Kur'an- Kerîm ve Açklamal MealiAÇIKLAMALI MEAL
Ali Ünal
v. 1.0
ÇNDEKLER Takdim: Kur’ân- Kerîm ve Meali Üzerine / M. Fethullah
Gülen Bu Meal Çalmas Hakknda Önsöz: Kur’ân: Tarifi, Kayda Geçirilip
Korunmas, Üslbu Ve Kur’ân’ Anlamak Kur'an- Kerim Srasna Göre
Sûreler Alfabetik Sraya Göre Sûreler Nüzûl Srasna Göre Sûreler
Mekkî ve Medeni Olularna Göre Sûreler Cüzler Sayfaya Numaralar
Ekler Sözlükçeler
(Baz) Esmâü'l-Hüsnâ simler Sözlüü
Hatim Duas El - ihtitam Duraklama aretleri
Kur'an- Kerîm Srasna Göre Sûreler 1. Fâtiha Sûresi 2. Bakara Sûresi
3. Âl-i mrân Sûresi 4. Nisâ Sûresi 5. Mâide Sûresi 6. En’âm Sûresi
7. A’râf Sûresi 8. Enfâl Sûresi 9. Tevbe Sûresi
10. Yûnus Sûresi 11. Hûd Sûresi 12. Yûsuf Sûresi 13. Ra’d Sûresi
14. brahim Sûresi 15. Hicr Sûresi 16. Nahl Sûresi 17. srâ Sûresi
18. Kehf Sûresi 19. Meryem Sûresi 20. Tâ-Hâ Sûresi 21. Enbiyâ
Sûresi 22. Hac Sûresi 23. Mü’minûn Sûresi 24. Nûr Sûresi
25. Furkân Sûresi 26. uarâ Sûresi 27. Neml Sûresi 28. Kasas Sûresi
29. Ankebût Sûresi 30. Rûm Sûresi 31. Lokman Sûresi 32. Secde
Sûresi 33. Ahzâb Sûresi 34. Sebe’ Sûresi 35. Fâtr Sûresi 36. Yâsîn
Sûresi 37. Sâffât Sûresi 38. Sâd Sûresi 39. Zümer Sûresi 40. Mü’min
Sûresi 41. Fussilet Sûresi 42. ûrâ Sûresi 43. Zuhruf Sûresi 44.
Duhân Sûresi 45. Câsiye Sûresi 46. Ahkâf Sûresi 47. Muhammed Sûresi
48. Fetih Sûresi 49. Hucurât Sûresi 50. Kâf Sûresi 51. Zâriyât
Sûresi
52. Tûr Sûresi 53. Necm Sûresi 54. Kamer Sûresi 55. Rahmân Sûresi
56. Vâk’a Sûresi 57. Hadîd Sûresi 58. Mücâdele Sûresi 59. Hair
Sûresi 60. Mümtehine Sûresi 61. Saff Sûresi 62. Cum’a Sûresi 63.
Münâfikûn Sûresi 64. Teâbun Sûresi 65. Talâk Sûresi 66. Tahrîm
Sûresi 67. Mülk Sûresi 68. Kalem Sûresi 69. Hâkka Sûresi 70. Meâric
Sûresi 71. Nûh Sûresi 72. Cin Sûresi 73. Müzzemmil Sûresi 74.
Müddessir Sûresi 75. Kyâmet Sûresi 76. nsan Sûresi 77. Mürselât
Sûresi 78. Nebe’ Sûresi
79. Nâziât Sûresi 80. Abese Sûresi 81. Tekvîr Sûresi 82. nfitâr
Sûresi 83. Mutaffifîn Sûresi 84. nikâk Sûresi 85. Burûc Sûresi 86.
Târk Sûresi 87. A’lâ Sûresi 88. Gâiye Sûresi 89. Fecr Sûresi 90.
Beled Sûresi 91. ems Sûresi 92. Leyl Sûresi 93. Duhâ Sûresi 94.
nirâh Sûresi 95. Tîn Sûresi 96. Alak Sûresi 97. Kadir Sûresi 98.
Beyyine Sûresi 99. Zilzâl Sûresi
100. Âdiyât Sûresi 101. Kâria Sûresi 102. Tekâsür Sûresi 103. Asr
Sûresi 104. Hümeze Sûresi 105. Fil Sûresi
106. Kurey Sûresi 107. Mâûn Sûresi 108. Kevser Sûresi 109. Kâfirûn
Sûresi 110. Nasr Sûresi 111. Tebbet Sûresi 112. hlâs Sûresi 113.
Felâk Sûresi 114. Nâs Sûresi
EKLER 1. Kitab-I Mukaddes’te Hz. Muhammed (s.a.s) 2. slâm, Sava Ve
slâm’n Ana Yayl Dinamikleri 3. slâm Ve Sava Konusunda Ek Notlar 4.
slâm’da Kadnn Statüsü 5. Halk Arasnda Hz. Muhammed (s.a.s) 6. Allah
Rasûlü’nü Tanmak Ve O’nun Büyüklüü 7. Kur’ân-I Kerim’in Baz
Mucizevî Yanlar Ve Meydan
Okumas 8. Bütün Hayrlar Allah’tan Olup, erri Kazanan se nsandr 9.
Allah’n Varl, Birlii Ve Buna nanmak
10. Bir Bal Arsnn Hayat 11. Çeitli Yönleriyle Miraç Hadisesi 12.
Kyamet Ve Âhiret 13. Ruh: Varl, Mahiyeti Ve Varlnn Delilleri 14.
slâm: Kâinatn Ve nsanln ‘Din’i, Allah’n Bütün
Varl, nsanl Üzerinde Yaratt Ftrat 15. nsann Yüklendii Emanet
KUR’ÂN-I KERM ve MEÂL ÜZERNE M. Fethullah Gülen
Kur’ân, Allah’n, en son peygamberi vastasyla insanla mucize
derinlikli ve ei benzeri olmayan bir mesajdr. Allah bu mesajyla,
son bir kez daha insanoluna kestirmeden rzasna ulatran ehrah
göstermi; zât, sfât ve esmâsn ifade etmi; doru ekilde bilinip
tannmasn, iman edilip ubûdiyette bulunulmasn, herhangi bir yanl
anlamaya meydan vermeyecek netlikte açk-seçik ortaya koymu;
mü’minlerin vazife ve sorumluluklar üzerinde durmu, mücazât ve
mükâfat vaad ü vaîdiyle gönülleri ahlandrm ve ruhlarda ürperti hâsl
etmi; dahas, onu bize bir ekmeliyet, bir etemmiyet remzi ve bir rza
yörüngesi olarak sunmu, sunarken de tenezzül dalga boylu bu
armaanyla bize, kimseye nasip olmayan/olmayacak olan en büyük bir
iltifatta bulunmutur. Kur’ân, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’a
(aleyhi ekmelüttehâyâ) bahedilen yüzlerce mucizenin en parla ve
kalc olandr. O, ifadesi, üslûbu, beyan tarz açsndan bir harikalar
mecmuas olduu gibi içtimaî disiplinleri, hukukî kurallar, terbiye
ile alâkal kaideleri, insan, varlk ve kâinat hakkndaki yorumlar;
hemen bütün ilimlerin esaslarna iaret, remiz ve îma, hatta bazen
tasrih ölçüsünde temaslar; idarî, iktisadî, siyasî, kültürel
problemleri çözmedeki alternatif yöntemleriyle her zaman herkesin
bavurma mecburiyetinde olduu/olaca bitip tükenme bilmeyen dupduru
bir kaynak, en karmak ve en bulank dönemlerin dahi bulandramayaca
kadar engin bir ummandr.
Kur’ân’n mânâ enginliini, üslûp ve ifade zenginliini, muhteva
derinliini anlatma konusunda aczimi ve yetersizliimi itiraf ona
saygmn gerei kabul ediyorum. Arz edilen hususlarla alâkal bugüne
kadar bir hayli ey anlatld; hâlâ da anlatlyor ve gelecekte de
anlatlacak.. bütün bu gayretlerin onu tanma, onu duyma, ona ve
getirdiklerine inanma konusunda kâfî ve vâfî olduu açktr ve slâm
nizamn da “mahiyet-i nefsü’l-emriye”siyle aksettirdiinde üphe
yoktur. Ancak, insan, kâinat ve ulûhiyet hakikatinin beyan atlas
saylan engin bir muhtevann bütünüyle ifade edildiini iddia da doru
deildir. Semavî ve lâhûtî olan bir beyan beer idrakiyle ne kadar
seslendirilebiliyorsa, onun da ite o kadar dile getirildii bir
gerçektir. Bu itibarla, ne bizim ne de bakalarnn, bu koskocaman
atlas, fihrist ölçüsündeki bir çerçevede ifade etmemiz mümkün
olmasa gerek. Ne var ki, böyle hayatî bir konunun, ne ifade
zaafiyetimiz bahanesine ne de beyan gücümüzün yetersizliine
balanarak ona kar lakayt kalnmas veya ihmal edilmesi de doru
deildir. Kur’ân’ anlamak herkesin hakk ve anlatmak da doru
bilenlerin vazifesidir. Bilmeyenler her zaman onu anlama peinde
olmal, bilenler de bütün idrak ve ihsas güçlerini onu doru
yorumlayp doru ifade etmede kullanmal ve onun anlalmasn daha bir
yaygnlatrmaldrlar. Zira o, anlalmak ve anlatlmak için Allah
rahmetinin insan akl ü idrakine en büyük armaandr. Onu anlamak hem
bir vazife hem de bir kadirinaslk; anlatmaksa onun nuruna muhtaç
gönüllere sayg ve vefann ifadesidir.
Aslnda o, bütün çalarn sesi-soluu olma liyakatiyle serfiraz bir
beyan mucizesi ve meleklerin na pervane döndükleri kelâm-i ilâhînin
en nurefan ifadesidir. Bu itibarla da ne menba, ne hedefi, ne ilk
temsilcisi/temsilcileri ne de
sinelerde brakt tesir açsndan lâkayt kalnacak bir kitap deildir. O
konuurken melekler sükût murakabesine dalm, rûhânîler secdeye
kapanm, cinler onun sesine soluuna büyülenerek onunla tanmak için
çöllere dümülerdir.
Kur’ân, tekvînî emirlerin beyan ve izah, teriî kural ve kaidelerin
de en salam ve deimez kaynadr. O, varlk, kâinat ve insan doru
okuyup deerlendirmede en salam kriterleri ihtiva eden öyle muhkem
bir kitaptr ki, onun ferdî, ailevî, içtimaî ve terbiyevî
çözemeyecei bir problem yoktur ve bu hususiyetiyle de o, her eyi
sebepleriyle, sonuçlaryla görüp bilen bir Zât’n kuatan ilminden
geldiini haykrmaktadr. O, bu bütüncül bak ve ihata eden engin ifade
ve üslûbunun yannda, muhteva ve mânâ genilii, beyan incelii,
herkesin ilim ufkuna göre açlma sihri ve ruhlara nüfuzu sayesinde
öyle bir güce sahiptir ki, ön yargsz olmalar artyla ulaabildii
herkesi büyülemi ve balarn döndürmütür. Dostlar onu taklit evkiyle,
dümanlar onun sesini kesme hncyla yllar ve yllar boyu ayn malzemeyi
kullanm, ayn konular seslendirmeye çalmlardr ama kat’iyen onun
üslûbunu yakalayamam ve o enginlikte bir beyan ortaya koyamamlardr:
fadeler sun’îlii aamam, söz sarraflarnn takdir ufkuna ulaamam ve
hele asla gönüllerde kalc, yönlendirici bir tesir uyaramamtr.
Onda yerine göre ayr ayr, yerine göre iç içe konular arasnda öyle
ince bir tenasüp ve müzikal bir ahenk vardr ki, birbirinden çok
uzak gibi görünen hususlar arasnda bile insan az bir teemmülle
birkaç iltisak noktasn birden yakalayabilir. O hemen her zaman
hiçbir edip ve söz üstadnn ulaamayaca bir beyan sultanl sergiler ve
bütün bütün insafsz olmayan muhataplarna mutlaka bir eyler
hissettirir;
hissettirir ve onlar idrak ufuklarnn ötesinde daha derin
mülâhazalara sevk eder. Bir de bu müteessir ruhlar insaf edip
kendilerini bu Rabbanî ifade çalayanna salverdi mi, gayr onun dnda
duyup dinledikleri söz eklindeki bütün ifadeler birdenbire âdeta
hrltya dönüüverir.
Her eyden evvel o, kuatan bir ilimden gelmi, insan, tabiat ve bütün
kâinatlarn mânâ, mazmun, gaye-i hilkat ve hikmet-i vücutlarnn dili,
tercüman olmann yannda muhataplarnn da farkl derinliklerine birden
seslenmektedir: O, akla bir eyler söylerken, gönle onun anlayaca
bir dille seslenmeyi ihmal etmez; uura bir eyler duyurduunda,
hisleri nasipsiz brakmaz; muhakeme ve mantkla konutuunda da ruhtan
iltifatn esirgemez. Zâhir-bâtn her latîfe ve hâsse ondan hissesini
alr ve bunlar arasnda ne bir mahrumiyet ne de çeliki söz konusu
olmaz. stidatlar ölçüsünde paylarlar bu semavî mâideyi ve bir ahenk
zemzemesi yaarlar kendi aralarnda.
Gerçi hemen bütün ilâhî beyanlarda, hususiyle de beerî mülâhazalar
dediimiz erh ve hâiyelerin asl metinler içine karmad dönemler
itibaryla, ayn bütüncül bak ve ayn kucaklayclk söz konusudur ama
Kur’ân’da Muhammedî (sallallahu aleyhi ve sellem) ruh ve mânânn
câmiiyeti derinliinde bir ihata ve fâikiyet bulunduu da açktr;
açktr ve ondaki câmiiyet ve muhtevaya denk mükemmeliyette semavî ve
gayri semavî herhangi bir kitap göstermek de mümkün deildir. nsan,
kâinat ve ulûhiyet hakikatlerini bu vüs’atte, vüs’ati içinde bu
incelikte ele alan ve kendine has terkib ü tahlil (sentez ve
analiz) sistemleriyle yorumlayp ortaya koyan bir baka kitap yoktur
dersek mübalâa etmi saylmayz.
Onun ele ald konularn hemen hepsi, açk olan açk, mücmel ve müteâbih
olanlar da Sahib-i eriat’n beyanna veya bir ksm mülhemûnun
ilhamlarna emanet pek çok lâhûtî ve kevnî hakikatlerin en zengin
hazinesi mesabesindedir. O, arz ettii veya tahlile tâbi tuttuu
konulardan hiçbirini içinden çklmaz hâle getirmez; usule taalluk
eden mevzular açk ve net olarak ortaya koyar; teemmül, tefekkür ve
tedebbür isteyen hususlarda tetkik u tahkiki yeler; Allah’a yönelme
imasnda bulunur ve uluorta herkesin üstesinden gelemeyecei konularn
altna girilmesini de tasvip etmez. O, üzerine eildikçe kalblerde,
kafalarda – teemmül derinliine göre– lambalar her an daha bir artan
sihirli bir avize gibi deiik tecelli dalga boyunda yeni yeni
inkiaflara vesile olarak insann zâhir ve bâtn duygularna çeit çeit
ilâhî armaanlar sunar. Vâridât cotukça coar; çiselemeler saanaa
dönüür ve bitmez mevhibeleri, tükenmez güzellikleri ve prl prl
klaryla mütefekkir mütalâaclarna iç içe ölenler yaatr.
Anlayanlar ancak onda anlarlar varl, kâinatlarn arka plânn, insan
ve onun kalb ve ruh enginliini; onun aydnlk dünyasnda kefederler
doru düünmeyi ve tefekkürün hakikî kaynaklarn ve kurtulurlar yanlma
fasit dairelerinden, ihtimallere hüküm bina etmekten. Hazreti
“Allâmü’l- Guyûb”dan gelen bu mucize beyann dnda yanlmayan ve
ihtimallere emanet edilmeyen hiçbir bilgi kayna yoktur. Kur’ân’dr
ki her eyi açk, net ve doru olarak vaz’eder; yanlmaya açk hususlarn
ve teemmüle emanet boluklarn doldurulmasndaki hatalar da bizim
idraklerimize verir. Bu açdan da onu doru anlamak, doru yorumlamak
bizim için bir vazife olduu gibi ona kar da bir vefa borcudur.
Böyle bir borç ve vazife de, ilim, irfan ve ilhamlarn snrll
çerçevesinde her müstaid ve donanml ferdin müktesebat ve Hakk’a
müteveccih yaamasna vâbestedir. Her istidatl gönül, samimiyet ve
Hakk’a teveccühünü ortaya koyarak “Allah rzas ve hakikatin vuzuh ve
inkiaf” der yürür o bahr- i bîpâyânn derinliklerine doru. Sahib-i
eriat rehberi, muhkemât elinden düürmedii feneri ve selef-i salihîn
de klavuzlar, yürür tedebbürle, temkinle, teemmülle ve nefsânîliine
taklmadan o sonsuz ufuk cânibine.. böyle derûnîlerde hata nispeti
az olur; onlarn murad- ilâhiyi yakalama yolundaki gayretleri özel
teveccühlerle mükâfatlandrlr ve bunlarn Kur’ân- Kerim adna ortaya
koyduklar tefsir ve te’viller de Kur’ân farkllnn bir renk ve deseni
hâline gelir.
Aksine yarm-yamalak Arapça ile ve sözlüklerin dar atmosferinde
Kur’ân’ kendi endam ve ulviyetine uygun seslendirmenin mümkün
olamayaca bir yana, böyle bir teebbüs o semavî ifade âbidesine kar
da apaçk bir saygszlktr. O, usulüne uygun olarak bir dilden bir
dile aktarlmal; öyle-böyle tefsirle alâkal her ey çok iyi bilinmeli
ve her yorum “ulûm-u âliye-i islâmiye”ye test ettirilerek ortaya
konmaldr. Bize düen, “Onu, tercüme ile herkesin istifadesine
sunuyorum.” diye onca geniliine ramen lâhî Kelâm’ kendi idrak ve
ifade ufkumuza göre daraltmamaktr.
Aslnda onu, bir tefsir, bir te’vil veya geni bir meâlle herkese
duyurma bu iin uzmanlar için bir vazife; ona kar kadirinas ve saygl
olmann da gereidir. Ancak, salam bir dil bilgisine, belâgat
kurallarna; tefsir, hadis ve fkh usulü… gibi ilim dallarna vâkf
olmadan böyle bir eye teebbüsün de haddini bilmezlik olduu açktr.
O, bir roman tercüme
ediyor gibi tercüme edilemez; kald ki öyle basit bir konuda bile
uzmanlk aranr.
imdi iyi bir meâle doru iz sürerken, “tercüme” neye derler,
“tefsir” ne demektir, “te’vil” ne mânâya gelir, ksaca bunlara bir
göz atalm:
Tercüme; herhangi bir metni veya sözü, hususiyetlerini koruyarak
bir dilden baka bir dile çevirmeye denir. Çeviri bazen, hiçbir
kelimenin mânâs atlanmadan kelime dizileri, terkipler ve terkipler
aras gözetilmi hususiyetler aynyla dier dile aktarma
–aktarlabiliyorsa– eklinde olur ki, buna “tam tercüme” denmesine
karlk; bazen de ya sadece kelimelerin çevirisi yaplr veya münhasran
muhteva aksettirilir ki, bu da eksik bir çeviridir.
Günümüzde belli ölçüde de olsa otomatik tercüme sisteminin gelitii
de söylenebilir; ama bu mevcut teknolojiyle, hatta daha
seviyelisiyle dahi, engin muhteval ve edebî derinlikleri olan
eserleri bir dilden dierine, hem de muhtevadaki bütün hususiyetleri
ortaya koyarak tercüme etmek çok zordur.. hele bu, Allah kelâm ve
açlm da büyük ölçüde zamana, ilhama ve artlara emanetse... Bizim
gibi sradan insanlarn bile biraz düzgünce kaleme alnm eserlerinin
tam tercüme edilemeyecei söz konusu olabiliyorsa, Kur’ân- Kerim
gibi harika ve fevkalâde derinlikleri bulunan muhteem bir beyan
âbidesinin bir mânâda “atmasyon” da diyebileceimiz tercüme ile
seslendirilmesi mümkün olmasa gerek.
slâm ulemasnn pek çou –bunlarn içinde Bediüzzaman gibi kimseler de
vardr– yukardaki hususlar muvacehesinde Kur’ân- Kerim’in tercüme
edilemeyecei kanaatindedirler.
Bazlar da konuya yukarda iaret edilen esaslara riayet çerçevesinde
ihtiyatl fakat biraz daha yumuak yaklarlar.
Merhum Allâme Hamdi Yazr’a göre, asln mânâsna uygun olmas için,
sarahattedelâlette, icmalde-tafsilde, umumda-hususta,
tlakta-takyidde, kuvvette-isabette, hüsn-ü edâda-üslûb-u beyanda
tercüme, orijinal metne müsâvi ve denk olmaldr. Aksine bu çerçevede
gerçekletirilemeyen bir çeviri tam bir tercüme deil, eksik bir
aktarmadr. Bu itibarla da, edibâne bir üslûpla ifade edilmi
herhangi bir nesir veya nazm, o ölçüde gelimi bir dile –her iki
dilin de inceliklerinin bilinmesi artyla– çeviri mümkün olsa da,
hem akla, hem kalbe, hem ruha, hem de bütün hissiyata birden hitap
eden ve iç içe bediî incelikleri hâiz bulunan, olabildiine canl ve
her zaman revnakdar bir eserin tam tercümesinin kabil olduunu
söylemek çok zor olsa gerek. Hele bu eser Allah’a ait, zaman ve
mekân üstü derinlikleri bulunan ve bütün çalara birden seslenen akn
bir beyan âbidesi ise.. evet Kur’ân, Üstad Bediüzzaman’n
ifadesiyle, varlk kitabnn ilâhî bir tercümesi; tekvînî emirlerin
sesi-soluu; eyâ ve hâdiseler çerçevesinde farkl dillerin hak
söyleyen tercüman; dünya ve ukbânn apaçk dilli müfessiri; göklerde
ve yerde gizli ilâhî isimler hazinesinin keâf; her eyin arka
plânndaki esrarn srl anahtar; öteler ve öteler ötesinin bu âlemde
mütecellî fasih lisan; o prl prl hâliyle slâmiyet âlem-i
mânevîsinin günei, temeli, hendesesi; âhiret âlemlerinin her eyi
gayet açk çizgileriyle ortaya koyan mukaddes haritas; Cenâb- Hakk’n
zât, sfât, esmâ ve bütün muallâ e’nlerinin sesi-sözü ve en vâzh
tefsiri, en kat’î beyan; topyekün insanlk âleminin yanltmayan
biricik mürebbisî; var olduu günden beri slâm âleminin havas, suyu,
ziyas ve bütün âlemlerin Rabbi, Hâlk bir Zât- Ecell ü
A’lâ’nn kelâm, ferman, hitabdr ki, nazm ve mânâs itibaryla da pek
çok derinlikleri bulunan böyle bir kitabn tercüme yoluyla baka bir
dile aktarlmas mümkün olmasa gerek...
Böyle bir yaklam, Kur’ân- Kerim asla anlalmaz eklinde de
yorumlanmamaldr; zira her eyden evvel o, anlalmak ve yaanmak için
insanla gönderilmi bir kitaptr. Ancak onda öyle derin ve çok mânâl
elfaz, öyle çok katmanl bir muhteva vardr ki, teker teker kelimeler
anlalsa ve terkiplerden bir eyler hissedilse de, kat’iyen tercümeye
strlamayan pek çok ibare edal, iaret eksenli, iktiza televvünlü ve
delâlet derinlikli hakikatlerin açkta kald müahede
edilecektir.
Aslnda fakir, Kur’ân’ insafla nazar- itibara alabilen her insaf
ehlinin bu hususlar görüp duyabilecei, duyup ürperecei ve onun
basit bir tercümeye emanet edilemeyecek kadar aziz ve akn olduunu
itiraf edecei kanaatindeyim. Bu itibarla da denebilir ki, tercüme
dediimiz ey, mütercimin bilgisi, mârifeti, idrak ufku ve istidad
ölçüsünde baz eyler ifade etse de, kat’iyen Kur’ân’ bütün
derinlikleriyle aksettiremez; dolaysyla da hiçbir meâl, hiçbir
te’vil ve hiçbir tefsire Kur’ân denemez...
TEFSR ve TE’VL: Biz hepimiz ona muhtacz ve farkl seviyelerde de
olsa onu
anlama mecburiyetindeyiz. Eer onun özüne nüfuz etmek ve “mahiyet-i
nefsü’l-emriyesi”ne göre anlamak, sonra da bakalarna anlatmak
istiyorsak, mutlaka onu tefsir usulüne göre ilim ve hikmet erbabnn
hazrlayp istifademize sunduu/sunaca geni bir tefsirde takip
etmeliyiz; etmeli ve
kâinatlar geniliindeki bir muhtevay kendi bilgi, mârifet ve idrak
darlmzla daraltmamalyz.
Tefsir, bir metin ve sözün muhtevasn tam aksettirebilme gayretiyle
ortaya konan yorum; Kur’ân- Kerim’e bakan yönüyle dilbilgisi,
belâgat kurallar, âri’in tavzihi, saff- evveli tekil edenlerin
anlaylar ve bunlarn yannda akl nuru ve kalb ziyas da ihmal
edilmeden ilâhî beyann yorumlanmas demektir ki, imdiye kadar yaplan
tefsirlerin pek çounda bu esaslara riayet edildii söylenebilir. Ne
var ki, yukardaki hususlardan bazlarnn öne çkmasyla da tefsir farkl
unvanlarla anlr: Efendimiz’in söz, beyan ve deiik anlatm yollaryla
ortaya koyduu yorum ve tavzihlerin yannda, o gün konuulan dili iyi
ve doru anlayan sahabe-i kiram efendilerimizin mütalâa ve
mülâhazalarna dayanan tefsire “rivayet tefsiri”; bu hususlarn dnda,
dil, edebiyat ve daha farkl ilim dallarndan da dorudan doruya veya
dolayl yollarla istifade edilerek ortaya konan yorumlara da
“dirayet tefsiri” –frsat el verirse bu konuya yine dönebiliriz–
denir.
Balangçta Kur’ân- Kerim yine Kur’ân’la, ikinci derecede de
Sünnet’le tefsir ediliyordu. Onun yorumlanmasnda, Efendimiz’in her
konuyla alâkal açklamalar, her zaman müracaat edilecek en güvenilir
kaynaklard ve ashab- kiram efendilerimiz de bu “menhelü’l-
azbi’l-mevrûd”u çok iyi deerlendiriyorlard. Aslnda onlar büyük
çounluu itibaryla kendi dillerinin inceliklerini iyi biliyorlard ve
takldklar çok fazla ey de olmuyordu. Açklanmasna gerek duyulan
eylerin çou da ya vahy-i metlüvle beraber Sahib-i eriat tarafndan
ifade buyuruluyor veya onlarn sorularna cevap sadedinde yine ondan
erefsudur oluyordu.
Zamanla, bu mevzuda vârid olan bütün beyanlar, tavzihler, tefsirler
bir araya getirilerek geni geni müdevvenler oluturuldu ki, böyle
bir gayretin esas ta baz sahabe efendilerimize gidip dayanmaktadr.
Tâbiûn döneminde bu tür faaliyetler daha da genileyerek sürdürüldü
ve sonraki asrlara oldukça ciddî bir miras intikal etti. Milâdî
onuncu asrdan sonra Muhammed bn-i Cerir et-Taberî gibi muhakkikîn
tarafndan bu miras çok iyi deerlendirildi ve koca koca müdevvenler
meydana getirildi. te, Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem)
rivayet edilenlerin yannda, sahabe ve tâbiûndan hatta tebe-i
tâbiînden nakledilen hadis ve eserlerin mecmuundan meydana gelmi bu
tür külliyat daha sonrakiler için hep salam bir kaynak tekil
etmitir.
bn-i Cerir et-Taberî’den sonra ayn zamanda iyi bir dil üstad da
olan Mu’tezile bilgini Zemaherî Keâf ismindeki tefsiriyle dirayet
tefsircilerinin öncülerinden saylr. Fahreddin Râzî’nin
Mefâtîhü’l-Gayb nam tefsiri sünnî tefsir düüncesinin en güçlü
seslerindendir ve bu gelenein önemli bir temsilcisi kabul edilir.
Beyzâvî’nin Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t- Te’vîl’i tefsir
silsilesinin ehemmiyetli halkalarndandr ve Zemaherî’nin i’tizâlî
mülâhazalarna cevaplar ihtiva etmesi açsndan da ayr bir önemi
hâizdir.
Daha sonralar ise, rivayet ve dirayet tefsirlerinin yannda tasavvuf
ve fkh çizgisinde de bir hayli eser ortaya konmutur. Ebu’l-Leys
es-Semerkandî, Beavî, bn Kesîr, Celâleddin es-Suyûtî, Ebu’s-Suûd,
Kemalpaazâde, smail Hakk Bursevî, Âlûsî Badâdî, Konyal Vehbî ve
Allâme Hamdi Yazr… gibi pek çok mümtaz sima bu mübarek gelenei
devam ettirenlerden sadece bazlar.
Büyük çounluk itibaryla bu zevat ve emsalleri tefsir konusunda
oldukça hassas davrand; Kur’ân- Kerim’deki makasd- ilâhiyeyi doru
anlamak için yapmalar gereken her eyi yapt ve bu konuda insan üstü
bir cehd ü gayret sarfettiler: Kur’ân- Kerim indii dönem itibaryla
saff- evveli tekil eden sahabe tarafndan kelime kelimesine nasl
anlald, nasl yorumland ise onlar fevkalâde bir titizlikle tesbite
çalt; muhkemât esas alarak mülâhazalarn yine Kur’ân ve Sünnet-i
sahîha disiplinleriyle test etti; böylece Kur’ân dümanlar tarafndan
yorum ve te’vil adna ortaya atlan muzahref bilgi krntlarn ayklad ve
murad- ilâhîyi doru anlayabilmemiz için harikulâde bir sa’y ü
gayret gösterdiler.
Tefsir hakknda bu umumî çerçevenin yannda Hamdi Yazr merhumun da
bir ksm önemli mülâhazalar var: Ona göre, kapal bir eyi açmak ve
ona vuzuh kazandrmak demek olan tefsir, Allah kelâmndan O’nun
muradna uygun mânâlar çkarmak ameliyesi demektir.
Kur’ân- Kerim, nazmnn âlemümul enginlii ve ebedlere kadar herkese
bir eyler anlatabilme derinliiyle hususî ve müstesna bir kitap
olmas müsellem, farkl çalara, farkl milletlere ve deiik ilmî
seviyedeki insanlara hitap edebilme ve muhataplarnca rahat anlalma
gibi özelliklerinin yannda hafî, mükil, mücmel, müteâbih türünden
derin yanlar da bulunan hikmetnüma bir beyan mecmuasdr. Bunlarn ilk
üçündeki derinlik ve hafâ ehl-i ilim tarafndan ancak bilittifak
vuzuha kavuturulabilir; dördüncüsündekinin ise, ilimde rüsuh bulmu,
muhkemâta bal, müteabihâta açk muhakkikînin tefsir ve te’viline
emanet edilmesi yelenmitir.
Evet, Kur’ân- Kerim’den hemen herkes baz eyler anlasa da onu bütün
derinlikleriyle kavrayp ihata edebilmek, bu alanda gerekli donanm
olan tefsir ve te’vil erbabnn iidir. Onlardr ki, hafî ve mükili
anlamada hem dil kurallarn göz önünde bulundurur, hem usule
riayette titizlik gösterir; ölesiye bir teemmül, tedebbür ve
tefekkürle murad- ilâhîye ulamaya çalr; mücmeli yorumlamada da
bütün bunlarn yannda mutlaka Sahib-i eriat’n konuyla alâkal izah ve
tafsiline müracaat ederek vahy-i metlüvvü vahy-i gayri metlüvle
test eder; rivayeti dirayetle ve dirayeti de rivayetle
derinletirirler. Zannediyorum, tefsir tarihi boyunca hakikî
müfessirler de hep böyle hareket edegelmilerdir.
Te’vile gelince; o, bir söz, bir tavr ve bir davran, bunlarn
muhtemel bulunduu mânâlardan birine hamletme veya çevirme anlamna
gelmektedir. Vâka bazlar te’vile, ifade ve davranlarn akln zahirine
muhalif ekilde yorumlanmas da demilerdir ki, buna, görülüp duyulan
bir eyi akla ilk gelenden baka ve hemen anlalmayan ma’kulâtla
yorumlama demek de mümkündür. mam Ebû Mansur Maturidî’nin, tefsire,
sahabe-i kiramn Kur’ân yorumu, te’vile de tâbiûn ve daha
sonrakilerin mütalâa ve mülâhazalar eklinde bir yaklam da söz
konusudur ki üzerinde ayrca durulmaya deer...
Aslnda “e-v-l” maddesinden gelen te’vilin, herhangi bir lâfzn
muhtemel bulunduu mânâlardan birinin tercih edilip öne çkarlma
mânâs itibaryla da uzak-yakn lâfzn muhtemel bulunmad mânây/mânâlar
“tefsir” ve “te’vil” deyip ortaya koymak yanltr.
Ayrca herhangi bir söz ve bir beyann te’vili diye ortaya konan
mânâya delâlet edecek bir iaret veya o mülâhazay
destekleyecek aklî-naklî bir karinenin bulunmas da esastr. Aksine
bir karine, bir iaret ve mâkul bir emare olmadan lafzn delâlet
ettii eyi görmezlikten gelerek “mecaz” ve “kinâye” deyip kelime ve
cümlelere farkl mânâlar yüklemek bâtldr ve bunun bir kymet-i
harbiyesi de yoktur.
Te’vilden hâsl olan eye bir mânâda meâl de denegelmitir ki, buna
eksiiyle-gediiyle elfâzn muhtemel bulunduu mânâlardan bazlarnn
tercihen ortaya konmas da diyebiliriz. Meâl, bir tercüme olmad gibi
tam bir tefsir de deildir. Onda yer yer tefsir muhtevas içinde
görmeye alk olduumuz konulara girildii de olur ama o yine kendi
çerçevesinde bir meâldir.
ELNZDEK MEAL HAKKINDA: lk asrlardan günümüze, seviyeli-seviyesiz
tercüme
türünden bir ksm çevirilerin yannda bir hayli de meâl ve tefsir
yazld.. u anda da yazlyor.. bundan sonra da yazlmaya devam
edecektir. Biz, Kur’ân ruhunun seslendirilmesi ve lâhî maksatlarn
anlalmas adna gösterilen bütün samimî gayretleri alkladk ve
alklyoruz. Hele bu gayret ve çabalardan, zaman ve onun özel
yorumlar, içinde bulunduumuz artlar ve onlarn doru okunmas, makasd-
eriat ve onlarn Kur’ân ve Sünnet-i sahîha ruhuna uygun kavranmas,
telâhuk-u efkârla zenginlemi düünceler ve bu sayede her eyin daha
net, daha açk görülüp sezilmesi... gibi hususlar da göz ard
edilmemise/edilmiyorsa...
Bu cümleden olarak Ali Ünal beyin Kur’ân’a hizmetlerini takdirle
yâd ediyor ve daha pek çok hayrl ie imza atmasn diliyoruz.
Fakir, ahsen bu kardeimizi de, hakikat ak ve ilim itiyakyla gerilmi
baz simalar gibi içinde bulunduumuz ça iyi okuyanlardan ve
günümüzün problemlerine çare arayanlardan biri olarak görüyorum.
Günümüzde bir hayli Kur’ân okuyan, okuduu Kur’ân’da makasd-
sübhâniyeyi kefe çalan var. Buna saff- evveldekilerin Kur’ân-
Kerim’e bak gibi bakanlar da diyebiliriz. Ali Ünal beyin onlardan
biri olduunda üphe yok. Her eyden evvel o, Kur’ân’n sesine yabanc
olmayan biri.. slâmî konularda baknn düzgün olduunu rahatlkla
söyleyebilirim. Ayn zamanda onu, sk sk kendisiyle yüzlemesi ve
inandklarn rahatlkla dillendirmedeki cesaretiyle de bir entelektüel
sayabiliriz. Ayrca dinî konularda doruya ulama azmi, istiareye önem
vermesi, hata etme endiesi ve hatalarndan dönme rahatl da onun
Hakk’a yakn durmasnn göstergelerindendir.
Tanyabildiim kadaryla onun, Kur’ân’n te’vil ve tefsirinde ya da
geni bir meâlle Müslümanlarn istifadesine sunulmasnda “Bu iin en
mükemmelini ben yaptm” gibi bir iddias olmad; aslnda hiçbir
kimsenin de böyle bir iddias olmamaldr. Bu konuda onun da, ondan
öncekilerin de ve daha sonrakilerin de gayretleri ve Kur’ân’a
hizmetleri müktesebât, samimiyet ve Allah’n teveccüh ve inayeti
ölçüsünde olmutur/olacaktr.
O da pek çok muasr te’vil ve tefsirci gibi her zamanki hnçl
mütecavizlerin yannda dümanlkla oturup kalkan münafklarn
yönelttikleri tenkit edal sorulara “tefsir usulü” disiplinlerine
sadk kalarak cevap verme cehdi içinde olmu; isabetli cevaplar
vermi; yerinde çada tefsir ve yorumlara müracaat ederek günümüzün
diliyle bize bir eyler anlatm ve hep bütün samimiyetiyle Kur’ân’n
yannda durmaya
çalmtr; iddiasz fakat kararl, doruyu bulmaya azimli ancak yaptklarn
da tashihe açk özel duruunu hiç mi hiç taviz vermeden sürdürmeye
çalmtr.
Meâlinde eski-yeni, Sünnî-iî deiik kaynaklara müracaat edildii
açkça görülüyor. Ben bunu bir lüks olarak deil de herkese Allah’n
söyletmi olabilecei güzel bir tahmin ve tespiti yakalama gayreti
gibi görüyorum. O, “lim mü’minin yitiidir, nerede görülürse
görülsün alnmaldr.” esprisinden hareketle muhkemâta tevfikan bulduu
her hakikati kitabna alp herkesin istifadesine sunma
peindedir.
Kur’ân- Kerim’in tefsir, te’vil ve meâlinde, bu hususlarla alâkal
gerekli bilgilerin yannda, Allah’n muradn yakalama veya ona ulama
mevzuunda yine O’nun tevfikat- sübhâniyesi çok önemlidir. O olmadan
hiçbir ey doru kefedilemez, anlalamaz ve seslendirilemez. Bana göre
Ali Ünal beyin Kur’ân’ doru anlama ve anlatma cehdi tam.. Kur’ân’a
ve slâm’a yöneltilen eski-yeni itirazlara ve isnatlara kar aratrma
azmi ve gayreti yerinde.. Pozitivist bir kesimin her eyi maddi
tecrübe ve maddi müahedeye ircâ gayretlerine kar Allah Kelâm’na
olan güven ve itimad tam mü’mince. Ancak bütün bu olumlu tavr ve
davranlara gerçek anlam ve deer kazandracak da yine tevfik, yine
Hakk’n özel inayeti olacaktr; biz, yazlan, çizilen ve söylenilen
her eyin o inayete bal gerçeklemi olmasn dileriz.
Dünden bugüne Kur’ân- Kerim’in tefsir ve te’viliyle alâkal bir
hayli kitap ortaya konduu gibi, ona ve muhtevasndaki baz hususlara
yöneltilen itirazlara da tekrar ber tekrar cevaplar verildi. Bundan
sonra da pek çok tefsir ve meâl yazlacak; yeni yeni itirazlara
cevaplar verilecek ve bu
hep böyle sürüp gidecektir: Evet, kim bilir Kur’ân ve muhtevas
etrafnda daha ne üpheler üretilecek.! bilmem daha kaç kez zihinler
bulandrlmak istenecek.! o ezeli dümanmz blis, iman itibaryla henüz
oturaklamam nice kimseler üzerinde akla-hayale gelmedik ne oyunlar
oynayacak.! eytan, insî ve cinnî bugüne kadar ad duyulmadk ne
senaryolarla insanlar batan çkaracak.. ve insanmz kendi deerleri
adna kim bilir daha kaç kere tereddütlere düürecek ve sarsntlar
yaatacaktr! Bunlar bugüne kadar muttasl olmutur ve olacaktr da; ama
Ali Ünal bey gibi yüzlerce gayret-i diniye sahibi de bunlara kar
duracak; deimeyen o yüce hakikatler mecmuasn bir kere daha açacak,
bir kere daha konuturacak ve her eyden daha aziz bildikleri bu
Kelâm- Kadim’in te’vil ve tefsirine koacaklardr.. evet, eytan ve
avenesinin o en güçlü ifsat sistemlerine karlk “Hizbu’l-Kur’ân”n
müdafaas da hep devam edip duracaktr.
te bu meâli de, bugüne kadar yaplanlar çizgisinde böyle bir cehd ü
gayretin ürünü görebilirsiniz. Onda yer yer bir meâl çerçevesini
aan konulara girilerek bir ksm münkirlerin yannda baz
oryantalistlerin ve bunlarn tesirinde kalan baz cahil mukallitlerin
ortaya attklar üphe ve tereddütlere mâkul cevaplar verilir,
vicdanlarda itminan hâsl edecek doneler ortaya konur ve sk sk
Kur’ân’n yenilmez gücüne göndermelerde bulunulur.
Meâlde Kur’ân’n temel unsurlarna mütemâdi telmihlerle dikkat
çekilir: Tevhid, nübüvvet, hair ve ibadet, Üstad Bediüzzaman’n
yaklamna ballk içinde münasebet geldikçe ele alnr ve farkl
derinlikleriyle ortaya konmaya çallr. mann özü, esas ve inkiaf
yollar sk sk
hatrlatld gibi, ibadetin ruh ve manâsna taalluk eden konular
üzerinde de srarla durulduu görülür.
Meâl; iman, küfür, nifak ve bunlarn eski-yeni temsilcileriyle
alâkal pek çou itibaryla “yeni” diyebileceimiz bir hayli bilgi
sunar okuyucusuna. Onda bir tefsir çerçevesinde ele alnr Bakara
konusu: srailoullar’nn tarihî sergüzetisi; harp ve sulh mevzular;
Âl-i mran ve Hazreti Mesih hakikati.. kadn haklar, haram-helâl
hususlar. Belli ölçüde de olsa hikmet edâl bir üslûpla
seslendirilir bu meâlde Cennet, Cehennem, A’râf ve çarpk düüncelere
verilen cevaplar. Kssalardaki hikmet araynda da ciddî bir cehd ve
gayretin izleri müahede edilir. srâ, Miraç, Ashab- Kehf, Hazreti
Musa-Hzr arkadal ve Zülkarneyn’le alâkal konular bir meâlde görmeye
almadmz, tefsir edâl bir üslûpla ortaya konur.. ve âdeta bir
mücellet içinde tefsir ve te’vil kitaplarnn muhtevas ifade edilmeye
çallr gibi bir gayret hissedilir eserin her tarafnda.
Meâl batan sona bu mülâhazalara bal götürülse de bu hususlarn
bütününü burada misallerle göstermek mümkün deildir. Ancak biz her
eye ramen, son sûrelerde, bilhassa üzerinde durulan bir ksm
konulardan baz örnekler vermekte fayda mülâhaza ediyoruz:
Mülk sûresinin 4. âyetinin yorumunda, Bediüzzaman üslûbuyla, u
hususlar hatrlatlr: “Semalar temaa ve üzerlerinde tefekküre çaran
bu âyet bize hilkatin çok geni alanl cereyanna ramen her eyin gayet
mükemmel ve güzel bir sanat eseri olarak ortaya konduunu,
olabildiine kolay ve külfetsiz yaratlmasna karlk fevkalâde nizam ve
intizam içinde var edildiini; “birdenbire” diyeceimiz bir süratle
halk edilmelerine mukabil olabildiine ölçülü yaratldklarn
ve bütün bunlarn yannda ferdiyet ve ahsiyetlerinin korunduunu ifade
eder.” denilerek gönüllerimize tercüme üstü çok eyler
fsldanr.
Keza, Dehr sûresinin 1. âyetinin mealine bal derkenar u hususlarn
kaydedildiini görürüz: “nsan, varlk aacnn çekirdei olduu gibi ayn
zamanda onun meyvesidir. Yani varlk aac bir mânâda bu çekirdekten
çkmtr. Bir aaç, mânâ, muhteva, öz açsndan çekirdekte kodland gibi
kâinat da insan hakikatinde kodlanmtr denebilir. Bu itibarladr ki,
insan bir fihrist ölçüsünde kâinatlarda bulunan her eyi muhtevi
olan bir varlk kabul edilegelmitir.”
Meâlde zaman zaman modern yorumlara da yer verilir ve bize tefsir
vüs’atinde geni bilgiler sunulur. Meselâ, Mülk sûresinin 5.
âyetinin meâline bal 1993 ylnda Milletleraras Meteor Tekilat’nn
verdii bilgileri deerlendirme sadedinde unlar söylenir: Tekilatn da
ifade ettii gibi, meteor saanaklar hâlâ srrn koruyan birer
hâdisedir ve önceden tahmin edilmeleri de çok zordur. Evet, bu
husustaki âyetler önemli birer referans kayna olmalarna ramen henüz
tam deerlendirildiklerini söylemek mümkün deildir.
Meâlde, müteâbih âyetler de, hakikati Allah’a havale edilmenin
yannda Sünnî telâkkiye göre yoruma tâbi
tutulurlar. Meselâ, (Mülk/16) âyeti öyle mânâlandrlr: “Her eyin
üzerinden her nesneyi gören ve kontrol eden Zat’n sizi yerin dibine
geçirmeyeceinden emin mi oldunuz?” denilir ve daha baka bir ksm
hususlara da vurguda bulunulur.
Çok defa kelime ve cümlelerin ifade ettikleri mânâlarn ötesinde
siyak-sibak ve bütün hey’etten anlalan umumî mefhum meâl olarak
sunulur ve tercümelerde rastlanmadk bir farkllk ortaya konur. Gerçi
böyle bir üslûpta çok parantezler açlr-kapanr, ama tefsirlerde
olduu gibi mazmunun ve mantukun daha bariz ekilde ortaya
çkmas
açsndan yararl da olabilir. Meselâ, (Kalem/18) âyetine, “Hiçbir
istisnada bulunmadlar; (ne inaallah diyerek Allah’n Meîeti’ni
hesaba kattlar ne de muhtaçlarn payn düündüler.)” eklindeki meâl
türünden pek çok örnek göstermek mümkündür...
(Cin/18) âyetinin meâlinde “Her nerede ibadet edilirse edilsin
ibadet Allah içindir. (Kiinin onlarla ibadeti gerçekletirdii
uzuvlar da Allah’n yaratmasyla
Allah’a aittir)” demek tercih edilir. (Müzzemmil/4) beyan-
sübhânîsi, “Sükûnet içinde, harf ve kelimelerin hakkn vererek,
zihin ve kalbini onun üzerinde tam teksif edip öyle Kur’ân oku!”
eklinde meâllendirilir. Bunlarn misallerini çoaltmak mümkündür ama,
biz bu hususta da bu kadaryla iktifa etmek istiyoruz.
Müellifimiz, bazen geçmi büyük müfessirlerin tefsirlerinden aynyla
iktibasta bulunur ve onlarn yorumlarn kendi tefsir ve te’villerine
tercih eder ki, meâlde bu hususla çok skça karlarz. Meselâ, Hâkka
suresi 17. âyetinin meâlini arz ederken Allâme Hamdi Yazr’n bn-i
Arabî ve emsalinden naklettii, Rabb’in Ar’n tayan sekiz melekle
alâkal oldukça ciddî bilgiler sunar.
Yanl yorumlara çekilebilecek yerlerde ciddî ciddî durur ve anlay
sapmalarna meydan vermemeye çalr. Meselâ, “Allah sizi bir bitki
gibi yerden bitirdi” (Nuh/17) meâlindeki âyete hâiye düerek unlar
söyler: “Evrime mesnet arayanlar bu âyeti hevâlarna göre yorumlamak
istemektedirler; oysa ki, bu beyan- sübhânîde insanln meneinin su,
toprak, hava… gibi unsurlarn bileiminden, o Kadîr-i Mutlak’n var
etmesiyle meydana geldii anlatlmaktadr. Bundan ne evrim çkarmak ne
de evolüsyona mesnet bulmak mümkündür.”
Bu eserde, esbâb- nüzûl üzerinde de srarla durulduu görülür ama
meâller sebeplerin darlna emanet edilmez; usûl-ü tefsir kurallarna
uygun olarak konulara daha farkl bir perspektifle baklr. Meselâ,
Abese sûre-i celîlesinde bilinen sebeb-i nüzûlun dnda daha baka
mülâhazalarn da var olabileceine dikkat çekilir ve farkl
mütalâalarda bulunulur.
Ben, bu istikamette ortaya konmu tefsir ve te’villerden insanmzn
istifade ettii gibi bu meâlden de yararlanacana inanyorum. Ortaya
konmu bir gayret var; bunun ilâhi inayete vesile olmasn diler ve
deyip ettiimiz eylerden ötürü Cenâb- Hakk’n afv u mafiretine
snrm.
BU MEAL ÇALIMASI HAKKINDA imdiye kadar Türkçe’de ve baka dillerde,
Kur’ân-
Kerim’in bu dilleri konuanlarca en azndan sathî de olsa
anlalabilmesi için çok sayda meal çalmas yaplmtr. Her bir çalmann,
üphesiz dierlerine oranla üstün olan ve olmayan yanlar vardr. u
kadar ki, hemen her mealin eksiklikleriyle birlikte, çou meallerde
büyük anlama ve meal verme hatalar yapld da bir gerçektir.
Hayatn Kur’ân’a vakfetmi önemli bir zatn tevikleriyle cüret edilen
ve balangçta muhterem Profesör Dr. Suat Yldrm Hocaefendi’nin meali
temelinde ngilizce olarak düünülen bu çalmann, benzerlerinden üstün
olduu gibi bir iddia tamyoruz. Fakat, onlardan ayr olarak, yeni bir
çalma yapm olmann elbette baz sebepleri vardr ki, bu çalmayla
ilgili olarak bu sebepleri öyle sralayabiliriz:
Daha önce de ifade edildii üzere, Kur’ân’n pek çok âyetinin kendi
bana bamsz bir varl ve anlam bütünlüü olduu gibi, âyetlerden pek
çounun hem kendi aralarnda hem de Kur’ân’n bütünlüü ile içten bir
münasebeti de vardr. Bu sebeple, âyetlerden pek çouna meal verirken
bu husus ve dolaysyla bu âyetlerin doru anlalmasnn, bütünlüü içinde
Kur’ân’ anlamay ve bütün Kur’ân’ mümkün olduu ölçüde göz önünde
bulundurmay gerektirdii asla gözden uzak tutulamaz. Çalma boyunca
bu nokta mümkün olduunca dikkate alnm ve öyle yaplmas gereken her
âyet, siyak ve sibak (kontekst) ve Kur’ân’n bütünlüü içindeki yeri
nazara alnarak meallendirilmitir.
Rahatlkla denebilir ki, Kur’ân hakknda meal çalmas yapmak, tefsir
çalmas yapmaktan çok daha zordur. Tefsir çalmasnda muhtemel manâlar
sralanr; oysa meal çalmasnda bu manâlardan biri veya ikisi tercih
edilecektir ve bu manâlar ile Kur’ân’n bütünlüü ve konuyla ilgili
âyetler arasnda çeliki olmayacaktr. Bu çalmada bu husus azami göz
önünde tutulmutur ve nasl Kur’ân’da hiçbir çeliki yoksa, bu mealde
de inaallah herhangi bir çeliki yer almamas için gösterilebilecek
gayret gösterilmitir denebilir.
kinci olarak, meal hiçbir zaman tercüme demek deildir. Türkçe’ye
özellikle Arapça’dan yaplan pek çok tercümede olduu gibi, pek çok
Kur’ân mealinde de ne yazk ki manânn anlalmadan kelime kelime
tercümeye gidildii görülmektedir. Bu ise, pek çok âyette neyin
kastedildiini kapal brakmakta, zihinde herhangi bütün bir anlam
olumasna mâni olmaktadr. Bu çalmamzda her bir âyetten anlalan manâ
verilmeye, herhangi bir âyet en azndan en belirgin manâsyla kapal
braklmamaya çallmtr.
Üçüncü ve önemli bir husus olarak, Kur’ân’n muhkemi, müteabihi,
mutlak, mukayyedi, mücmeli, müfesseri vb. vardr. Âyetler âyetleri
tefsir eder. O’nun bütün bu özellikleri, mükil-i Kur’ân,
garîbi’l-Kur’ân gibi ilimlerin domasna yol açmtr. Âyetleri anlamak
ve bir meal çalmasnda en azndan ilk anlam olarak bir kapalln
kalmamas için bu hususa da gereken önemi vermek ve bu konuda yazlm
eserlere de müracaat etmek gerekmektedir. Bu çalmamzda bu noktann
da elden geldiince dikkate alnd söylenebilir.
Garîbi’l-Kur’ân, özellikle Kur’ân’n baz kavramlar üzerinde younlar.
Kur’ân, pek çok kelimeyi kavramlatrm ve anlamnn, mesajnn önemli bir
ksmn
onlar üzerine bina etmitir. Meselâ Kur’ân, Allah’n ismi, fahây,
bayi haram ettiini buyurur. Dolaysyla nelerin, hangi davran, söz ve
uygulamalarn ism, fahâ ve bay olduunu tesbit etmek gerekir. Ayrca,
fitne, fesat, dalâlet, hidayet, israf, takva, ihsan gibi ve daha
baka onlarca kelimenin, kavramn geni yelpazeli ve derinlikli
anlamlar vardr ve bunlar, her geçtii yerde ayn tek anlama
gelmezler. Bu sebeple, bunlarn geçtikleri her bir âyette hangi
anlama geldikleri de oldukça dikkat isteyen bir husustur. Bu
çalmamzda bu noktaya da gerekli önemi verme gayreti içinde
olunmutur.
Üstad Bediüzzaman hazretleri, zaman zaman, Kur’ân- Kerim’in çok
sayda i’câz unsurlarndan bilhassa lâfzn muhtemel bulunduu manâ
derinliklerine dikkat çeker. Meselâ, Fâtiha Sûresi’nin banda yer
alan el-Hamdü kelimesindeki el harf-i tarifinin istirak ifade
etmesinden hareketle, “lk insandan bu yana, kim kime hangi sebeple
hamdde, teekkür ve senâda bulunmusa, bunlarn hepsi Allah’a attir.”
der. Bu sebeple, el-hamdü’nün bir mealde yer verilmesi gereken en
ksa manâs, “lk insandan bu yana, kim kime ne için hamdde bulunmusa,
hamdin tamam” demektir. Ayn ekilde, ârâtü’l-’câz isimli, Kur’ân
tefsiri anahtar denebilecek muhteem eserinde ve Kur’ân- Kerim’in
i’caz özelliklerinden bahsettii 25. Söz’de, “Kendilerine rzk olarak
verdiklerimizden infak ederler.” mealli âyetten (Bakara Sûresi/2:
3), yine kelimelerin karakterinden ve diziliinden hareketle infakn
pek çok kurallarn istinbat eder. Söz gelimi, âyetin bandaki min,
‘ba’zyet’ ifade ettiinden, manânn, “Rzk olarak verdiklerimizin
tamamn deil, bazsn infak ederler, israfta bulunmazlar.” eklinde
olduunu belirtir. Mimmânn, dolayl tümleç olarak fiilden önce
gelmesinden,
ancak kendi malndan infak edenin infakta bulunmu olaca; Razaknâ
ifadesinden, kendisinden infakta bulunulan mal verenin Allah olduu,
dolaysyla verenin verdii ahsa kar minnette bulunmamas gerektii;
‘biz’ manâsna gelen nâdan ayrca, verenin vermekle fakir düeceinden
korkmamas, çünkü onun asl kaynann Allah olduu; rzkn mutlak olarak
anlmasndan, mal, ilim, fikir gibi kiinin sahip klnd her varlktan
infakta bulunulaca; “infak ederler” manâsna gelen yünfikûn fiilinin
nafaka ile ayn kökten gelmesinin ise, infak edilen maln sefahat
yolunda deil, zarûrî ihtiyaca harcanmas icap ettii anlamlarn çkarr.
Ayrca, yünfikûn fiilinin muzari olarak gelmesi, vermenin bir defaya
mahsus olmadn ortaya koyar. Ksaca, asl üç kelimeden oluan bu âyetin
en ksa manâs, “Kendilerine rzk olarak ilim, fikir, güç, kuvvet, mal
ne vermisek, onlarn bir ksmn, verenin Biz olduu inancyla minnet
etmeyerek ve vermekle fakirlik korkusuna dümeden, muhtaçlara zarûrî
ihtiyaçlarnda kullanmalar üzere verirler.” eklindedir. te bu meâl
çalmasnda bu noktay ksmen ve yer yer tebarüz ettirme gayreti içinde
olduk.
Âyetlerde kullanlan kelimelerin manâ, yap ve karakterleri, farkl
farkl ve en ksa bir meal çalmasnda bile kendilerine yer verilmesi
gereken anlamlara kaynaklk etmektedir. Meselâ, Bakara Sûresi 34.
âyette, Hz. Âdem’e secde emrine kar çkan varlktan blis olarak
bahsedilirken, 36. âyette ise, O’nu cennetten çkarmak için
kendisine bir hile ile yaklaann eytan olduu ifade buyurulur. Artk
blis lâhî rahmetten kovulmu ve blis iken eytan olarak anlan bir
varlk olmutur. Bu arada olup biteni eytan kelimesinin karakterinden
ve manâsndan çkarmak mümkündür ve
herhalde bu, bir meal çalmasnda tebarüz ettirilmelidir. Bu bakmdan,
36. âyete u ekilde meal vermek muvafktr.
(Kibir ve gururuna yenik düerek Allah’n emrine isyanla küfrünü
ortaya koyan ve hem lâhî huzur ve rahmetten, hem de cennetten
kovulup insana da düman kesilen) eytan, (daha önce kendisine kar
uyarmamza ramen Âdem’e ve eine yasaklanm aaçtan tattrarak) ayaklarn
kaydrd ve onlar bulunduklar halden ve yerden çkard. Biz de, “nin,
artk kiminiz kiminize dümansnz (ve böyle bir hayat süreceksiniz.
Zaten içindeki her ey sizin için yaratlm bulunan ve orada
hilâfetiniz takdirim olan) yeryüzünde belli bir süreye kadar mesken
tutup kalacak ve oradan tam yararlanacaksnz.” dedik.
Kur’ân’a meal vermede bu husus çok önemli olmakla birlikte, ne yazk
ki onu bu çalmann tamamnda yanstamadk.
Örnek olarak bu âyette dikkat çeken bir dier husus, Kur’ân- Kerim,
vakalar anlatrken, ‘itnab’ yapmaz, yani gereksiz teferruata asla
dalmaz; bununla birlikte, iki önemli vaka arasnda geçen daha baka
hadiseleri çok defa muhatabn idrakine havale eder veya baka
yerlerde zikreder. te, bir âyete meal verilirken, bu hususlar
nazara alnmazsa, yanl ve eksik anlamalar her zaman ortaya çkabilir.
Meselâ, Hz. Âdem’e ve eine aaca yaklamama emrinin hemen arkasndan
gelen yukardaki âyette eytann onlarn ayaklarn kaydrd buyrulmaktadr
ki, bu iki vakann arasnda geçen çok hadiseler vardr ve bunlar, en
küçük bir meal çalmasnda ksaca da olsa verilmeli ve balant
kurulmaldr.
Bir dier misal olarak, Yusuf Sûresi’nde, (Zindanda Yusuf’a rüya
tabiri yaptran) iki kiiden kurtulan, aradan
uzun bir süre geçtikten sonra, (Melik’in rüyas üzerine) Yusuf’u
hatrlad da, “Ben bu rüyann te’vilini size bildiririm. Bana müsaade
edin!” dedi. “Yusuf, ey özü-sözü tam doru kii!..” (12: 45-46)
âyetlerinde, dedi ile biten 45. âyetle, Yusuf diye balayan 46. âyet
arasnda, “Müsaade ald, oradan çkt, doru zindana vard; zindan
bekçisine durumu anlatp içeri girdi ve Yusuf’u buldu” eklinde pek
çok takdirî cümle vardr ki, arz edildii gibi, Kur’ân bunlar akla ve
idrake havale eder.
Benzer ekilde Kur’ân- Kerim, bir konu üzerinde durur veya bir
hadiseden bahsederken, çok defa o konu veya hadise münasebetiyle
zikrettii müriklerin veya kâfirlerin iddialarna, inkârlarna cevap
vermeye balar; cevap bittikten sonra yeniden söz konusu hadiseye
veya konuya döner. Eer Kur’ân üslûbundaki bu önemli özellik
bilinmez ve görülemezse âyetler arasndaki balantlar kopacak ve baz
âyetlere yanl manâ vermeye bile sebep olacaktr.
Kur’ân- Kerim, 23 ylda ve genellikle hadiseler üzerine indiinden ve
nesh, âmm, hâs,mutlak, mukayyet, esbâb- nüzûl gibi Kur’ân ilimleri
konularnn domasna yol açan bir tarz takip ettiinden, bu noktalar
iyi anlalamad ve mealde dikkate alnmad zaman, okuyucuda ilk anda
Kur’ân’da çelikiler varm gibi bir intiba uyanabilmektedir. Esbâb-
nüzûl denilen âyetlerin ini sebepleri ve söz konusu nesh, âmm, hâs,
mutlak, mukayyet gibi hususlar mutlaka dikkate alnmal ve meâlde
gerektii yerlerde tebarüz ettirilmelidir; aksi halde ortaya çkacak
anlamlarn mutlaka yanllklara sebep olacan söylemee gerek yoktur.
Meselâ:
(man etmeleri için kendini helâk edecek derecede gösterdiin hrs ve
itiyaka ramen) u küfürde diretenlere gelince: (âkbetleri hususunda
uyarmak vazifen olup, sen de
bu vazifeni elbette yerine getirmektesin. Ne var ki,) onlar ister
uyarmsn, ister uyarmamsn, onlar için fark etmez, çünkü iman edecek
deillerdir. (Bakara Sûresi/2: 6)
Âyette sözü edilen küfürde diretenler için u küfürde diretenler
anlam vermemizin sebebi, âyetin artk inkârda kök atm ve iman etme
kabiliyetini bütünüyle yitirmi baz Mekkeliler (ve benzerleri)
hakknda olmasdr. Bu tebarüz ettirilmedii takdirde, hangileri olursa
olsun bütün kâfirleri uyarmann hiçbir faydas olmayaca anlam ortaya
çkar ki, bu, peygamberlerin misyonuna, tebli görevine zttr. Çünkü
tebli, uyar görevi, öncelikle küfredenlere kar yerine getirilir.
Ayrca, yine parantez içindeki açklamalar yapmazsak, bu defa
tebliden, uyarma görevinden vazgeçilse de olur gibi bir manâ
anlalabilir. Halbuki tebli, uyarma, peygamberlerin gönderili
gayesidir; küfredenlerin inanp inanmamas, uyarma görevine engel
deildir ve âyette de açkça belirtildii üzere, uyarp uyarmama uyarc
hakknda deil, küfürde kök atm olanlar hakknda müsavidir.
u var ki, esbâb- nüzûl âyetleri anlamada çok önemli olmakla
birlikte, “Sebebin hususîlii hükmün umumîliine mâni deildir.”
kaidesince, âyeti ini sebebine hasretmeye sebep olamaz, olmamaldr
ve yaplmamaldr. Tam tersine, meselâ yukardaki âyette olduu gibi,
herhangi bir âyetin kim veya kimler hakknda indiinin bilinmesi, her
zaman benzeri karakter ve yapdaki kiilere kar nasl davranlaca
konusuna da k tutacaktr. Dolaysyla esbâb- nüzûl, âyetleri tek bir
yer, zaman ve/veya ahs(lar) a hasretmeye sebep deil, onlarn
evrenselliinin bir baka dinamiidir. Bundan dolay da meal çalmasnda
bu hususun tebarüz ettirilmesi,
âyetlere bu husus nazara alnarak meal verilmesi ayr bir önem
kazanr.
Bir dier husus, kullanlan kelimelerin nekre (belgisiz) veya marife
(belgili), fiillerin mazî (geçmi), muzarî (imdiki, geni, hattâ
gelecek) ve gelecek zamanda olmas, fiil ve isim cümlesi; mütekellim
(1. ahs), muhatap (2. ahs) ve gâip (3. ahs) arasnda geçiler yaplmas
gibi dil ve kelime özellikleri de âyetlere ayr ve oldukça önemli
manâlar kattndan, bunlar en ksa biçimde de olsa meale yanstlmaldr.
Meselâ, Hz. Âdem’e isimlerin öretilmesi vakasnn anlatlmaya baland
Bakara Sûresi 30. âyetinden itibaren Cenab- Allah Hz. Âdem’i
sürekli muhatap alrken, O’nun yasaklanan aaca yaklamasndan sonra,
37. âyette birden gâip (3. ahs) olarak anmaktadr. Buradan, Hz.
Âdem’in Cenab- Allah’la artk bir baka münasebet halkasna girdiini
anlyoruz. Ayrca, Allah’tan kelimeler almak manâsnda kullanlan
telakkâ fiilinde telkin manâs vardr. Dolaysyla, bu âyetin en ksa
manâs udur:
(Sürçmesinin farkna varan) Âdem, (hatasna mazeret aramaya kalkmad;
birden kendine gelip toparland; fakat dorudan muhatap iken, artk
üçüncü bir ahs konumuna düüp, Kendisiyle bir baka münasebet
halkasna girdii) Rabbisinden, (vicdan azab ve pimanl sebebiyle
kalbine telkin buyurulduunu idrak ettii) baz kelimeler ald (ve
onlarla tevbe-istifarda bulundu. Rabbisi de,) O’na rahmetiyle
muamele etti ve tevbesini kabul buyurdu. üphesiz O, Tevvâb
(kullarnn tevbesine, sadece mafiretle deil, fazladan mükâfatla
karlk veren)dir; Rahîm (bilhassa Kendisine yönelenlere kar husûsî
rahmetiyle muamele eden)’dir.
Kelimelerin karakterinin de âyetlere katt çok önemli manâlar vardr.
Bunlar zaman zaman meal içinde veya dipnotlar halinde aktarmaya
çalmakla birlikte, çok zaman tabiî ki veremedik. Burada sadece bir
misal zikredeceiz:
Bakara Sûresi 27. âyeti gibi pek çok âyette Allah’n ahdinden ve
bilhassa srail Oullar’nn bu ahdi nakzettiklerinden söz edilir.
Nakz, liflerden örülü bir halat lif lif etmek demektir. Buradan
ahdin salam liflerden örülü bir halat gibi olduu sonucuna varrz.
Benzer ekilde, bu âyet, Allah’n birletirilmesini emrettii balardan
ve bunlarn koparlmasndan da söz eder. Kur’ân, bu ekilde enfes bir
belâat mucizesi olarak, hem Allah’n ahdinin özelliklerini ve onu
yerine getirmemenin manâ ve neticesini bir kelimelik bir kapal
istiare ile verirken, hem de insanlarn Allah ile ve dier insanlarla
olan, yani toplum içindeki bütün münasebetlerini ifade etmi
olmaktadr. Dolaysyla, meselâ Bakara Sûresi 27. âyetine, öyle bir
meal vermek esasen elzemdir ve bu meal, o âyetin ancak en ksa manâs
olabilir:
O (fask)lar, söz verip balandktan sonra sözlerinden dönüp, Allah’n
(meîet, hikmet, ilim ve inayet atklarndan örülen ve kâinattaki
genel âhenk ve düzeni salad gibi, insan hayatnda da sulh, sükûn,
huzur ve düzeni temin edecek ktan bir halat olan) ahdini bozar
(onunla vicdanî irtibatlarn çözüp datrlar). Bununla kalmaz,
Allah’n, (insanlar arasnda) kurulmasn ve korunmasn emrettii (kan/
akrabalk ve din balaryla, fertleri bir binann talar, tulalar gibi
birbirine tutkun bir toplum hayatnn gerektirdii münasebet ve ayrca
ilim, zekâ, kabiliyet, akl, güç gibi lâhî nimetleri yerinde
kullanma ve bunlardan bakalarn faydalandrma) balarn da kesip
koparrlar ve
(batakla dümü ve onulmaz bir hastala yakalanm bir insann bakalarn
da o batakla veya hastala çekmek istemesi gibi, kötülüklerini bütün
topluma, hattâ bütün insanla yayma teebbüsü içinde) yeryüzünde
bozgunculuk çkarrlar. (nsanlktan ve lâhî rahmetten uzaklam) bu
tipler, (dünyada da, Âhiret’te de, fert ve toplum olarak) her
bakmdan kaybetmi olanlarn ta kendileridir.
Ne var ki, bu meal çalmasn bu ölçüde geni tutamadk ve bu türden
hususiyetleri, ancak birkaç defa dipnotlarla ifadeye çaltk.
Yine, Kur’ân- Kerim, çok zaman hadiseleri veya Allah’n nimetlerini
sralarken öyle bir üslûp takip eder ki, bu sralamada bir sonraki
hadise veya nimete geçmeden önce zihne sorular taklr ve bu sonraki
hadise veya nimet o sorunun cevab olur. Bu ekilde Kur’ân, insan
peinden koturur ve hem zihnini, hem de kalbini tam tatmin eder.
Meselâ, Bakara Sûresi 25. âyette Cennet nimetleri saylrken bu
özellik gayet açktr. Yani, aaçlar ve rmaklar arasnda bir kökte
oturan ve aaçlarn sürekli yenilenen meyveleriyle rzklanan bir
insan, bu yer ne kadar güzel olursa olsun mutlaka bir yoldaa, bir
arkadaa ihtiyaç duyacaktr. Bu bakmdan Kur’ân, bu nimetlerin ardndan
tertemiz eleri nazara verir. Tertemiz elerle böylesine güzel bir
yerde yaamay aclatracak bir ey varsa o da, bu hayatn fani ve geçici
olmasdr. Kur’ân, Cennet’te nimetleri kesecek ac bir sonun ve son
endiesinden kaynaklanacak en küçük bir üzüntünün olmayacan da hemen
zikrederek, Cennet nimetinin her bakmdan mükemmelliine dikkat çeker
ve bu ekilde bir de belâat dersi verir. Dolaysyla bu âyete
verilebilecek en ksa meal udur:
man edip, salih ilerde bulunanlar müjdele: Onlar için, (aaçlarnn
arasndan ve köklerinin) altndan rmaklar akan cennetler vardr. Ne
zaman orada kendilerine (bir lezzet kayna ve nimet manâsnda) rzk
olarak (koku, tat, renk, ekil ve lezzetçe birbirinden farkl ve her
defasnda tazelenip yenilenen) meyvelerden ikram edilse, “Bu, bize
daha önce de ikram edilmiti!” derler. Çünkü meyveler onlara, (ne
olduunu bilmedikleri bir yiyecekle itahlar gitmesin, lezzetleri
azalmasn diye) ekilce dünyadakilere ve bir önceki defa ikram
edilenlere benzer olarak sunulur. (Sonra, o cennetlerde tek
balarna, yalnz ve dostsuz olacak deillerdir.) Onlar için,
(dünyadaki bütün eza-cefa sebebi hallerden arndrlm ve) ebediyen
tertemiz hale getirilmi eler de vardr. (Bütün bu nimetler,
dünyadaki gibi bir sonla, ölümle kesilir mi gibi endieleri de
olmayacak) ve onlar, o cennetlerde ebedî kalacaklardr.
Bu meal çalmasnda önem verilen bir dier husus olarak, slâm’n baz
hükümleri – cihad, kölelik, savaa izin verilmesi, baz ceza yasalar,
kadnn yeri ve hukuku gibi– bilhassa slâm dümanlarnn kastl
tenkitlerine uram ve bu tenkitler, maalesef baz Müslümanlara da
tesir ettii gibi, slâm’n bilhassa günümüzdeki imajna da menfi
etkide bulunmutur. te, bu meal çalmasnda bu konulara da ksa da olsa
açklk getirmee gayret ettik.
Bu çalmann sonuna, faydal olur ümidiyle, Esmâ-i Hüsnâ, isimler ve
kavramlar, kelimeler sözlükleri, bir de geniçe saylabilecek bir
konu indeksi eklenmitir.
Bu çalma, çok muhtasar bir tefsir saylabilecek ölçüde dipnotlarla
zenginletirilmi, dipnotlarda ksa da olsa, özellikle iman esaslar ve
hakikatleri, ibadetler, ahlâk,
slâm’n muamelat veya içtimaî, iktisadî, idarî (siyasî), cezaî
boyutlar üzerinde, ayrca ilgili âyetler çerçevesinde tarihî
açklamalar yaplm, bilgiler verilmeye çallmtr.
Son Olarak: Olanca meguliyetine, müzmin rahatszlklarna ve
etrafn
kuatan daha pek çok olumsuz faktörlere ramen, muhterem Fethullah
Gülen Hocaefendi, bu çalmay batan sona okuma zahmetine katlanarak,
çok deerli irad, tenvir, tashih ve tebyinleriyle destek ve
teviklerini esirgemediler. Bu bakmdan, kendilerine sonsuz teekkürü,
edas mutlaka gerekli bir borç biliyorum. Bu çalmay yayna girmeden
önce son defa okuyarak tebyin ve tavzihte bulunan muhterem Yusuf
Demirta, Ylmaz ndi ve Ergun Çapan Beylerle, bilhassa kaynaklara
ulamada vefakâr yardmlaryla destek olan oda ve mesai arkadam
muhterem Zühdü Mercan Bey’e, yine oda ve mesai arkadal süresince
görü ve düünce paylamn esirgemeyen deerli Recep Çakr, Hakk Kuyucu
ve Selçuk Camc Beylere, bu arada özellikle Türkçe imlâ konusunda sk
sk yardmlarna bavurduum deerli oda arkadam Ahmet Özdemir Bey’e ve
teknik yardmlarn hiçbir zaman esirgemeyen Ekrem Tez Bey’le teknik
serviste emei geçen her deerli arkadaa ayrca teekkür ediyorum. Bu
arada, her zaman olduu gibi, bu çalma süresince de bana katlanan ve
ev ihtiyaçlarm karlamada asla yorgunluk ve gücenme göstermeyen
kymetli eim bata olmak üzere, ev halkmn dier mensuplarna da
teekkürü vicdanî bir borç telakki ediyorum.
Sa’y ve gayret kullardan, tevfik ise Allah’tandr. Bütün ehl-i
imandan, ihlâs, yakîn, rza ve hizmet için bu âciz ü fakire dua
istirhamyla.
Ali Ünal
KUR’ÂN: TARF, KAYDA GEÇRLP KORUNMASI, ÜSLÛBU VE KUR’ÂN’I
ANLAMAK Hamd, âlemlerin Rabb’i Allah’a (celle celâlühû), salât
ü
selâm âlemlerin efendisi ve fahri Hz. Muhammed Mustafa
aleyhissalâtü vesselâm’a, Âline, ezvâcna, evlâdna, ashâbna, gök ve
yer ehlinden salih kullarn üzerine olsun.
slâm topraklarnn çeitli yörelerinde son asrdaki “Kur’ân’a dönü”
hareketi, kendine has özellikleri, ini ve çklar, eri ve doru
yanlaryla sürmektedir. Bundan yaklak 14 asr önce Hatemü’l-Enbiyâ’nn
kalbine bir çekirdek halinde ekilen ve ‘tenzil’le onun hayatnn son
23 yllk döneminde bütün yaayyla “filizini çkarp gövdesi üzerinde
yükselen” ve dallanp yapraklanarak çiçek açan, en sonunda da
meyvesini veren Allah Kelâm, yüzyllarca yeryüzünün üçte birini
gölgelendirmesinin ardndan “dostlarnn vefaszl ve dümanlarnn
tecavüzleri” sebebiyle insanln nefsinde âdeta ‘nisyan’ karanlna
terkedilmitir. Bereket versin ki, birkaç asrlk mezelletlerinin
arkasndan Müslümanlar, yeniden Allah’n Kelâm’na yönelme gerei
duymular ve bu Kelâm’n nasl ilk günkü tazeliiyle yerinde durduunu,
“zamann ihtiyarlamasna karlk onun nasl da gittikçe gençletiini”
görmülerdir.
nkâr ve ilhad ahtapotunun zehiriyle varl en derininden yaralanan ve
bu yarann kansere dönümesiyle birlikte ‘ayakta kalabilen salar’yla
acil bir ifa arayan insanln çaresiz müracaat edecei ve büyük bir
susuzlukla arad ilâç, kukusuz Allah’n Kelâm’ndadr. Ne var ki bu
ilâç, kendisini
her yönüyle sunacak ‘doktor’lar beklemektedir. nsanln gelecei bu
doktorlarn çalmalarna ve Allah Kelâm’nn ilâcndan ‘hastalar’n
faydalandrabilmelerine baldr. Eer Kur’ân gerçekten anlalabilmi,
anlatlabilmi ve dolaysyla yaanm olsayd, modern çalarn zehirleri
altn kupalarda sunulmu bile olsa, en azndan Müslümanlar arasnda alc
bulamazd. Ama ne yazk ki, bu zehirlerin Müslüman bedenlere kolayca
rnga edilebilmi olmas bir yana, onlar Kur’ân’la karlamalar gereken
sözümona baz Müslüman ‘doktor’lar da, bu zehirleri insanln
zehirlenmesi karsnda âdeta birer ‘panzehir’ gibi görüp, Kur’ân’n
bütünüyle ifa verici ilâcn onlarla özdeletirme yoluna gitmiler,
hattâ Kur’ân’n ilâcn o zehirlerin elde edildii laboratuarlardaki
tüplerde ‘denemek’ gibi sakîm yollara bavurmulardr.
KUR’ÂN NEDR, NASIL TARF EDLEBLR? Kur’ân, kelime olarak, daha çok
kabûl edilen görüe göre,
‘okumak’ manâsna gelen Ka-Ra-E fiil kökünden, ‘rüçhan’ ve ‘küfran’
gibi bir masdar olup, “harfleri ve kelimeleri birbirine eklenerek
okunan ey” demektir.
Ka-Ra-E fiili, el-kar’ü masdaryla ‘toplamak’ manâsna da gelir. Bu
manâda Kur’ân’n, ‘toplayan’ demek olduu söylenmitir. bn-i Abbas’n,
Onu (senin kalbinde) toplayp sana okutmak Bize aittir (Kyamet
Sûresi/75: 17) âyetini, ‘toplanmas ve kalbinde sabitletirilmesi’
eklinde tefsir ettii rivayet olunmaktadr. Bu bakmdan, bazlar
Kur’ân’a, “öncekikitaplarn meyvelerini ve ilimlerin hepsini
kendinde toplad” manâsnda Kur’ân dendiini belirtmilerdir.
Ebû Musa el-E’arî ve onun görüünde olan baz âlimlere göre Kur’ân,
‘bir eyi bir eye yaklatrp bititirmek’ manâsnda Ka-Ra-Ne fiilinden
türemitir. Kur’ân’n, sûre ve
âyetlerin yanyana dizilmesinden olutuu için bu fiilden türedii de
ifade edilmitir.
Baz âlimlere göre ise Kur’ân ismi hiçbir kelimeden türetilmemitir.
Bu kelime, Allah’n (celle celâlühû), Peygamber’ine gönderdii kitap
için bir özel isim olmutur. mam- afiî bu görütedir. O, Kur’ân’n
hiçbir kelimeden türemediini, Ka-Ra-E’ den türemi olsayd, her
okunan eye, sözgelimi Tevrat ve ncil’e de Kur’ân denmesi
gerekeceini ileri sürer. (Ebu’l-Beka, 287; Ragp el-sfahanî, 402;
es-Salih, 15–18)
Kur’ân, Allah’n kelâmdr; bu açdan ezelîdir, yaratlm deildir. Fakat
vahyedilmi, Hz. Cebrail (a.s.) tarafndan Allah’tan (celle celâlühû)
alnp, Hz. Muhammed alehissalâtü vessselâm’a getirilmi haliyle
harflerden ve seslerden oluan, sûre ve âyetlerden bir araya gelen,
dillerimizle okunan, korunan, mushaflarda yazlp ellerimizle
dokunulan, kulaklarmzla iitilen ve gözlerimizle görülen ‘Kitap’tr.
Cünüp ve abdestsiz olanlarn, Kur’ân’n yazl olduu kâtlar toplam
demek olan Mushaf’a dokunmamas gerekir. (Ebu’l- Beka, a.y.; Çetin,
30-32)
Bazlar, öyle bir Kur’ân tarifine varmlardr: Kur’ân, Peygamberimiz
Hz. Muhammed aleyhissalâtü
vesselâm’a vahiy yoluyla indirilmi, mushaflarda yazl, tevatür
yoluyla nakledilmi olan ve okunmakla ibadet edilen i’caz sahibi
Allah Kelâm’dr. (Karaman, 63)
Kur’ân- Kerim’de kendi husûsiyetlerinden söz eden baz âyetlerde
öyle buyrulur:
Ramazan ay ki, insanlar için dupduru bir hidayet kayna, ayrca,
apaçk hidayet delilleri ve hakk bâtldan ayran
ölçüler olarak Kur’ân o ayda indirildi. (Bakara Sûresi/2: 185) Bu
Kur’ân’n biri tarafndan uydurulup, sonra da bu
uydurmann Allah’a isnat edilmesi mümkün deildir. O, kendinden
önceki lâhî Kitaplar (aslî halleriyle ve onlarn Allah’n vahyi
olduunu) tasdik etmekte ve bütün bu kitaplarn dayand ana esaslar
açklamaktadr. Onda üphe edilecek hiçbir taraf yoktur. O, Âlemlerin
Rabbi tarafndan vahyedilmektedir. (Yunus Sûresi/10: 37)
Biz o Kitab Arapça bir Kur’ân olarak indiriyoruz ki, düünüp
akledesiniz. (Yusuf Sûresi/12: 2)
Gerçekten bu Kur’ân, (her meselede) en doru yola, en salam ve
isabetli tutuma yöneltir. (srâ Sûresi/17: 9)
Gerçek u ki, (insann dilinde indirmekle) Kur’ân’ (Allah’ anma, onu
indirmekteki gayesini anlama ve ondan gereken dersi alma adna)
kolaylatrdk. Yok mudur düünüp ders alacak? (Kamer Sûresi/54:
17)
Gerçekte o, pek deerli, erefli bir Kur’ân’dr; çok iyi korunan bir
Kitap’ta, (Levh- Mahfuz’da)dr. (Vâka Sûresi/56: 77—8)
Kur’ân’n daha baka isimlerinin olduu da söylenmitir. Kitap, Fürkan,
Zikr, Nur, Ruh, Hüdâ, ifâ, Mecîd, Mesânî, Ümmü’l-Kitap, Hakk, Sdk,
Tezkira, Bürâ, Tenzil, lim, Mübîn vs. bunlar arasnda anlmtr.
(Çetin, 32–36)
Verdiimiz bütün bu bilgilerden anlald kadaryla, Allah’n, Son
Nebî’si Hz. Muhammed aleyhissalâtü vesselâm’a vahiy yoluyla
indirdii âyetlerden oluan Kelâm’nn ad Kur’ân’dr. Ka-Ra-E veya bir
baka fiilden gelmi olsun veya olmasn, Kur’ân bütünüyle özel bir
isimdir. lk inen âyetin Ka-Ra-E fiilinin emir ekli ikra’ (oku)
olarak
gelmesi sanrz, Kur’ân’n ad yönünden ayr bir manâ tamaktadr. u kadar
ki, bu fiilden gelmi de olsa, Kur’ân isminin manâsn bugün bilinen
ekliyle herhangi bir metni, hattâ bizzat Kur’ân metnini okumak
anlamyla snrlandramayz. Çünkü, Kur’ân’ okumak, kendine has kurallar
olan bir fiildir, bir ibadettir. Kur’ân’n bazlarn yukarda sraladmz
dier isimleri ise, birer ayr isim olmaktan çok, Kur’ân’n sfatlar
olsa gerektir.
Kur’ân, slâm’n Peygamber’i aleyhissalâtü vesselâm’n, kendi sözleri
olarak deil, Allah’n kendisine vahyedilmi Kitab olarak azlarndan
dökülen ve Peygamberliine ehadet eden en büyük mucizesi ve yalnzca
zamanndaki Araplarn deil, Kyamet’e kadar bütün insanlarn ve
cinlerin eini ortaya koyamayaca ve bu konuda her varla her zaman
meydan okuyan, ritmik, okunur âyetler ve sûrelerdir. Tarihî veya
herhangi bir deeri olan veya olmayan dinî kaynaklar ve kitaplar
arasnda gerçeklik ve esizlik açsndan Kur’ân’la karlatrlabilecek
hiçbir örnek yoktur.
Kur’ân’da hiçbir katma, ekleme veya çkarma söz konusu deildir,
olmayacaktr da. Allah, onu korumay taahhüt altna almtr. Kur’ân’n
ilk nüshalaryla, slâm tarihi boyunca ve bugün dünyann her tarafnda
okunan Kur’ân nüshalar arasnda herhangi bir farkllk bulmak mümkün
deildir.
BRKAÇ ÖNEML KUR’ÂN TARF: Bediüzzaman hazretlerinin tesbitleriyle,
bütün insanlarn
hakka iradn esas alan Kur’ân’n ana maksatlar dörttür: Tevhid,
Nübüvvet, Âhiret, badet ve Adalet. Kur’ân’daki bütün âyetler,
temelde bu dört esas üzerinde döner. “Ya- kuru” içinde her eyi
açk-kapal, icmalî-tafsilî, remzen, iareten, imaen, zmnen vb.
barndran Kur’ân’n, meselâ,
gerek peygamberlerin mûcizeleri ve tarihî hadiseler yoluyla,
gerekse iaretler yoluyla olsun, ilimlerden ve ilimlerin ulaaca son
merhalelerden bahsetmesi tamamen istidradî, yani “yeri geldii
için”dir ve sözünü ettiimiz ana maksatlarna yöneliktir. Bu dört ana
maksat çerçevesinde Kur’ân’da Allah marifeti bahisleri, akidevî
gerçekler, iman esaslar, insann yeryüzündeki ferdî ve içtimaî
hayatn düzenlemesi için kaideler, insan her yönüyle tantan
ifadeler, kâinat ve yaratl gerçekleri, Âhiret, Âhiret hayat, Cennet
ve Cehennem, ayrca cennetlik ve cehennemliklerle ilgili açklamalar,
önemli tarihî hadiselerin çeitli açlardan izah, ksaca, her insann
hayatn, düüncelerini kuatabilecek manâ katmanlar vardr. Kur’ân bir
ifadr; okunarak ifa verir ve hepsinin ötesinde, hayatta, gerek fert
fert, gerekse içtimaî hayatta bütünüyle uygulanarak ifa verir.
Kur’ân, bir kâinat ilmidir, bir insan ilmidir, bir tarihtir, bir
hukuktur. Kendisiyle insanlara hükmedilsin diye gönderilmitir.
Belli bir topluluk ve belli bir zaman için deil, dün de bugün de
her insan için gerekli kaideleri, prensipleri ve uygulanmas gereken
hükümleri ihtiva eder.
Burada Kur’ân’la ilgili baz hadisleri de anmadan
geçemeyeceiz:
Kur’ân, Allah’a göklerden ve yerden ve onlarda bulunanlardan daha
sevimlidir.
Kur’ân’n dier sözlere olan üstünlüü, Aziz ve Celîl olan Allah’n
yarattklarna olan üstünlüü gibidir. (Tirmizî, “Fedailü’l-Kur’ân”,
25)
Sizden öncekilerin tarihi, sizden sonrakilerin haberi ve aranzdaki
meselelerin hükmü ondadr. Kur’ân, hakk ile batl birbirinden ayran
kesin bir hükümdür. O, bir elence deildir.
Her kim zorbalndan dolay onu brakrsa, Allah onu boynundan krar. Her
kim hidayeti ondan bakasnda ararsa, Allah onu dalâlete düürür. O,
Allah’n salam ipidir. O, zikr-i hakîmdir. O, srat- müstakîmdir. O,
arzularn gerçekten saptramad, dillerin kartramad, âlimlerin
doyamad, fazla tekrarlamaktan eskimeyen, hayranlk veren yanlar
bitmeyen bir kitaptr. O, öyle bir kitaptr ki, cinden bir grup onu
dinledii zaman, “Biz, doruluu gösteren ve hakka götüren hayranlk
verici bir Kur’ân dinledik ve iman ettik.” demekten kendilerini
alamamlardr. Ona dayanarak konuan doru söz söylemi, onunla amel
eden sevap kazanm, onunla hükmeden adalet yapm ve ona çaran doru
yola çarmtr. (Tirmizî, “Sevabü’l-Kur’ân”, 14)
Kur’ân’n tarifi konusunda son olarak, hayatn Kur’ân’a ve onun
hakikatlarini asrn ve gelecek asrlarn idrakine takdime adam bulunan
Bediüzzaman hazretlerinin Kur’ân’ tarifini de verelim
(sadeletirerek):
Kur’ân, u büyük kâinat kitabnn ezelî bir tercümesi.. ve tekvinî
ayetleri okuyan çeitli dillerin ebedî tercüman.. ve u gayb âlemi ve
ehadet kitabnn müfessiri.. ve yerde ve gökte gizli lâhî simler’in
manevî hazinelerinin keaf.. ve hadiselerin satrlarnn altndaki gizli
hakikatlarn anahtar.. ve ehadet âleminde gayb âleminin dili.. ve u
ehadet âlemi perdesi arkasnda olan ve gayb âlemi yönünden gelen
ebedî Rahmanî iltifatlarn ve ezelî Sübhanî hitaplarn hazinesi.. ve
u slâmiyet manevî âleminin günei, temeli, hendesesi.. ve uhrevî
âlemlerin mukaddes haritas.. ve Zat, Sfatlar, simler ve lâhî uûn’un
açklayc sözü, açk tefsiri, kesin delili ve tercüman.. ve u
insaniyet âleminin terbiyecisi.. ve büyük insaniyet olan
slâmiyet’in ay ve .. ve beer cinsinin
hakikî hikmeti ve insaniyeti saadete sevkeden hakikî müridi ve
hidayet edicisi.. ve insanlara hem bir eriat kitab, hem bir dua
kitab, hem bir hikmet kitab, hem bir kulluk kitab, hem bir emir ve
davet kitab, hem bir zikir kitab, hem bir fikir kitab, hem insann
bütün manevî hacetlerine mercî olacak çok kitaplar muhtevî tek ve
toplu kutsal bir kitap, hem bütün evliya ve sddîklarn, ârifler ve
muhakkiklerin farkl mereplerine ve ayr ayr mesleklerine, her bir
merebin zevkine lâyk ve merebi nurlandracak ve her bir meslein
gidiine uygun ve onu açklayacak birer risale ortaya koyan kutsal
bir kütüphane hükmünde semavî bir kitaptr.
Kur’ân, Ar- A’zam’dan, sm-i A’zam’dan, her smin a’zam mertebesinden
geldii için bütün âlemlerin Rabbi itibariyle Allah’n Kelâm’dr. Hem,
bütün varlklarn lâh unvanyla Allah’n fermandr. Hem, bütün göklerin
ve yerin Yaratcs adna bir hitaptr. Hem umum Sübhanî saltanat
hesabna ezelî bir hutbedir. Hem geni rahmet noktasnda Rahmânî
iltifatlar defteridir. Hem Ulûhiyet’in azamet ve hameti
haysiyetiyle, balarnda bazen ifre bulunan bir haberleme mecmuasdr.
Hem sm-i A’zam’n çevresinden inmekle Ar- A’zam’n bütün çevresine
bakan ve tefti eden hikmet saçc kutsal bir kitaptr.. (ârâtü’l’câz,
9-10)
KUR’ÂN’IN KAYDA GEÇRLMES VE KORUNMASI:
Cenab- Allah (celle celâlühû), son Peygamber Hz. Muhammed
aleyhissalâtü vesselâm’a kadar insanlk tarihi boyunca, bir rivayete
göre 124.000 peygamber göndermitir. Allah’tan önemli bir ‘haber’le,
bata Allah’n varl ve birlii olmak üzere, gayb âlemine ve dolaysyla
meleklere, ayrca peygamberlie ve peygamberlere, vahye ve lâhî
kitaplara,
Âhiret Günü’ne ve Kader’e inanmaya dayal iman, ibadet, ahlâk ve
davran kaideleri üzerinde bir hayat teklifi ve bu teklifi kabûl
edip etmemenin hem dünyada hem de Âhiret’te getirecei neticelerin,
yani Din haberiyle gelen insanlara genel manâda ‘nebî’ denir. Bu
nebîlerin içinden bazlar, o ana kadar unutulmu, mecrasndan saptrlm
Din’i, zaman ve artlara göre ‘fürûât’ denilen ikinci derecedeki ve
pratik hayat ilgilendiren baz kurallardaki deiikliklerle birlikte
yenilemek, diriltmek üzere seçilir ve kendilerine ya Kitap ya da
Sahifeler verilir. Bu peygamberlerin misyonuna ‘Risalet’,
kendilerine ise ‘rasûl’ denir. Rasûller içinde, Kur’ân- Kerim’de
ûrâ sûresi’nde (42: 13) anlan Hz. Nuh, Hz. brahim, Hz. Musa, Hz. sa
ve son olarak Hz. Muhammed (Allah’n salât ve selâm hepsinin üzerine
olsun) ayr bir eriat’la gelmilerdir ve bunlar, yine Kur’ân’n
nitelemesiyle ülü’l-azm peygamberlerdir ve Hz. Muhammad (s.a.s.)
onlarn da en büyüü olarak, bütün peygamberlerin içinde en büyükleri
kabûl edilir.
Nebîler, daha çok rasû