cinnî bugüne kadar ad duyulmadk ne senaryolarla insanlar batan çkaracak.. ve insanmz kendi deerleri adna kim bilir daha kaç kere tereddütlere düürecek ve sarsntlar yaatacaktr! Bunlar bugüne kadar muttasl olmutur ve olacaktr da; ama Ali Ünal bey gibi yüzlerce gayret-i diniye sahibi de bunlara kar duracak; deimeyen o yüce hakikatler mecmuasn bir kere daha açacak, bir kere daha konuturacak ve her eyden daha aziz bildikleri bu Kelâm- Kadim’in te’vil ve tefsirine koacaklardr.. evet, eytan ve avenesinin o en güçlü ifsat sistemlerine karlk “Hizbu’l-Kur’ân”n müdafaas da hep devam edip duracaktr.
te bu meâli de, bugüne kadar yaplanlar çizgisinde böyle bir cehd ü gayretin ürünü görebilirsiniz. Onda yer yer bir meâl çerçevesini aan konulara girilerek bir ksm münkirlerin yannda baz oryantalistlerin ve bunlarn tesirinde kalan baz cahil mukallitlerin ortaya attklar üphe ve tereddütlere mâkul cevaplar verilir, vicdanlarda itminan hâsl edecek doneler ortaya konur ve sk sk Kur’ân’n yenilmez gücüne göndermelerde bulunulur.
Meâlde Kur’ân’n temel unsurlarna mütemâdi telmihlerle dikkat çekilir: Tevhid, nübüvvet, hair ve ibadet, Üstad Bediüzzaman’n yaklamna ballk içinde münasebet geldikçe ele alnr ve farkl derinlikleriyle ortaya konmaya çallr. mann özü, esas ve inkiaf yollar sk sk
hatrlatld gibi, ibadetin ruh ve manâsna taalluk eden konular üzerinde de srarla durulduu görülür.
Meâl; iman, küfür, nifak ve bunlarn eski-yeni temsilcileriyle alâkal pek çou itibaryla “yeni” diyebileceimiz bir hayli bilgi sunar okuyucusuna. Onda bir tefsir çerçevesinde ele alnr Bakara konusu: srailoullar’nn tarihî sergüzetisi; harp ve sulh mevzular; Âl-i mran ve Hazreti Mesih hakikati.. kadn haklar, haram-helâl hususlar. Belli ölçüde de olsa hikmet edâl bir üslûpla seslendirilir bu meâlde Cennet, Cehennem, A’râf ve çarpk düüncelere verilen cevaplar. Kssalardaki hikmet araynda da ciddî bir cehd ve gayretin izleri müahede edilir. srâ, Miraç, Ashab- Kehf, Hazreti Musa-Hzr arkadal ve Zülkarneyn’le alâkal konular bir meâlde görmeye almadmz, tefsir edâl bir üslûpla ortaya konur.. ve âdeta bir mücellet içinde tefsir ve te’vil kitaplarnn muhtevas ifade edilmeye çallr gibi bir gayret hissedilir eserin her tarafnda.
Meâl batan sona bu mülâhazalara bal götürülse de bu hususlarn bütününü burada misallerle göstermek mümkün deildir. Ancak biz her eye ramen, son sûrelerde, bilhassa üzerinde durulan bir ksm konulardan baz örnekler vermekte fayda mülâhaza ediyoruz:
Mülk sûresinin 4. âyetinin yorumunda, Bediüzzaman üslûbuyla, u hususlar hatrlatlr: “Semalar temaa ve üzerlerinde tefekküre çaran bu âyet bize hilkatin çok geni alanl cereyanna ramen her eyin gayet mükemmel ve güzel bir sanat eseri olarak ortaya konduunu, olabildiine kolay ve külfetsiz yaratlmasna karlk fevkalâde nizam ve intizam içinde var edildiini; “birdenbire” diyeceimiz bir süratle halk edilmelerine mukabil olabildiine ölçülü yaratldklarn
ve bütün bunlarn yannda ferdiyet ve ahsiyetlerinin korunduunu ifade eder.” denilerek gönüllerimize tercüme üstü çok eyler fsldanr.
Keza, Dehr sûresinin 1. âyetinin mealine bal derkenar u hususlarn kaydedildiini görürüz: “nsan, varlk aacnn çekirdei olduu gibi ayn zamanda onun meyvesidir. Yani varlk aac bir mânâda bu çekirdekten çkmtr. Bir aaç, mânâ, muhteva, öz açsndan çekirdekte kodland gibi kâinat da insan hakikatinde kodlanmtr denebilir. Bu itibarladr ki, insan bir fihrist ölçüsünde kâinatlarda bulunan her eyi muhtevi olan bir varlk kabul edilegelmitir.”
Meâlde zaman zaman modern yorumlara da yer verilir ve bize tefsir vüs’atinde geni bilgiler sunulur. Meselâ, Mülk sûresinin 5. âyetinin meâline bal 1993 ylnda Milletleraras Meteor Tekilat’nn verdii bilgileri deerlendirme sadedinde unlar söylenir: Tekilatn da ifade ettii gibi, meteor saanaklar hâlâ srrn koruyan birer hâdisedir ve önceden tahmin edilmeleri de çok zordur. Evet, bu husustaki âyetler önemli birer referans kayna olmalarna ramen henüz tam deerlendirildiklerini söylemek mümkün deildir.
Meâlde, müteâbih âyetler de, hakikati Allah’a havale edilmenin yannda Sünnî telâkkiye göre yoruma tâbi
tutulurlar. Meselâ, (Mülk/16) âyeti öyle mânâlandrlr: “Her eyin üzerinden her nesneyi gören ve kontrol eden Zat’n sizi yerin dibine geçirmeyeceinden emin mi oldunuz?” denilir ve daha baka bir ksm hususlara da vurguda bulunulur.
Çok defa kelime ve cümlelerin ifade ettikleri mânâlarn ötesinde siyak-sibak ve bütün hey’etten anlalan umumî mefhum meâl olarak sunulur ve tercümelerde rastlanmadk bir farkllk ortaya konur. Gerçi böyle bir üslûpta çok parantezler açlr-kapanr, ama tefsirlerde olduu gibi mazmunun ve mantukun daha bariz ekilde ortaya çkmas
açsndan yararl da olabilir. Meselâ, (Kalem/18) âyetine, “Hiçbir istisnada bulunmadlar; (ne inaallah diyerek Allah’n Meîeti’ni hesaba kattlar ne de muhtaçlarn payn düündüler.)” eklindeki meâl türünden pek çok örnek göstermek mümkündür...
(Cin/18) âyetinin meâlinde “Her nerede ibadet edilirse edilsin ibadet Allah içindir. (Kiinin onlarla ibadeti gerçekletirdii uzuvlar da Allah’n yaratmasyla
Allah’a aittir)” demek tercih edilir. (Müzzemmil/4) beyan- sübhânîsi, “Sükûnet içinde, harf ve kelimelerin hakkn vererek, zihin ve kalbini onun üzerinde tam teksif edip öyle Kur’ân oku!” eklinde meâllendirilir. Bunlarn misallerini çoaltmak mümkündür ama, biz bu hususta da bu kadaryla iktifa etmek istiyoruz.
Müellifimiz, bazen geçmi büyük müfessirlerin tefsirlerinden aynyla iktibasta bulunur ve onlarn yorumlarn kendi tefsir ve te’villerine tercih eder ki, meâlde bu hususla çok skça karlarz. Meselâ, Hâkka suresi 17. âyetinin meâlini arz ederken Allâme Hamdi Yazr’n bn-i Arabî ve emsalinden naklettii, Rabb’in Ar’n tayan sekiz melekle alâkal oldukça ciddî bilgiler sunar.
Yanl yorumlara çekilebilecek yerlerde ciddî ciddî durur ve anlay sapmalarna meydan vermemeye çalr. Meselâ, “Allah sizi bir bitki gibi yerden bitirdi” (Nuh/17) meâlindeki âyete hâiye düerek unlar söyler: “Evrime mesnet arayanlar bu âyeti hevâlarna göre yorumlamak istemektedirler; oysa ki, bu beyan- sübhânîde insanln meneinin su, toprak, hava… gibi unsurlarn bileiminden, o Kadîr-i Mutlak’n var etmesiyle meydana geldii anlatlmaktadr. Bundan ne evrim çkarmak ne de evolüsyona mesnet bulmak mümkündür.”
Bu eserde, esbâb- nüzûl üzerinde de srarla durulduu görülür ama meâller sebeplerin darlna emanet edilmez; usûl-ü tefsir kurallarna uygun olarak konulara daha farkl bir perspektifle baklr. Meselâ, Abese sûre-i celîlesinde bilinen sebeb-i nüzûlun dnda daha baka mülâhazalarn da var olabileceine dikkat çekilir ve farkl mütalâalarda bulunulur.
Ben, bu istikamette ortaya konmu tefsir ve te’villerden insanmzn istifade ettii gibi bu meâlden de yararlanacana inanyorum. Ortaya konmu bir gayret var; bunun ilâhi inayete vesile olmasn diler ve deyip ettiimiz eylerden ötürü Cenâb- Hakk’n afv u mafiretine snrm.
BU MEAL ÇALIMASI HAKKINDA imdiye kadar Türkçe’de ve baka dillerde, Kur’ân-
Kerim’in bu dilleri konuanlarca en azndan sathî de olsa anlalabilmesi için çok sayda meal çalmas yaplmtr. Her bir çalmann, üphesiz dierlerine oranla üstün olan ve olmayan yanlar vardr. u kadar ki, hemen her mealin eksiklikleriyle birlikte, çou meallerde büyük anlama ve meal verme hatalar yapld da bir gerçektir.
Hayatn Kur’ân’a vakfetmi önemli bir zatn tevikleriyle cüret edilen ve balangçta muhterem Profesör Dr. Suat Yldrm Hocaefendi’nin meali temelinde ngilizce olarak düünülen bu çalmann, benzerlerinden üstün olduu gibi bir iddia tamyoruz. Fakat, onlardan ayr olarak, yeni bir çalma yapm olmann elbette baz sebepleri vardr ki, bu çalmayla ilgili olarak bu sebepleri öyle sralayabiliriz:
Daha önce de ifade edildii üzere, Kur’ân’n pek çok âyetinin kendi bana bamsz bir varl ve anlam bütünlüü olduu gibi, âyetlerden pek çounun hem kendi aralarnda hem de Kur’ân’n bütünlüü ile içten bir münasebeti de vardr. Bu sebeple, âyetlerden pek çouna meal verirken bu husus ve dolaysyla bu âyetlerin doru anlalmasnn, bütünlüü içinde Kur’ân’ anlamay ve bütün Kur’ân’ mümkün olduu ölçüde göz önünde bulundurmay gerektirdii asla gözden uzak tutulamaz. Çalma boyunca bu nokta mümkün olduunca dikkate alnm ve öyle yaplmas gereken her âyet, siyak ve sibak (kontekst) ve Kur’ân’n bütünlüü içindeki yeri nazara alnarak meallendirilmitir.
Rahatlkla denebilir ki, Kur’ân hakknda meal çalmas yapmak, tefsir çalmas yapmaktan çok daha zordur. Tefsir çalmasnda muhtemel manâlar sralanr; oysa meal çalmasnda bu manâlardan biri veya ikisi tercih edilecektir ve bu manâlar ile Kur’ân’n bütünlüü ve konuyla ilgili âyetler arasnda çeliki olmayacaktr. Bu çalmada bu husus azami göz önünde tutulmutur ve nasl Kur’ân’da hiçbir çeliki yoksa, bu mealde de inaallah herhangi bir çeliki yer almamas için gösterilebilecek gayret gösterilmitir denebilir.
kinci olarak, meal hiçbir zaman tercüme demek deildir. Türkçe’ye özellikle Arapça’dan yaplan pek çok tercümede olduu gibi, pek çok Kur’ân mealinde de ne yazk ki manânn anlalmadan kelime kelime tercümeye gidildii görülmektedir. Bu ise, pek çok âyette neyin kastedildiini kapal brakmakta, zihinde herhangi bütün bir anlam olumasna mâni olmaktadr. Bu çalmamzda her bir âyetten anlalan manâ verilmeye, herhangi bir âyet en azndan en belirgin manâsyla kapal braklmamaya çallmtr.
Üçüncü ve önemli bir husus olarak, Kur’ân’n muhkemi, müteabihi, mutlak, mukayyedi, mücmeli, müfesseri vb. vardr. Âyetler âyetleri tefsir eder. O’nun bütün bu özellikleri, mükil-i Kur’ân, garîbi’l-Kur’ân gibi ilimlerin domasna yol açmtr. Âyetleri anlamak ve bir meal çalmasnda en azndan ilk anlam olarak bir kapalln kalmamas için bu hususa da gereken önemi vermek ve bu konuda yazlm eserlere de müracaat etmek gerekmektedir. Bu çalmamzda bu noktann da elden geldiince dikkate alnd söylenebilir.
Garîbi’l-Kur’ân, özellikle Kur’ân’n baz kavramlar üzerinde younlar. Kur’ân, pek çok kelimeyi kavramlatrm ve anlamnn, mesajnn önemli bir ksmn
onlar üzerine bina etmitir. Meselâ Kur’ân, Allah’n ismi, fahây, bayi haram ettiini buyurur. Dolaysyla nelerin, hangi davran, söz ve uygulamalarn ism, fahâ ve bay olduunu tesbit etmek gerekir. Ayrca, fitne, fesat, dalâlet, hidayet, israf, takva, ihsan gibi ve daha baka onlarca kelimenin, kavramn geni yelpazeli ve derinlikli anlamlar vardr ve bunlar, her geçtii yerde ayn tek anlama gelmezler. Bu sebeple, bunlarn geçtikleri her bir âyette hangi anlama geldikleri de oldukça dikkat isteyen bir husustur. Bu çalmamzda bu noktaya da gerekli önemi verme gayreti içinde olunmutur.
Üstad Bediüzzaman hazretleri, zaman zaman, Kur’ân- Kerim’in çok sayda i’câz unsurlarndan bilhassa lâfzn muhtemel bulunduu manâ derinliklerine dikkat çeker. Meselâ, Fâtiha Sûresi’nin banda yer alan el-Hamdü kelimesindeki el harf-i tarifinin istirak ifade etmesinden hareketle, “lk insandan bu yana, kim kime hangi sebeple hamdde, teekkür ve senâda bulunmusa, bunlarn hepsi Allah’a attir.” der. Bu sebeple, el-hamdü’nün bir mealde yer verilmesi gereken en ksa manâs, “lk insandan bu yana, kim kime ne için hamdde bulunmusa, hamdin tamam” demektir. Ayn ekilde, ârâtü’l-’câz isimli, Kur’ân tefsiri anahtar denebilecek muhteem eserinde ve Kur’ân- Kerim’in i’caz özelliklerinden bahsettii 25. Söz’de, “Kendilerine rzk olarak verdiklerimizden infak ederler.” mealli âyetten (Bakara Sûresi/2: 3), yine kelimelerin karakterinden ve diziliinden hareketle infakn pek çok kurallarn istinbat eder. Söz gelimi, âyetin bandaki min, ‘ba’zyet’ ifade ettiinden, manânn, “Rzk olarak verdiklerimizin tamamn deil, bazsn infak ederler, israfta bulunmazlar.” eklinde olduunu belirtir. Mimmânn, dolayl tümleç olarak fiilden önce gelmesinden,
ancak kendi malndan infak edenin infakta bulunmu olaca; Razaknâ ifadesinden, kendisinden infakta bulunulan mal verenin Allah olduu, dolaysyla verenin verdii ahsa kar minnette bulunmamas gerektii; ‘biz’ manâsna gelen nâdan ayrca, verenin vermekle fakir düeceinden korkmamas, çünkü onun asl kaynann Allah olduu; rzkn mutlak olarak anlmasndan, mal, ilim, fikir gibi kiinin sahip klnd her varlktan infakta bulunulaca; “infak ederler” manâsna gelen yünfikûn fiilinin nafaka ile ayn kökten gelmesinin ise, infak edilen maln sefahat yolunda deil, zarûrî ihtiyaca harcanmas icap ettii anlamlarn çkarr. Ayrca, yünfikûn fiilinin muzari olarak gelmesi, vermenin bir defaya mahsus olmadn ortaya koyar. Ksaca, asl üç kelimeden oluan bu âyetin en ksa manâs, “Kendilerine rzk olarak ilim, fikir, güç, kuvvet, mal ne vermisek, onlarn bir ksmn, verenin Biz olduu inancyla minnet etmeyerek ve vermekle fakirlik korkusuna dümeden, muhtaçlara zarûrî ihtiyaçlarnda kullanmalar üzere verirler.” eklindedir. te bu meâl çalmasnda bu noktay ksmen ve yer yer tebarüz ettirme gayreti içinde olduk.
Âyetlerde kullanlan kelimelerin manâ, yap ve karakterleri, farkl farkl ve en ksa bir meal çalmasnda bile kendilerine yer verilmesi gereken anlamlara kaynaklk etmektedir. Meselâ, Bakara Sûresi 34. âyette, Hz. Âdem’e secde emrine kar çkan varlktan blis olarak bahsedilirken, 36. âyette ise, O’nu cennetten çkarmak için kendisine bir hile ile yaklaann eytan olduu ifade buyurulur. Artk blis lâhî rahmetten kovulmu ve blis iken eytan olarak anlan bir varlk olmutur. Bu arada olup biteni eytan kelimesinin karakterinden ve manâsndan çkarmak mümkündür ve
herhalde bu, bir meal çalmasnda tebarüz ettirilmelidir. Bu bakmdan, 36. âyete u ekilde meal vermek muvafktr.
(Kibir ve gururuna yenik düerek Allah’n emrine isyanla küfrünü ortaya koyan ve hem lâhî huzur ve rahmetten, hem de cennetten kovulup insana da düman kesilen) eytan, (daha önce kendisine kar uyarmamza ramen Âdem’e ve eine yasaklanm aaçtan tattrarak) ayaklarn kaydrd ve onlar bulunduklar halden ve yerden çkard. Biz de, “nin, artk kiminiz kiminize dümansnz (ve böyle bir hayat süreceksiniz. Zaten içindeki her ey sizin için yaratlm bulunan ve orada hilâfetiniz takdirim olan) yeryüzünde belli bir süreye kadar mesken tutup kalacak ve oradan tam yararlanacaksnz.” dedik.
Kur’ân’a meal vermede bu husus çok önemli olmakla birlikte, ne yazk ki onu bu çalmann tamamnda yanstamadk.
Örnek olarak bu âyette dikkat çeken bir dier husus, Kur’ân- Kerim, vakalar anlatrken, ‘itnab’ yapmaz, yani gereksiz teferruata asla dalmaz; bununla birlikte, iki önemli vaka arasnda geçen daha baka hadiseleri çok defa muhatabn idrakine havale eder veya baka yerlerde zikreder. te, bir âyete meal verilirken, bu hususlar nazara alnmazsa, yanl ve eksik anlamalar her zaman ortaya çkabilir. Meselâ, Hz. Âdem’e ve eine aaca yaklamama emrinin hemen arkasndan gelen yukardaki âyette eytann onlarn ayaklarn kaydrd buyrulmaktadr ki, bu iki vakann arasnda geçen çok hadiseler vardr ve bunlar, en küçük bir meal çalmasnda ksaca da olsa verilmeli ve balant kurulmaldr.
Bir dier misal olarak, Yusuf Sûresi’nde, (Zindanda Yusuf’a rüya tabiri yaptran) iki kiiden kurtulan, aradan
uzun bir süre geçtikten sonra, (Melik’in rüyas üzerine) Yusuf’u hatrlad da, “Ben bu rüyann te’vilini size bildiririm. Bana müsaade edin!” dedi. “Yusuf, ey özü-sözü tam doru kii!..” (12: 45-46) âyetlerinde, dedi ile biten 45. âyetle, Yusuf diye balayan 46. âyet arasnda, “Müsaade ald, oradan çkt, doru zindana vard; zindan bekçisine durumu anlatp içeri girdi ve Yusuf’u buldu” eklinde pek çok takdirî cümle vardr ki, arz edildii gibi, Kur’ân bunlar akla ve idrake havale eder.
Benzer ekilde Kur’ân- Kerim, bir konu üzerinde durur veya bir hadiseden bahsederken, çok defa o konu veya hadise münasebetiyle zikrettii müriklerin veya kâfirlerin iddialarna, inkârlarna cevap vermeye balar; cevap bittikten sonra yeniden söz konusu hadiseye veya konuya döner. Eer Kur’ân üslûbundaki bu önemli özellik bilinmez ve görülemezse âyetler arasndaki balantlar kopacak ve baz âyetlere yanl manâ vermeye bile sebep olacaktr.
Kur’ân- Kerim, 23 ylda ve genellikle hadiseler üzerine indiinden ve nesh, âmm, hâs,mutlak, mukayyet, esbâb- nüzûl gibi Kur’ân ilimleri konularnn domasna yol açan bir tarz takip ettiinden, bu noktalar iyi anlalamad ve mealde dikkate alnmad zaman, okuyucuda ilk anda Kur’ân’da çelikiler varm gibi bir intiba uyanabilmektedir. Esbâb- nüzûl denilen âyetlerin ini sebepleri ve söz konusu nesh, âmm, hâs, mutlak, mukayyet gibi hususlar mutlaka dikkate alnmal ve meâlde gerektii yerlerde tebarüz ettirilmelidir; aksi halde ortaya çkacak anlamlarn mutlaka yanllklara sebep olacan söylemee gerek yoktur. Meselâ:
(man etmeleri için kendini helâk edecek derecede gösterdiin hrs ve itiyaka ramen) u küfürde diretenlere gelince: (âkbetleri hususunda uyarmak vazifen olup, sen de
bu vazifeni elbette yerine getirmektesin. Ne var ki,) onlar ister uyarmsn, ister uyarmamsn, onlar için fark etmez, çünkü iman edecek deillerdir. (Bakara Sûresi/2: 6)
Âyette sözü edilen küfürde diretenler için u küfürde diretenler anlam vermemizin sebebi, âyetin artk inkârda kök atm ve iman etme kabiliyetini bütünüyle yitirmi baz Mekkeliler (ve benzerleri) hakknda olmasdr. Bu tebarüz ettirilmedii takdirde, hangileri olursa olsun bütün kâfirleri uyarmann hiçbir faydas olmayaca anlam ortaya çkar ki, bu, peygamberlerin misyonuna, tebli görevine zttr. Çünkü tebli, uyar görevi, öncelikle küfredenlere kar yerine getirilir. Ayrca, yine parantez içindeki açklamalar yapmazsak, bu defa tebliden, uyarma görevinden vazgeçilse de olur gibi bir manâ anlalabilir. Halbuki tebli, uyarma, peygamberlerin gönderili gayesidir; küfredenlerin inanp inanmamas, uyarma görevine engel deildir ve âyette de açkça belirtildii üzere, uyarp uyarmama uyarc hakknda deil, küfürde kök atm olanlar hakknda müsavidir.
u var ki, esbâb- nüzûl âyetleri anlamada çok önemli olmakla birlikte, “Sebebin hususîlii hükmün umumîliine mâni deildir.” kaidesince, âyeti ini sebebine hasretmeye sebep olamaz, olmamaldr ve yaplmamaldr. Tam tersine, meselâ yukardaki âyette olduu gibi, herhangi bir âyetin kim veya kimler hakknda indiinin bilinmesi, her zaman benzeri karakter ve yapdaki kiilere kar nasl davranlaca konusuna da k tutacaktr. Dolaysyla esbâb- nüzûl, âyetleri tek bir yer, zaman ve/veya ahs(lar) a hasretmeye sebep deil, onlarn evrenselliinin bir baka dinamiidir. Bundan dolay da meal çalmasnda bu hususun tebarüz ettirilmesi,
âyetlere bu husus nazara alnarak meal verilmesi ayr bir önem kazanr.
Bir dier husus, kullanlan kelimelerin nekre (belgisiz) veya marife (belgili), fiillerin mazî (geçmi), muzarî (imdiki, geni, hattâ gelecek) ve gelecek zamanda olmas, fiil ve isim cümlesi; mütekellim (1. ahs), muhatap (2. ahs) ve gâip (3. ahs) arasnda geçiler yaplmas gibi dil ve kelime özellikleri de âyetlere ayr ve oldukça önemli manâlar kattndan, bunlar en ksa biçimde de olsa meale yanstlmaldr. Meselâ, Hz. Âdem’e isimlerin öretilmesi vakasnn anlatlmaya baland Bakara Sûresi 30. âyetinden itibaren Cenab- Allah Hz. Âdem’i sürekli muhatap alrken, O’nun yasaklanan aaca yaklamasndan sonra, 37. âyette birden gâip (3. ahs) olarak anmaktadr. Buradan, Hz. Âdem’in Cenab- Allah’la artk bir baka münasebet halkasna girdiini anlyoruz. Ayrca, Allah’tan kelimeler almak manâsnda kullanlan telakkâ fiilinde telkin manâs vardr. Dolaysyla, bu âyetin en ksa manâs udur:
(Sürçmesinin farkna varan) Âdem, (hatasna mazeret aramaya kalkmad; birden kendine gelip toparland; fakat dorudan muhatap iken, artk üçüncü bir ahs konumuna düüp, Kendisiyle bir baka münasebet halkasna girdii) Rabbisinden, (vicdan azab ve pimanl sebebiyle kalbine telkin buyurulduunu idrak ettii) baz kelimeler ald (ve onlarla tevbe-istifarda bulundu. Rabbisi de,) O’na rahmetiyle muamele etti ve tevbesini kabul buyurdu. üphesiz O, Tevvâb (kullarnn tevbesine, sadece mafiretle deil, fazladan mükâfatla karlk veren)dir; Rahîm (bilhassa Kendisine yönelenlere kar husûsî rahmetiyle muamele eden)’dir.
Kelimelerin karakterinin de âyetlere katt çok önemli manâlar vardr. Bunlar zaman zaman meal içinde veya dipnotlar halinde aktarmaya çalmakla birlikte, çok zaman tabiî ki veremedik. Burada sadece bir misal zikredeceiz:
Bakara Sûresi 27. âyeti gibi pek çok âyette Allah’n ahdinden ve bilhassa srail Oullar’nn bu ahdi nakzettiklerinden söz edilir. Nakz, liflerden örülü bir halat lif lif etmek demektir. Buradan ahdin salam liflerden örülü bir halat gibi olduu sonucuna varrz. Benzer ekilde, bu âyet, Allah’n birletirilmesini emrettii balardan ve bunlarn koparlmasndan da söz eder. Kur’ân, bu ekilde enfes bir belâat mucizesi olarak, hem Allah’n ahdinin özelliklerini ve onu yerine getirmemenin manâ ve neticesini bir kelimelik bir kapal istiare ile verirken, hem de insanlarn Allah ile ve dier insanlarla olan, yani toplum içindeki bütün münasebetlerini ifade etmi olmaktadr. Dolaysyla, meselâ Bakara Sûresi 27. âyetine, öyle bir meal vermek esasen elzemdir ve bu meal, o âyetin ancak en ksa manâs olabilir:
O (fask)lar, söz verip balandktan sonra sözlerinden dönüp, Allah’n (meîet, hikmet, ilim ve inayet atklarndan örülen ve kâinattaki genel âhenk ve düzeni salad gibi, insan hayatnda da sulh, sükûn, huzur ve düzeni temin edecek ktan bir halat olan) ahdini bozar (onunla vicdanî irtibatlarn çözüp datrlar). Bununla kalmaz, Allah’n, (insanlar arasnda) kurulmasn ve korunmasn emrettii (kan/ akrabalk ve din balaryla, fertleri bir binann talar, tulalar gibi birbirine tutkun bir toplum hayatnn gerektirdii münasebet ve ayrca ilim, zekâ, kabiliyet, akl, güç gibi lâhî nimetleri yerinde kullanma ve bunlardan bakalarn faydalandrma) balarn da kesip koparrlar ve
(batakla dümü ve onulmaz bir hastala yakalanm bir insann bakalarn da o batakla veya hastala çekmek istemesi gibi, kötülüklerini bütün topluma, hattâ bütün insanla yayma teebbüsü içinde) yeryüzünde bozgunculuk çkarrlar. (nsanlktan ve lâhî rahmetten uzaklam) bu tipler, (dünyada da, Âhiret’te de, fert ve toplum olarak) her bakmdan kaybetmi olanlarn ta kendileridir.
Ne var ki, bu meal çalmasn bu ölçüde geni tutamadk ve bu türden hususiyetleri, ancak birkaç defa dipnotlarla ifadeye çaltk.
Yine, Kur’ân- Kerim, çok zaman hadiseleri veya Allah’n nimetlerini sralarken öyle bir üslûp takip eder ki, bu sralamada bir sonraki hadise veya nimete geçmeden önce zihne sorular taklr ve bu sonraki hadise veya nimet o sorunun cevab olur. Bu ekilde Kur’ân, insan peinden koturur ve hem zihnini, hem de kalbini tam tatmin eder. Meselâ, Bakara Sûresi 25. âyette Cennet nimetleri saylrken bu özellik gayet açktr. Yani, aaçlar ve rmaklar arasnda bir kökte oturan ve aaçlarn sürekli yenilenen meyveleriyle rzklanan bir insan, bu yer ne kadar güzel olursa olsun mutlaka bir yoldaa, bir arkadaa ihtiyaç duyacaktr. Bu bakmdan Kur’ân, bu nimetlerin ardndan tertemiz eleri nazara verir. Tertemiz elerle böylesine güzel bir yerde yaamay aclatracak bir ey varsa o da, bu hayatn fani ve geçici olmasdr. Kur’ân, Cennet’te nimetleri kesecek ac bir sonun ve son endiesinden kaynaklanacak en küçük bir üzüntünün olmayacan da hemen zikrederek, Cennet nimetinin her bakmdan mükemmelliine dikkat çeker ve bu ekilde bir de belâat dersi verir. Dolaysyla bu âyete verilebilecek en ksa meal udur:
man edip, salih ilerde bulunanlar müjdele: Onlar için, (aaçlarnn arasndan ve köklerinin) altndan rmaklar akan cennetler vardr. Ne zaman orada kendilerine (bir lezzet kayna ve nimet manâsnda) rzk olarak (koku, tat, renk, ekil ve lezzetçe birbirinden farkl ve her defasnda tazelenip yenilenen) meyvelerden ikram edilse, “Bu, bize daha önce de ikram edilmiti!” derler. Çünkü meyveler onlara, (ne olduunu bilmedikleri bir yiyecekle itahlar gitmesin, lezzetleri azalmasn diye) ekilce dünyadakilere ve bir önceki defa ikram edilenlere benzer olarak sunulur. (Sonra, o cennetlerde tek balarna, yalnz ve dostsuz olacak deillerdir.) Onlar için, (dünyadaki bütün eza-cefa sebebi hallerden arndrlm ve) ebediyen tertemiz hale getirilmi eler de vardr. (Bütün bu nimetler, dünyadaki gibi bir sonla, ölümle kesilir mi gibi endieleri de olmayacak) ve onlar, o cennetlerde ebedî kalacaklardr.
Bu meal çalmasnda önem verilen bir dier husus olarak, slâm’n baz hükümleri – cihad, kölelik, savaa izin verilmesi, baz ceza yasalar, kadnn yeri ve hukuku gibi– bilhassa slâm dümanlarnn kastl tenkitlerine uram ve bu tenkitler, maalesef baz Müslümanlara da tesir ettii gibi, slâm’n bilhassa günümüzdeki imajna da menfi etkide bulunmutur. te, bu meal çalmasnda bu konulara da ksa da olsa açklk getirmee gayret ettik.
Bu çalmann sonuna, faydal olur ümidiyle, Esmâ-i Hüsnâ, isimler ve kavramlar, kelimeler sözlükleri, bir de geniçe saylabilecek bir konu indeksi eklenmitir.
Bu çalma, çok muhtasar bir tefsir saylabilecek ölçüde dipnotlarla zenginletirilmi, dipnotlarda ksa da olsa, özellikle iman esaslar ve hakikatleri, ibadetler, ahlâk,
slâm’n muamelat veya içtimaî, iktisadî, idarî (siyasî), cezaî boyutlar üzerinde, ayrca ilgili âyetler çerçevesinde tarihî açklamalar yaplm, bilgiler verilmeye çallmtr.
Son Olarak: Olanca meguliyetine, müzmin rahatszlklarna ve etrafn
kuatan daha pek çok olumsuz faktörlere ramen, muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, bu çalmay batan sona okuma zahmetine katlanarak, çok deerli irad, tenvir, tashih ve tebyinleriyle destek ve teviklerini esirgemediler. Bu bakmdan, kendilerine sonsuz teekkürü, edas mutlaka gerekli bir borç biliyorum. Bu çalmay yayna girmeden önce son defa okuyarak tebyin ve tavzihte bulunan muhterem Yusuf Demirta, Ylmaz ndi ve Ergun Çapan Beylerle, bilhassa kaynaklara ulamada vefakâr yardmlaryla destek olan oda ve mesai arkadam muhterem Zühdü Mercan Bey’e, yine oda ve mesai arkadal süresince görü ve düünce paylamn esirgemeyen deerli Recep Çakr, Hakk Kuyucu ve Selçuk Camc Beylere, bu arada özellikle Türkçe imlâ konusunda sk sk yardmlarna bavurduum deerli oda arkadam Ahmet Özdemir Bey’e ve teknik yardmlarn hiçbir zaman esirgemeyen Ekrem Tez Bey’le teknik serviste emei geçen her deerli arkadaa ayrca teekkür ediyorum. Bu arada, her zaman olduu gibi, bu çalma süresince de bana katlanan ve ev ihtiyaçlarm karlamada asla yorgunluk ve gücenme göstermeyen kymetli eim bata olmak üzere, ev halkmn dier mensuplarna da teekkürü vicdanî bir borç telakki ediyorum.
Sa’y ve gayret kullardan, tevfik ise Allah’tandr. Bütün ehl-i imandan, ihlâs, yakîn, rza ve hizmet için bu âciz ü fakire dua istirhamyla.
Ali Ünal
KUR’ÂN: TARF, KAYDA GEÇRLP KORUNMASI, ÜSLÛBU VE KUR’ÂN’I
ANLAMAK Hamd, âlemlerin Rabb’i Allah’a (celle celâlühû), salât ü
selâm âlemlerin efendisi ve fahri Hz. Muhammed Mustafa aleyhissalâtü vesselâm’a, Âline, ezvâcna, evlâdna, ashâbna, gök ve yer ehlinden salih kullarn üzerine olsun.
slâm topraklarnn çeitli yörelerinde son asrdaki “Kur’ân’a dönü” hareketi, kendine has özellikleri, ini ve çklar, eri ve doru yanlaryla sürmektedir. Bundan yaklak 14 asr önce Hatemü’l-Enbiyâ’nn kalbine bir çekirdek halinde ekilen ve ‘tenzil’le onun hayatnn son 23 yllk döneminde bütün yaayyla “filizini çkarp gövdesi üzerinde yükselen” ve dallanp yapraklanarak çiçek açan, en sonunda da meyvesini veren Allah Kelâm, yüzyllarca yeryüzünün üçte birini gölgelendirmesinin ardndan “dostlarnn vefaszl ve dümanlarnn tecavüzleri” sebebiyle insanln nefsinde âdeta ‘nisyan’ karanlna terkedilmitir. Bereket versin ki, birkaç asrlk mezelletlerinin arkasndan Müslümanlar, yeniden Allah’n Kelâm’na yönelme gerei duymular ve bu Kelâm’n nasl ilk günkü tazeliiyle yerinde durduunu, “zamann ihtiyarlamasna karlk onun nasl da gittikçe gençletiini” görmülerdir.
nkâr ve ilhad ahtapotunun zehiriyle varl en derininden yaralanan ve bu yarann kansere dönümesiyle birlikte ‘ayakta kalabilen salar’yla acil bir ifa arayan insanln çaresiz müracaat edecei ve büyük bir susuzlukla arad ilâç, kukusuz Allah’n Kelâm’ndadr. Ne var ki bu ilâç, kendisini
her yönüyle sunacak ‘doktor’lar beklemektedir. nsanln gelecei bu doktorlarn çalmalarna ve Allah Kelâm’nn ilâcndan ‘hastalar’n faydalandrabilmelerine baldr. Eer Kur’ân gerçekten anlalabilmi, anlatlabilmi ve dolaysyla yaanm olsayd, modern çalarn zehirleri altn kupalarda sunulmu bile olsa, en azndan Müslümanlar arasnda alc bulamazd. Ama ne yazk ki, bu zehirlerin Müslüman bedenlere kolayca rnga edilebilmi olmas bir yana, onlar Kur’ân’la karlamalar gereken sözümona baz Müslüman ‘doktor’lar da, bu zehirleri insanln zehirlenmesi karsnda âdeta birer ‘panzehir’ gibi görüp, Kur’ân’n bütünüyle ifa verici ilâcn onlarla özdeletirme yoluna gitmiler, hattâ Kur’ân’n ilâcn o zehirlerin elde edildii laboratuarlardaki tüplerde ‘denemek’ gibi sakîm yollara bavurmulardr.
KUR’ÂN NEDR, NASIL TARF EDLEBLR? Kur’ân, kelime olarak, daha çok kabûl edilen görüe göre,
‘okumak’ manâsna gelen Ka-Ra-E fiil kökünden, ‘rüçhan’ ve ‘küfran’ gibi bir masdar olup, “harfleri ve kelimeleri birbirine eklenerek okunan ey” demektir.
Ka-Ra-E fiili, el-kar’ü masdaryla ‘toplamak’ manâsna da gelir. Bu manâda Kur’ân’n, ‘toplayan’ demek olduu söylenmitir. bn-i Abbas’n, Onu (senin kalbinde) toplayp sana okutmak Bize aittir (Kyamet Sûresi/75: 17) âyetini, ‘toplanmas ve kalbinde sabitletirilmesi’ eklinde tefsir ettii rivayet olunmaktadr. Bu bakmdan, bazlar Kur’ân’a, “öncekikitaplarn meyvelerini ve ilimlerin hepsini kendinde toplad” manâsnda Kur’ân dendiini belirtmilerdir.
Ebû Musa el-E’arî ve onun görüünde olan baz âlimlere göre Kur’ân, ‘bir eyi bir eye yaklatrp bititirmek’ manâsnda Ka-Ra-Ne fiilinden türemitir. Kur’ân’n, sûre ve
âyetlerin yanyana dizilmesinden olutuu için bu fiilden türedii de ifade edilmitir.
Baz âlimlere göre ise Kur’ân ismi hiçbir kelimeden türetilmemitir. Bu kelime, Allah’n (celle celâlühû), Peygamber’ine gönderdii kitap için bir özel isim olmutur. mam- afiî bu görütedir. O, Kur’ân’n hiçbir kelimeden türemediini, Ka-Ra-E’ den türemi olsayd, her okunan eye, sözgelimi Tevrat ve ncil’e de Kur’ân denmesi gerekeceini ileri sürer. (Ebu’l-Beka, 287; Ragp el-sfahanî, 402; es-Salih, 15–18)
Kur’ân, Allah’n kelâmdr; bu açdan ezelîdir, yaratlm deildir. Fakat vahyedilmi, Hz. Cebrail (a.s.) tarafndan Allah’tan (celle celâlühû) alnp, Hz. Muhammed alehissalâtü vessselâm’a getirilmi haliyle harflerden ve seslerden oluan, sûre ve âyetlerden bir araya gelen, dillerimizle okunan, korunan, mushaflarda yazlp ellerimizle dokunulan, kulaklarmzla iitilen ve gözlerimizle görülen ‘Kitap’tr. Cünüp ve abdestsiz olanlarn, Kur’ân’n yazl olduu kâtlar toplam demek olan Mushaf’a dokunmamas gerekir. (Ebu’l- Beka, a.y.; Çetin, 30-32)
Bazlar, öyle bir Kur’ân tarifine varmlardr: Kur’ân, Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhissalâtü
vesselâm’a vahiy yoluyla indirilmi, mushaflarda yazl, tevatür yoluyla nakledilmi olan ve okunmakla ibadet edilen i’caz sahibi Allah Kelâm’dr. (Karaman, 63)
Kur’ân- Kerim’de kendi husûsiyetlerinden söz eden baz âyetlerde öyle buyrulur:
Ramazan ay ki, insanlar için dupduru bir hidayet kayna, ayrca, apaçk hidayet delilleri ve hakk bâtldan ayran
ölçüler olarak Kur’ân o ayda indirildi. (Bakara Sûresi/2: 185) Bu Kur’ân’n biri tarafndan uydurulup, sonra da bu
uydurmann Allah’a isnat edilmesi mümkün deildir. O, kendinden önceki lâhî Kitaplar (aslî halleriyle ve onlarn Allah’n vahyi olduunu) tasdik etmekte ve bütün bu kitaplarn dayand ana esaslar açklamaktadr. Onda üphe edilecek hiçbir taraf yoktur. O, Âlemlerin Rabbi tarafndan vahyedilmektedir. (Yunus Sûresi/10: 37)
Biz o Kitab Arapça bir Kur’ân olarak indiriyoruz ki, düünüp akledesiniz. (Yusuf Sûresi/12: 2)
Gerçekten bu Kur’ân, (her meselede) en doru yola, en salam ve isabetli tutuma yöneltir. (srâ Sûresi/17: 9)
Gerçek u ki, (insann dilinde indirmekle) Kur’ân’ (Allah’ anma, onu indirmekteki gayesini anlama ve ondan gereken dersi alma adna) kolaylatrdk. Yok mudur düünüp ders alacak? (Kamer Sûresi/54: 17)
Gerçekte o, pek deerli, erefli bir Kur’ân’dr; çok iyi korunan bir Kitap’ta, (Levh- Mahfuz’da)dr. (Vâka Sûresi/56: 77—8)
Kur’ân’n daha baka isimlerinin olduu da söylenmitir. Kitap, Fürkan, Zikr, Nur, Ruh, Hüdâ, ifâ, Mecîd, Mesânî, Ümmü’l-Kitap, Hakk, Sdk, Tezkira, Bürâ, Tenzil, lim, Mübîn vs. bunlar arasnda anlmtr. (Çetin, 32–36)
Verdiimiz bütün bu bilgilerden anlald kadaryla, Allah’n, Son Nebî’si Hz. Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’a vahiy yoluyla indirdii âyetlerden oluan Kelâm’nn ad Kur’ân’dr. Ka-Ra-E veya bir baka fiilden gelmi olsun veya olmasn, Kur’ân bütünüyle özel bir isimdir. lk inen âyetin Ka-Ra-E fiilinin emir ekli ikra’ (oku) olarak
gelmesi sanrz, Kur’ân’n ad yönünden ayr bir manâ tamaktadr. u kadar ki, bu fiilden gelmi de olsa, Kur’ân isminin manâsn bugün bilinen ekliyle herhangi bir metni, hattâ bizzat Kur’ân metnini okumak anlamyla snrlandramayz. Çünkü, Kur’ân’ okumak, kendine has kurallar olan bir fiildir, bir ibadettir. Kur’ân’n bazlarn yukarda sraladmz dier isimleri ise, birer ayr isim olmaktan çok, Kur’ân’n sfatlar olsa gerektir.
Kur’ân, slâm’n Peygamber’i aleyhissalâtü vesselâm’n, kendi sözleri olarak deil, Allah’n kendisine vahyedilmi Kitab olarak azlarndan dökülen ve Peygamberliine ehadet eden en büyük mucizesi ve yalnzca zamanndaki Araplarn deil, Kyamet’e kadar bütün insanlarn ve cinlerin eini ortaya koyamayaca ve bu konuda her varla her zaman meydan okuyan, ritmik, okunur âyetler ve sûrelerdir. Tarihî veya herhangi bir deeri olan veya olmayan dinî kaynaklar ve kitaplar arasnda gerçeklik ve esizlik açsndan Kur’ân’la karlatrlabilecek hiçbir örnek yoktur.
Kur’ân’da hiçbir katma, ekleme veya çkarma söz konusu deildir, olmayacaktr da. Allah, onu korumay taahhüt altna almtr. Kur’ân’n ilk nüshalaryla, slâm tarihi boyunca ve bugün dünyann her tarafnda okunan Kur’ân nüshalar arasnda herhangi bir farkllk bulmak mümkün deildir.
BRKAÇ ÖNEML KUR’ÂN TARF: Bediüzzaman hazretlerinin tesbitleriyle, bütün insanlarn
hakka iradn esas alan Kur’ân’n ana maksatlar dörttür: Tevhid, Nübüvvet, Âhiret, badet ve Adalet. Kur’ân’daki bütün âyetler, temelde bu dört esas üzerinde döner. “Ya- kuru” içinde her eyi açk-kapal, icmalî-tafsilî, remzen, iareten, imaen, zmnen vb. barndran Kur’ân’n, meselâ,
gerek peygamberlerin mûcizeleri ve tarihî hadiseler yoluyla, gerekse iaretler yoluyla olsun, ilimlerden ve ilimlerin ulaaca son merhalelerden bahsetmesi tamamen istidradî, yani “yeri geldii için”dir ve sözünü ettiimiz ana maksatlarna yöneliktir. Bu dört ana maksat çerçevesinde Kur’ân’da Allah marifeti bahisleri, akidevî gerçekler, iman esaslar, insann yeryüzündeki ferdî ve içtimaî hayatn düzenlemesi için kaideler, insan her yönüyle tantan ifadeler, kâinat ve yaratl gerçekleri, Âhiret, Âhiret hayat, Cennet ve Cehennem, ayrca cennetlik ve cehennemliklerle ilgili açklamalar, önemli tarihî hadiselerin çeitli açlardan izah, ksaca, her insann hayatn, düüncelerini kuatabilecek manâ katmanlar vardr. Kur’ân bir ifadr; okunarak ifa verir ve hepsinin ötesinde, hayatta, gerek fert fert, gerekse içtimaî hayatta bütünüyle uygulanarak ifa verir. Kur’ân, bir kâinat ilmidir, bir insan ilmidir, bir tarihtir, bir hukuktur. Kendisiyle insanlara hükmedilsin diye gönderilmitir. Belli bir topluluk ve belli bir zaman için deil, dün de bugün de her insan için gerekli kaideleri, prensipleri ve uygulanmas gereken hükümleri ihtiva eder.
Burada Kur’ân’la ilgili baz hadisleri de anmadan geçemeyeceiz:
Kur’ân, Allah’a göklerden ve yerden ve onlarda bulunanlardan daha sevimlidir.
Kur’ân’n dier sözlere olan üstünlüü, Aziz ve Celîl olan Allah’n yarattklarna olan üstünlüü gibidir. (Tirmizî, “Fedailü’l-Kur’ân”, 25)
Sizden öncekilerin tarihi, sizden sonrakilerin haberi ve aranzdaki meselelerin hükmü ondadr. Kur’ân, hakk ile batl birbirinden ayran kesin bir hükümdür. O, bir elence deildir.
Her kim zorbalndan dolay onu brakrsa, Allah onu boynundan krar. Her kim hidayeti ondan bakasnda ararsa, Allah onu dalâlete düürür. O, Allah’n salam ipidir. O, zikr-i hakîmdir. O, srat- müstakîmdir. O, arzularn gerçekten saptramad, dillerin kartramad, âlimlerin doyamad, fazla tekrarlamaktan eskimeyen, hayranlk veren yanlar bitmeyen bir kitaptr. O, öyle bir kitaptr ki, cinden bir grup onu dinledii zaman, “Biz, doruluu gösteren ve hakka götüren hayranlk verici bir Kur’ân dinledik ve iman ettik.” demekten kendilerini alamamlardr. Ona dayanarak konuan doru söz söylemi, onunla amel eden sevap kazanm, onunla hükmeden adalet yapm ve ona çaran doru yola çarmtr. (Tirmizî, “Sevabü’l-Kur’ân”, 14)
Kur’ân’n tarifi konusunda son olarak, hayatn Kur’ân’a ve onun hakikatlarini asrn ve gelecek asrlarn idrakine takdime adam bulunan Bediüzzaman hazretlerinin Kur’ân’ tarifini de verelim (sadeletirerek):
Kur’ân, u büyük kâinat kitabnn ezelî bir tercümesi.. ve tekvinî ayetleri okuyan çeitli dillerin ebedî tercüman.. ve u gayb âlemi ve ehadet kitabnn müfessiri.. ve yerde ve gökte gizli lâhî simler’in manevî hazinelerinin keaf.. ve hadiselerin satrlarnn altndaki gizli hakikatlarn anahtar.. ve ehadet âleminde gayb âleminin dili.. ve u ehadet âlemi perdesi arkasnda olan ve gayb âlemi yönünden gelen ebedî Rahmanî iltifatlarn ve ezelî Sübhanî hitaplarn hazinesi.. ve u slâmiyet manevî âleminin günei, temeli, hendesesi.. ve uhrevî âlemlerin mukaddes haritas.. ve Zat, Sfatlar, simler ve lâhî uûn’un açklayc sözü, açk tefsiri, kesin delili ve tercüman.. ve u insaniyet âleminin terbiyecisi.. ve büyük insaniyet olan slâmiyet’in ay ve .. ve beer cinsinin
hakikî hikmeti ve insaniyeti saadete sevkeden hakikî müridi ve hidayet edicisi.. ve insanlara hem bir eriat kitab, hem bir dua kitab, hem bir hikmet kitab, hem bir kulluk kitab, hem bir emir ve davet kitab, hem bir zikir kitab, hem bir fikir kitab, hem insann bütün manevî hacetlerine mercî olacak çok kitaplar muhtevî tek ve toplu kutsal bir kitap, hem bütün evliya ve sddîklarn, ârifler ve muhakkiklerin farkl mereplerine ve ayr ayr mesleklerine, her bir merebin zevkine lâyk ve merebi nurlandracak ve her bir meslein gidiine uygun ve onu açklayacak birer risale ortaya koyan kutsal bir kütüphane hükmünde semavî bir kitaptr.
Kur’ân, Ar- A’zam’dan, sm-i A’zam’dan, her smin a’zam mertebesinden geldii için bütün âlemlerin Rabbi itibariyle Allah’n Kelâm’dr. Hem, bütün varlklarn lâh unvanyla Allah’n fermandr. Hem, bütün göklerin ve yerin Yaratcs adna bir hitaptr. Hem umum Sübhanî saltanat hesabna ezelî bir hutbedir. Hem geni rahmet noktasnda Rahmânî iltifatlar defteridir. Hem Ulûhiyet’in azamet ve hameti haysiyetiyle, balarnda bazen ifre bulunan bir haberleme mecmuasdr. Hem sm-i A’zam’n çevresinden inmekle Ar- A’zam’n bütün çevresine bakan ve tefti eden hikmet saçc kutsal bir kitaptr.. (ârâtü’l’câz, 9-10)
KUR’ÂN’IN KAYDA GEÇRLMES VE KORUNMASI:
Cenab- Allah (celle celâlühû), son Peygamber Hz. Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’a kadar insanlk tarihi boyunca, bir rivayete göre 124.000 peygamber göndermitir. Allah’tan önemli bir ‘haber’le, bata Allah’n varl ve birlii olmak üzere, gayb âlemine ve dolaysyla meleklere, ayrca peygamberlie ve peygamberlere, vahye ve lâhî kitaplara,
Âhiret Günü’ne ve Kader’e inanmaya dayal iman, ibadet, ahlâk ve davran kaideleri üzerinde bir hayat teklifi ve bu teklifi kabûl edip etmemenin hem dünyada hem de Âhiret’te getirecei neticelerin, yani Din haberiyle gelen insanlara genel manâda ‘nebî’ denir. Bu nebîlerin içinden bazlar, o ana kadar unutulmu, mecrasndan saptrlm Din’i, zaman ve artlara göre ‘fürûât’ denilen ikinci derecedeki ve pratik hayat ilgilendiren baz kurallardaki deiikliklerle birlikte yenilemek, diriltmek üzere seçilir ve kendilerine ya Kitap ya da Sahifeler verilir. Bu peygamberlerin misyonuna ‘Risalet’, kendilerine ise ‘rasûl’ denir. Rasûller içinde, Kur’ân- Kerim’de ûrâ sûresi’nde (42: 13) anlan Hz. Nuh, Hz. brahim, Hz. Musa, Hz. sa ve son olarak Hz. Muhammed (Allah’n salât ve selâm hepsinin üzerine olsun) ayr bir eriat’la gelmilerdir ve bunlar, yine Kur’ân’n nitelemesiyle ülü’l-azm peygamberlerdir ve Hz. Muhammad (s.a.s.) onlarn da en büyüü olarak, bütün peygamberlerin içinde en büyükleri kabûl edilir.
Nebîler, daha çok rasû

Recommended