+ All Categories
Home > Documents > YIL: 1 SAYI: 6 TEMMUZ 1980 50 TL.tvr.tavirdergisi.org/wp-content/uploads/2015/01/6.pdfşiirlerin yer...

YIL: 1 SAYI: 6 TEMMUZ 1980 50 TL.tvr.tavirdergisi.org/wp-content/uploads/2015/01/6.pdfşiirlerin yer...

Date post: 30-Jan-2020
Category:
Upload: others
View: 8 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
66
Transcript

YIL: 1 SAYI: 6 T E M M U Z 1980 50 TL.

331

333

345

353

354

358

360

364

365

367

369

376

380

383

391

392

TAVIR

Mustafa SÜLKÜ

Şevki ÖMEROĞLU

Kemal KORAY

TAVIR

Turhan OKTAY

Zeynep ERAY

KEMAL

Yavuz T U R A L

Sandor PETÖFİ

N. EREN

TAVIR

TAVIR

TAVIR

TAVIR

TAVIR

«ŞİDDET, HER YENİ TOPLUMA GEBE T O P L U M U N EBESİDİR»

KÜLTÜR YARATMA ÇABALARI

II - BANKALAR VE HOLDİNGLE­R İ N KÜLTÜR YUTTURMACILI-

Ğ I N I N TİPİK BİR ÖRNEĞİ «İSTANBUL FESTİVALİ»

SAFLARI SIKLAŞTIRIN

A.Y.B. BAŞKANI DRİTERO AGOLLİ İLE BİR SÖYLEŞİ

ŞAFAKLA GECE ARASI YAKINDIR

BİLİME U Z A N A N FAŞİST ELLER KIRILACAKTIR

DESEN

DEVRİMCİ ŞAİR VE MÜCA DELE A D A M I SANDOR PETÖFİ

ÇAĞIMIZ ŞAİRLERİNE

1980 AKŞEHİR NASREDDİN HOCA ŞENLİĞİ

MUSTAFA RAMEZANİ İLE SÖYLEŞİ

KARİKATÜRCÜLÜK BİLİNCİ

DEĞİNMELER

OKURLARA

ÇAĞRI

ÖNEMLİ DUYURU :

Yazışmalar için adresimiz Kültür ve Sanat

Yaşamında TAVIR P.K. 837 Sirkeci/İST.

olarak değiştirilmiştir.

TAVIR * Sahibi: Mustafa SÜLKÜ * Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Şevki ÖMEROĞLU * Abone Koşulları: Yurt içi; 6 Aylık 300 TL., l Yıl­lık 600 TL., Yurt Dışı: ABD 25 Dolar, F. Almanya 40 D M , İngiltere 10 Sterlin, Fransa 85 Frank * Posta Çeki: Mustafa SÜLKÜ 12094 4 * İlan. T a m Sahife 2500 TL., 1 / 2 Sahife 1250 TL., 1 / 4 Sahife 625 TL. * Yazış­ma Adresi: PK. 837 Sirkeci/İST. * Dergimizde yayınlanan yazı ve re­simler, derginin adı gösterilerek kullanılabilir. Gönderilen yazı, re­sim ve ilanların sorumlulukları sahiplerine aittir.

Bu yapıt ZAFER MATBAACILIK TESİSLERİNDE dizilip basılmıştır.

«Şiddet, Her Yeni Topluma Gebe Toplumun Ebesidir.»

Devlet, doğası gereği kendine zor'u biçim alır. Bu, burjuva de­mokratik ülkeler ile yeni sömürge ülkeler arasında asıla ilişkin fark­lılıkların göstergesidir. Ve doğal olarak da, her mekanizmanın bir iç işleyiş kuralları olması gerektiğine göre, devlet olgusunda, özel­likle işleyişe ilişkin bir gözgöregörelik (Burada açıklamaya çalıştığı­mız 3Y olgusu. Yasama, Yürütme, Yargı...) olmasa gerek! Fakat, faşistlerin Çorumdaki saldırılarında, devlet gözgöregöre, «... bazı destek sağ güçler...» diyebiliyorsa, bir Fatsa'yı tümden sarıp maske­li muhbir faşistlerle gözgöregöre ortaklık yürütüyorsa, bu çok şey demektir.

Biz bu saldırıları ,NATO ve IMF'nin tuttuğu çanağı yalamak ola­rak değerlendiriyoruz. Bu saldırılarla, halk ve onun evlâdı devrim­cilerle ilişkinin koparılmaya çalışıldığını söylüyoruz.

Halkı pahalılık, baskı ve işkenceyle yıldıracaklarını sananlar al­danıyorlar. Unutulmasın devrimcilerin örgütlü mücadelesi ile halk­lar bütün dünyada kurtuluşlarını sağlamışlardır. Ezilen halkların geleceği hiçbir zaman ezenlerin ipoteği altında kalmamıştır.

Tez, antitezini içinde taşır, geliştirir. Halka saldırıda, devletin resmi şiddeti gündemde olduğuna göre, devrimcilerin şiddeti de söz-konusudur. Hem de tartışmasız...

Bu sayımızda, ilerde ayrıntıyla inceleyeceğimiz «ulusal kültür» kavramına kısaca değinen ve özellikle finans kuruluşlarının yapay burjuva kültürü yaratma çabalarını inceleyen M. Sülkü arkadaşın bir yazısı var: «Bankalar ve 'Ulusal Kültür' yaratma çabaları». Gene aynı konuyu güncelliği nedeniyle 8. İstanbul Festivali'nde değer­lendiren başka bir yazımız var. Şevki Ömeroğlu arkadaş hazır­ladı. Ayrıca geçtiğimiz ay ülkemizde konuk olan Arnavutluk Yazar­lar Birl iği Başkanı Dritero Agolli ile de bir söyleşi yaptık. İlginizi çe­keceğini sanıyoruz.

TAVIR/331

Bedrettin Cömert'i hem kişiliği açısından hem de, bilim ve sanat adamlarının, aydınların salt namuslu birer demokrat olmaklıkları-nın yetmediği, örgütlü mücadele ile de ilişkilerinin olması gerektiği gerçeğinin vurgulanması anlamında anıyoruz. Devrimci ozanlardan şiirlerin yer aldığı bu sayımızda, 1980 Akşehir Nasreddin Hoca Şen­liğinin bir değerlendirmesi, Mustafa Ramezanî ile bir söyleşi ve gır­gır takımının gocunmasının boşa olmadığını bize sevinçle gösteren karikatür üzerine, birl ik içeriğinde bir yazımız da var: «Karikatür­cülük Bilinci»

Bir duyurumuz var. Dergimizi hem biçim, hem de içerik açısın­dan zenginleştirmek istiyoruz. Bu konuda önerilerinizi bekliyoruz. Yalnız, bizim bazı düşüncelerimiz var k i ; bunların ayrıntıya indir­genmesinde yardımcı olursanız seviniriz. Sonbaharda «Dil», «Ezilen ulusların asimilasyona uğrayan kültürleri (özel olarak kürt kültü­rü)», «Devrimini yapmış ülkelerde kültür devrimi ve karşılaşılan sorunlar» ve «Ülkemizde kültürel mücadelenin örgütlendirilmesi» gibi genel konulara değineceğiz.

Dergimiz önümüzdeki sayı ağustos-eylül olarak iki sayısı bira-rada çıkacaktır.

Devrimci selâmlarımızla.

TAVIR

TAVIR/332

BANKALAR VE «ULUSAL KÜLTÜR» YARATMA ÇABALARI

• Mustafa SÜLKÜ

KÜLTÜR VE SANAT YAŞAMINDA «BANKA»LAR (!)

Bankaların, her çeşit para gelirini toplayarak, kapitalistlerin emrine sunan kurumlar olduğunu, biliyoruz. Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde aracı rolle yetinen bankalar, tekelci döneme geçişle birl ikte, birçok küçük işletmeyi kendi yapılarına alarak güçlü tekeller haline geldiler. Öncelikle bu tür işletmelerin sermayelerine katılıp, hisse senetlerini satın alarak ya da değiştirerek, kredi sis­teminden yararlanarak onları yedeklerine aldılar. Gerçekten de bir çok kapitalistin cari hesaplarını tutmakla, bankalar, teknik ve yar­

dımcı bir işlemin yapılması dışında bütün kapitalist toplumun sınaî ve ticari işlemlerini kendi isteklerine bağlı kılarlar. Bu anlamda bü­yük tekeller haline gelen ve sermayenin büyük bir kısmını elinde

bulunduran bankaların, aracı rolle yetinmeyip, bir avuç tekelcinin birl iği haline geleceği açıktır. «Bankalar geliştikçe ve az sayıda ku­rumlarda yoğunlaştıkça, mütevazi aracılar olmaktan çıkıp ,belli bir ülkenin ya da birçok ülkenin hammadde kaynaklarının ve üretim araçlarının çoğunu, kapitalistlerin ve küçük patronların para-ser-mayelerinin hemen hemen tamamını ellerinde bulunduran muaz­zam tekeller haline gelirler.» (1)

Bankaların, kapitalist yapının vazgeçilmez unsurları haline gel­mesi, düzeni koruma anlamında çabalarda, bankalara da birtakım görevler yükler. Bu görevler, kapitalist yapının diğer unsurlarında olduğu gibi kurumlaşmada odaklaşmaktadır. Yapının korunması ve işlerliğinin sürdürülmesi herşeyden önce kurumlaşma ile sağla­nabilir. Bankaların kurumlaşmalarına yönelik çabalan başlangıçta; ikramiyeler, hediyelerle kitlelere ulaşma şeklinde görülmüş, sürekli yayınlarla da desteklenmiştir.

TAVIR/333

Türkiye'de, bankaların yapısı incelendiğinde farklı bir gelişim izlenebilir. Şöyle k i ; Gelişim, bankaların diğer işletmeleri kendi ya­pıları içine alma şeklinde değil, tam tersine, birtakım işletmelerin bankaların içine girerek, onu kendi yapılarına katma şeklinde bir çizgi izlemektedir. Ticaret ve sanayi sermayesinin güçlü grupları son dönemde çeşitli bankalarda egemen olma yarışma giriştiler. Nitekim Dördüncü 5 Yıllık Kalkınma Plânı'nda bu konuya değinilirken kredi olanaklarından yararlanmak için özel sektör holdinglerinin banka­ların sahipliğini elde etme çabalarını yoğunlaştırdıkları vurgula­nıyor. Türkiye'de bankalar sistemi içinde yer alan 30'a yakın özel sermayeli bankadan 5 bankanın yapısı incelenmeğe değer. Bu 5 ban­ka, T. İş Bankası, Yapı ve Kredi Bankası, Akbank, T. Ticaret Ban­kası, T. Garanti Bankası'dır. Bu beş banka, toplam banka persone­linin % 81'ini, toplam şube sayılarının % 79'unu, öz kaynakların % 72'sini, iştiraklerin % 79,6'sını, mevduatın % 84'ünü ve toplam kâ­rın da % 79,3'ünü kendi yapıları içinde korumaktadırlar. Akbank bugün tümüyle Sabancı Holdingin elindedir. Sabancı Holdin­g i n A k b a n k ' t a yüzde 8 0 . 8 olan sermayesi Sapmaz Holdingle birlikte yüzde 94'ü bulmaktadır. T. Garanti Bankasının sermayesinin ise yüzde 54.8'i Koç Holding, yüzde 24.4'ü Sabancı Holding ve yüzde 9.2'si Sapmaz Holding tarafından temsil edilmektedir. Sabancı Hol­ding aynı zamanda Yapı ve Kredi Bankası'nda da önemli hisseyi elinde bulundurmaktadır. Onun dışında diğer hisseleri Çukurova Holding ve armatör Hayri Baran ellerinde bulundurmaktadırlar. Çu­kurova Holding Pamukbank'ta mutlak söz sahibidir. Bu tablodan or­taya çıkan sonuç Sabancı Grubunun bankaların sermaye ve yöneti­minde en fazla söz sahibi olan yapı olmasıdır. Türkiye'de son yıllarda açıkça gözlemlenen bir olay, bu beş bankanın diğer bankaları kendi yapılarına almak için yoğun çabalarda bulunmalarıdır. Gelişim her ne kadar ters yönde olsa da, sonuçta bankalar tekellerin birer araçla­rıdır; bankalardaki gelişimin son sözü «tekel»dir. «Ekonominin ban­kalarca bilinçli bir şekilde düzenlenmesi olayı, aslında iyi örgütlen­miş bir avuç tekelci tarafından halk yığınlarının soyulması demek­tir.» (2) Bankaların kurumlaşmaya yönelik çabalan, kültür ve sanat etkinliklerinde de görülmektedir.

ÇARPIK KAPİTALİST YAPI, BANKALAR ve OLUŞTURULMAYA ÇALIŞILAN ULUSAL KÜLTÜR KAVRAMI

Ülkemizde, çarpık kapitalist yapının varlığı, tekellerin vazgeçil­mez aracı olan bankalara iki l i bir görev yükler. Birincisi ,hakim i t t i -

TAVIR/334

fak içinde varolan ve tekellerin kâr dağılımında etkinliklerini engel­leyen feodal unsurların ve kalıtıların üst yapıda tasfiyesi. Bir diğeri de, buna bağlı olarak, toplumun tüm tabakalarına hizmet edecek bir kültürel yapının oluşturulması iddiasıyla tekellerin, ekonomik yapı içinde varlıklarını korumak için yaratılmaya çalışılan «ulusal kültür» kavramıdır. Bu yüzden, bankaların kurum olarak, ekonomik alanda varlıklarını sürdürebilmeleri için kültür ve sanat yaşamına müda­haleleri kaçınılmaz olmaktadır.

Emperyalizm aşamasında, emperyalist ülkelerin yeni pazarlar elde etmek amacıyla sürdürdükleri yayılmacı politikaya paralel ola­rak, kültürleri de yayılmacılık biçiminde yeni bir işlev kazanmıştır. Gerçekten de bir ülkede kapitalist sömürü ilişkilerini sürdürmek için o ülkenin kültürel yaşantısına müdahale gereklidir. «...Halkın kültürel kişiliğini muhafaza ederek, ekonomik ve siyasal egemenlik altında oluşunu uyumlu kılmak, toplumsal gelişme derecesi ne olur­sa olsun mümkün değildir.» (3) Emperyalistlerin bu varsayımları­

nın tarih tarafından kanıtlanma­ması, müdahalenin kaçınılmazlığı­nı getirmektedir. Aslında, emper­yalizmin bir ülkede ekonomik ve siyasal bağımlılığı gerçekleştirmek için baskıyı kullanması, kesin­likle, baskı altına alman ülkenin kültürel yaşantısına müdahale et­mek, onu yozlaştırmak, kısacası halkın kültürel direncini yok et­mek için baskıyı kullanmak demek t ir. Emperyalizmin sinemada ve müzikte birtakım akımlar geliştir­mesi, TV'yi kullanması, yoz, hal­kın maddi yaşamından uzak, bir­takım sanat dallarından yararlan­ması hep bu amaca yöneliktir. Em­peryalizmin kültür politikasının ülke içindeki uygulayıcılarından bir i de tekeller ve onların vazge­çilmez yapıları olan bankalardır, Bu anlamda, bankaların kültür

ve sanat etkinlikleri emperyalizmin kültür politikasından soyut ele alınamaz. Bu yapıların sanat ve kültür yaşamına bakışları ve dav-

TAVIR/335

ranışları, yayınladıkları dergi, kitap vb. eserlerde gözlemlenmekte­dir. Bankalar, Anadolu halkının asırlık geleneğine, onun yaşantısı­nın yansımasından başka bir şey olmayan, Anadolu insanının tüm çilelerini dertlerini yansıttığı binlerce yıllık kültürel değerlerine sa­hip çıkmaya çalışmakta ve bu çabalarıyla toplumun ortak bir kültü­rel yapıya kavuşmasını gerçekleştirmek, yani ulusal kültürü yarat­mak istemektedirler. Bankalar, kültür ve sanat etkinliklerini «Tür-kiyemiz-Sanat Dünyamız-Yüz Türk Halk Oyunu-İstanbul Deniz Müzesi-İstanbul Resim ve Heykel Müzesi vb.» yayınlarla «tiyatro-sinema-müzik vb.» Pratik çalışmalarıyla sürdürürler. «Eski bir dönek olan Vedat Nedim Tör'ün yazı kurulunda yer aldığı «Türkiyemiz» dergisi, burjuvazinin «tutucu devinimsiz» ve «müzeci» sanat anlayışını yansıtması bakımından ilginçtir. Sadece sosyalistlerin, devrimcilerin değil bir çok demokrat aydının tutuk­landığı 12 Mart döneminde, Akbank Anadolu hümanisti ve halk ozanı Yunus Emre adına uluslararası bir seminer düzenlemiştir. Tüm demokratik hakların rafa kaldırıldığı böyle bir dönemde, hümanizm ve hoşgörü adına Yunus Emre seminerinin düzenlenmesi, ülke halkıyla ve halk yandaşı aydınlarla alay etmekten başka bir şey değildir; kısacası, bir kara mizah örneğidir.» (4)

TAVIR/336

Bankalar çeşitl i k ü l t ü r e l etk in l ik ler le, yayınların dışında düzen­ledikler i yarışmalarda ve sergilerde Anadolu insanın yüz yıllarca süren geleneğine sahip çıkma çabalarının öncülüğünü yapmış­lardır.

Yayınlar şu şeki ldedir:

Yörük Ki l imler i — Yusuf DURUL, Türk Sanatın da Ebru — M. Uğur DERMAN, İst. Deniz Müzesi — Haluk ÖZDEMİR, İst. Resim ve Heykel Müzesi — N u r u l l a h BERK,

Görüldüğü gibi hep insanlarımızın ürettiği, maddi yaşamın yansı­ması olan, renk ve desenlerinde halkın yaşantısını, sorunlarını gör­düğümüz el iş lemeleri, k i l i m , hal ı vb. ürünler ine burjuvalar t a r a f ı n ­dan sahip çıkılmak istenmektedir. Halkın k ü l t ü r e l değerlerine el at ı l ­mış ve bu yolla ulusal kül tür kavramının oluşumuna çalışılmıştır.

Yapı ve Kredi Bankasının yayınları i s e :

100 Türk Halk Oyunu . — Sadi Yaver A T A M A N , Türk M i m a r i Eserleri — Prof. Sedat Hakkı ELDEM,

Türk Çini Sanatı — Prof. Gönül ÖNEY,

Topkapı Sarayı Müzesi S e r i s i :

a) b) c)

Köşkler Harem Kaftanlar

— Hülya TEZCAN, — Cengiz KÖSEOĞLU, — Fikret ALTAY, şeklindedir.

Bu e t k i n l i k l e r i en sistemli şekilde yürüten banka T. İş Bankası' dır. Öyle k i , ülke içinde geniş bir çalışma alanı kurmuş olan bu ban­ka, toplum içindeki t ü m kesimden insanlardan yarar lanmakta ve ulusal k ü l t ü r ü n yaratı lması doğrultusunda programl ı çalışmaları gerçekleştirmektedir. Burjuva hümanist yapının yerleşmesini, k iş i-l e r i varolan sınıfsal konumlarından soyutlamayı, onları düzenin i l iş­k i l e r i içinde er i tmeyi amaçlayan; halk geleneğinin, yaşantısının ü r ü ­nü olan halk deyişlerine, türküler ine ve hat ta aşıklarına varıncaya kadar t ü m bir ik imine sahip çıkmaya çalışan yayınlardan bazıları şöyle :

İy i Vatandaş İy i İnsan — Hasan Ali YÜCEL Türk El Dokumacılığı — Ş. Yüksel YAĞAN

TAVIR/337

Batı Anlayışına Dönük Türk Resim Sanatı — Adnan TURANİ

Yaşamı, Sanatı, Şiirleri Âşık Ali İzzet Özkan — Âşık Ali İzzet ÖZKAN Kadın, Eğitimi ve Ekonomik Yaşamı — Doç. Dr. Mine TAN Geleneksel Kültürümüzde Çocuk — Prof. Dr. S. Veyis ÖRNEK

Bankanın yayınlarının bazıları bunlardır. Bunların dışında bu­raya aktaramadığımız yüzlerce eseri vardır.

Düzenlenen yarışmalarda, sergilerde de bu çalışmaların deva­mını görmekteyiz. Bakarsınız Anadolu insanının yaşantısı fotoğraf­larla, resimlerle bankaların sergi salonlarındadır. İnsanlarımızın geleneğini oluşturan ve onun yaşantısının yansımasından başka bir şey olmayan tüm değerler bu yapı içinde korunmaya çalışılmıştır. Yapılanların tümü ulusal kültürün yaratılması çabalarıdır.

Ulusal kültür sloganı, burjuvazinin kullandığı bir slogandır. Bilindiği gibi ülkemizde yukarıdan aşağıya çarpık bir şekilde ege­men kılman kapitalist ilişkiler ve kendi iç dinamiğiyle gelişmeyen burjuvazinin varlığı yüzünden, burjuva kültüründen söz edeme­mekteyiz. Emperyalizmin ülkemize ekonomik ve siyasal alanda gir­mesiyle, emperyalizmin kültür politikasının sözcülüğünü yapan bur­juva kül türü etkisini gösterdi. Bu, politikadan bilime, dinden ah­lâka, teknikten sanata, burjuvaziyi korkunç bir çöküntüye uğrattı. Burjuvazi, artık kültürel ve geleneksel tüm kurumlara sahip olma şansını elinden kaçırmıştı k i , bu anlamda emperyalizmin kültür politikasından söz etmekteyiz ve bankaların etkinliklerini bu polit i­kadan soyutlayanlayız.

Biliyoruz ki ulusal kültür kavramı iki l i bir özellik taşır: — Aşırı yoz, kozmopolit egemen kültür. — Demokratik ve ilerici özlü halk kül türü. Ulusal kültür sloganıyla, egemen sınıflar, halk yığınlarının un­

surlar halindeki demokratik, ilerici özlü kültürünü yok etmeyi k i ­şileri topluma yabancılaştırmayı, sınıf bilincinden soyutlayıp ap­tallaştırmayı ve sersemleştirmeyi amaçlarlar. Bizim ise ulusal kültür sloganından anlamamız gereken, demokrasinin ve dünya işçi hare­ketinin uluslararası kültürü olmalıdır. Bankaların kültür ve sanat etkinliklerini bu noktada daha bir önem kazanmaktadır. Ancak ne var k i , toplumun bazı ilerici kesimlerinde bankaların bu tür etkin­likleri desteklenmekte, hatta olumlu karşılanmaktadır. Gerçekten, kuşe kağıt üzerine bol resimli kitaplar yayınlayabilirler, ama tüm

TAVIR/338

bunlar bankaların amaçlarını gizlemeye yetmez. Kapitalistlerin sa­nat üretimi için sınırsız kaynaklar yarattıkları doğrudur. Yani, bu­gün bankalar sanat etkinliklerini sürdürürken, sanatın gelişmesine ve çok zengin anlatımlı eserlerin yaratılmasına yardımcı olmuşlar­dır. Ama bizi ilgilendiren, kapitalistlerin sanata bakışıdır. Bir ka­pitalist, sanata gereksinme duyarsa, ya iyi bir yatırım gerçekleştir­mek içindir ya da kültürel yaşantıya müdahale gereksinimi için­dir.

Bankaların düzenledikleri yarışmalar ise bir tür danışıklı dö­vüştür. Tekstil sanayine aktarılmak ve bu alanda kullanılmak üze­re motif yarışmaları düzenlenmekte ve böylece tekstil sanayisinde söz sahibi olan sermayenin yatırım hacmi genişlemekte kârlılığı art­maktadır. Tabi k i , tüm bunlar halkın yaratıcı gücünün sömürüsüy-le sağlanmaktadır.

Yarışma jürisine baktığımızda daha da ilginç sonuçlarla karşı­laşırız. Jüride Vakko Empirme Sanayisinden Vitali Hakko, Tekstil endüstrisinden Burhan Oktay gibi isimler yer almakla ve değerlen­dirmede göz önüne alınacak ölçütler şu şekilde açılmakta. «... Es­ki Türk Süsleme Sanatlarından esinlenmiş, renk, motif düzeni ve kompozisyon bakımından bir yaratıcı çabanın ürünü olan, tekstil endüstrisi tarafından gerek teknik imkânlar gerekse ihtiyaca cevap verme yönünden kalite gösteren, yurt dışında da tutulma şansı olan dizaynları tercih etmek.» (5)

Bu tür yarışmaların sonuçları ise yapılan açıklamalarda daha da netleşmektedir. Bu konuda bankalar, —Türk Motifleriyle Örme Çocuk Elbisesi, Türk Motifleriyle bluz dizayn yarışması vb.— bir ta­kım yarışmalar düzenlemekte ve bu yarışmaların sonucunda amaç­lar şu şekilde belirtilmektedir: «Yapı ve Kredi Bankasının teşebbü­süyle düzenlenen —Türk Motifleriyle Bluz dizayn yarışması— vb. yarışmaların, teksti l sanayii için çok faydalı olduğundan, devamını temenni ederim. Bu teşebbüsünüzle, sânayi ve sanatın birbirine ne derece yardımcı olabileceğini bir kez daha ispatlamış oluyorsu­nuz» (6). Görüldüğü gibi , eğer bugün bankalar sanat ve kültür et­kinlikleriyle ilgileniyorlarsa, bu, kapitalistlerin sanata olan susa-mışlığından değil, sadece o toplum yapısı içinde varolan siyasi ve ekonomik bağımlılığın, halkın kültürel ve sanatsal yaşamına müda­hale ile devamının sağlanması içindir. «Batının i leri ülkelerinde, bü­yük iktisadi kuruluşların kendi milletleri hatta insanlık çapında s o s -yal ve kültürel alandaki çalışmalar, araştırmalar Ve bu yoldaki ge­lişmeler için harcadıkları muazzam çaba herkesçe bilinmektedir.

TAVIR/339

Seneler geçtikçe, daha fazla beliren bu çabalar, bu tür kuruluşların adeta bir ikinci faaliyet alanı haline gelmiş ve varlık nedenlerine mill i ve beşeri ölçüde munzam bir değer ve anlam vermiştir. Mem­leketimizde de bu yönde gittikçe daha kuvvetlenen adımlar atıl­maktadır. Bankalar bu yayınlarıyla, kültür ve sanat hizmetleri yo­lunda yeni bir hamle yapmış bulunmaktadır.» (7)

Görüldüğü üzere, bankaların kurum olarak varlık nedenlerini sürdürebilmek, var olan kapitalist ekonomik yapı içinde süreklilik­lerinin sağlanabilmesi için bu tür etkinliklerin gerekliliği açıkça an­latılmaktadır.

«Oyun ve müzik, milliyet duygusunun ve eğitimin en güçlü araçları olarak yüzyıllar boyunca Türk toplum hayatının çeşitli yön­leriyle bağlantısını koruyan mil l i ve büyük geleneğimizdir. Ne çare ki mil l i kültürümüzün ve halk sanatımızın bu ince değerleri sürat­le ortadan kalkmakta daha da kötüsü yozlaşmaktadır.» (8). Burada da bankaların kültür ve sanat yaşamına bakışları, bunları şövenist amaçlar için kullandıkları açık açık anlatılmaktadır.

BANKALAR VE ÇOCUK

«Bir Kültür Hizmetidir!» TAVIR/340

Bankaların etkinlikleri yayın­cılıkla sınırlı kalmamakta, pratik olarak, çocuk sineması, çocuk t i ­yatrosu ve müzik çalışmaları da bulunmaktadır. Bankaların örgüt­lediği çocuk tiyatrolarına baktığı­mızda, bu yapıların ve etkinlikle­rinin burjuvazinin eğitim ve kültür politikasına paralel bir şekilde ör­gütlendiğini görmekteyiz. Banka­

lardak i tiyatro etkinliklerini dü­zenleyen, yöneten, bizzat rol alan toplum içinde popüler olmuş, kişi­lerin sempatisini kazanmış sanat­çılar, egemen ideolojinin işlevleri­ni büyük bir başarıyla (!) yerine getiriyorlar. Salonu dolduran ve yaşları 5 - 1 5 arasında değişen yüz­

lerce çocuk annelerinin, babaları­nın yanında birbuçuk saat hoşça

vakit geçiriyorlar, gerici yoz ideolojinin etkisini hissetmiyorlar bile. Egemenler insanları daha küçükten düzen ilişkileri içine almayı ve kendi dişlileri içinde eritmeyi amaçlıyorlar. Sergilenen oyunların ni­teliğine baktığımızda bunu daha açıklıkla söyleyebiliriz. Bunlar;

Pamuk Prenses — Ped. Dr. Nuran ŞENER Aliş Fezada » » » Rüyalar Ülkesine Bir Bilet » » » » Merih Yolcuları » » » » Sihirli Kemer — Karl Heinz Gies Perili Değirmen — Ziya Demirel Küçük Hakan — Abbas Cılga Sevimli Hayalet vb. oyunlardır.

Bu tür oyunlarda hayaletlerle insanlar arasında dostluk kuru­yorlar ve bunlarla kötülüğü altediyorlar. Büyük bir ustalıkla idea­lizmin karanlığına çocukları itiyorlar. Böylece çocuk daha ufak yaş­ardan itibaren «çok şükür»cülüğe, «allah korusun»culuğa alıştırıla­cak ve dolayısıyla sömürü çarkının işlemesini engelleyecek pürüz­lerden düzen kurtulmuş olacaktır. Düzenin yoz ilişkileri içine giren dünün çocuğu ise, eline geçenlerle yetinecek, daha kötü durumda olanları görürse de kendi haline şükredecektir.

Bankalar halkın maddi yaşamından kopuk, gerici öğeleri de kul­lanırlar. Öyle ki gerçeklikten uzak tatlı hayallerle süslü birer yut­turmaca olmaktan öteye gidemeyen bu tür kullanımlar çocukları olumsuz yönde etkilemekte ve geleceğin burjuva toplum yapısının birer unsurları haline getirmektedir. Fakat bankalar sürekli tiyat­ro sanatını yaygınlaştırmak, kitlelere sevdirmek amacında oldukla-

TAVIR/341

rını söyleyeceklerdir. Bize göre ise düzen ilişkilerini sevdirmektir yapılan.

Akbank 1972 yılından beri tiyatro etkinlikleri sürdürmektedir. Bunun yanında kukla ve karagöz gösterileri de sürmektedir. Tiyatro çalışmalarında etkin olan kişi Erol Günaydın'dır. Türk Ticaret Ban­kası 1961 yılından bu yana tiyatro çalışmalarını sürdürmektedir. Bu güne kadar oniki oyunu sahnelemiştir. Yapı ve Kredi Bankası'nır tiyatro çalışmaları yenidir. Ve son iki yıldır «Sevimli Hayalet» adlı oyunu sergilemektedirler. Tiyatro çalışmalarını yönlendiren Raik Alnıaçık'tır.

Bankalar toplumun tümü içinde sempati kazanmış olan sanat­çıları kullanarak, eğlence kervanı özel otosu ve karavanıyla, ül­kemizin her tarafında temsiller verebilecek donanıma sahip bir ya­pı oluşturmuşlardır.

Ülke içinde yaygınlık kazanan bu tür etkinlikler doğaldır ki gerçekleştirilmeye çalışılan ulusal kültür kavramının bir devamı­dır. Yapılanların tümü bu amaca yöneliktir. Bankalarda yaptığımız araştırmalar sonucunda elde ettiğimiz veriler, bizim için şaşırtıcı olmadı. Bu etkinlikleri ise: «Bankaların sinemayı kullanmaları, ban­kayı sempatik göstermek, kafalara banka imajını yerleştirmek, ide­olojik düşüncenin dışında, eğlendirecek, hoşça vakit geçirtecek, kah­kaha attıracak nitelikte, oyunlar filimler sergilemek içindir.» biçi­minde açıklıyorlar.

Bankalar sinemayı, tiyatroyu, müziği niye kullanırlar? Sa­nat ve kültürün toplumun tüm kesimi içinde yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi için mi? Hayır! Tasarruf alışkanlığını kazandırmak, kumbarayı sevdirmek, sömürüyü ve düzeni sevdirmek için, ama hep ideolojik düşüncenin dışında (!) Egemenler, kendi toplum yapıları­nın devamı için, insanlığını kaybetmiş, topluma, sınıfına, kültürüne yabancı insanlar yetiştirmek istiyorlar. Tüm bankalar çocukları seç­mişler bu yüzden. Yaşları 4 - 6 arasında 10'u aşmayan çocukları « g e -l in, her hafta tatlı kahramanlar, çocuk tiyatroları, müzik var, beda­va!» duyurularıyla banka şubelerine doluşturmak onlara içeride, tatlı kahramanlar, sandviçlerinin arasına tutuşturulmuş rangârenk aile tasarruf cüzdanları, kumbara oyuncaklar sunmak için.

Bankaların varlık nedenlerini belirleyen bu tür etkinliklerin toplumun tüm kesimi içinde yaygınlığının sağlanmasında banka imajının kafalara yazılması ve banka yapısının kitlelere sempatik gösterilmesin de kullanılacak en yaygın araç reklâm olacaktır. Bankalar yukarıda da değindiğimiz gibi bu konuda popüler ve

TAVIR/342

sempati toplamış sanatçılardan yararlanırlar. Bu sanatçıların kitle­lerde yarattığı sempati sömürülür. Ekrana bir leylek çıkar selâm verip perdeyi açar ve ardından, kişileri hayatından bezdirecek bir hal almış sorunlarını yansıtmak bir yana, onun yaşantısını, ilişkile­rini vermekten uzak espirilerle iki sanatçı ekrana gelirler. Diğer yandan bir sinema artisti çıkar ve başlar bankaya övgüler yağdır­maya. Böylece, banka yapısı içinde kâr oranını, mevduat oranını iş­tirak oranını arttırmak ve toplumun tüm kesimi içinde etkin olabi­lecek bir bankalar ağı oluşturulmak istenilir.

DİPNOTLAR

(D V. İ. LENİN - Emperyalizm (2) Age. (3) AMİLCAR CABRAL - Son konuşmalar (4) TİB. Yayınları - Türkiye ekonomisine y ö n veren Holdingler (5) Akbank yayınları - Türkiyemiz s: 4 Haziran 1971 (6) Vitali Hakko - Sanat Dünyamız Dergisi s: 10, 1 9 7 7 (7) Sedad Hakkı Eldem - Türk Mimari Eserleri (8) Agy.

TAVIR/344

II

Bankalar ve Holdinglerle Kültür Yutturmacılığının Tipik Bir Örneği Olarak «İSTANBUL FESTİVALİ»

Şevki ÖMEROĞLU

Bir önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, tekelci burjuvazinin ulusal kültürü yaratma çabalarını, geçtiğimiz günlerde kamuoyu­nun oldukça ilgisini çeken « 8 . Uluslararası İstanbul Festivali» ola­yında da açıkça görmekteyiz, içeriği bakımından geçmiş senelerde yapılan festivallerden hiç bir farkı olmayan 8. İstanbul Festivali, herşeyden önce emperyalizmin kültür politikasına göre biçimlendi­rilmiştir.

İstanbul Festivali, bir işbirlikçi kuruluşun; «İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı» nın denetiminde yapılır. Vakfın kurucularına bir göz

atalım: «Fahrettin Kerim Gökay (Başkan, Demokrat Parti'nin İstan­bul Valisi ve Belediye Başkanı.), AK-BANK TA.Ş., AKSA A.Ş., AKSU A. Ş., ARÇELİK A.Ş., AYGAZ A.Ş., Fet-tah Aytaç, İzzet Baysal, Fuat Bez­men, Halil Bezmen, Refik Bezmen, Dr. Mustafa Birgi, BORUSAN A.Ş., BP PETROLLERİ A.Ş., BURLA A.Ş. Fahir Çelikbaş, Mehmet R. Devres, Selma H. Devres, Prof. Dr. Hayri Do­maniç, ECZACIBAŞI HOLDİNG A.Ş., Ahmet Şeci Edin, Osman Edin, EL-GİNKAN HOLDİNG A.Ş., Özer Esen, Vitali Hakko, Nihat Hamamcıoğlu,

TAVIR/345

E.E. Hotz, Hürriyet Gazetecilik A.Ş., İSTANBUL BANKASI A.Ş., İs­tanbul Rotary Kulübü, İstanbul Sanayi Odası, İstanbul Ticaret Oda­sı, KOÇ HOLDİNG A.Ş., Ali Koçman, Ara Kuyumcuyan, Kemal Mü-derrisoğlu, Bernar Nahum, OSMANLI BANKASI A.Ş., PAMUK-BANK A.Ş., İzzet Pensoy, PERFEKTÜP Sanayi L t d . Şti., PROFİLO HOLDİNG A.Ş., RABAK A.Ş., Emin Sencer, SINAÎ YATIRIM VE KREDİ BANKASI A.O., Semih Sipahioğlu, Fethi Talay, TATKO T.A.Ş., TEKFEN HOLDİNG A.Ş., Afif Tektaş, TERCÜMAN Gazeteci­l ik ve Matbaacılık A.Ş., TÜRK HAVA YOLLARI A.O., TÜRK PET­ROL T.A.Ş., TÜRK PİRELLİ LASTİKLERİ A.Ş., TÜRKİYE İŞ BANKA­SI A.Ş., TÜRKİYE SINAÎ KALKINMA BANKASI A.Ş., TÜRKİYE Şİ­ŞE VE CAM FABRİKALARI A.Ş., TÜRKİYE TURİNG VE OTOMOBİL KURUMU, ULUSOY Turizm ve Seyahat Koll. Şti. ÜNİLEVER-İŞİ Ti­caret ve Sanayi L t d . Şti., VEB Ofset A.Ş., YAPI VE KREDİ BANKA­SI A.Ş.»

Şimdi de, Festival Komi­tesi Başkanı ve Vakıf Genel M ü ­dürü Aydın Gün'ün şu sözlerine bakalım: «Festival kurumlaştı. Bu kurumlaşma sağlanırken şunları amaçladık ve amaçlıyo­ruz. Devlet özel sektör ve halk birliktenliğinin sağlanması, bu üç yapının bütünleştirilmesi.» Ve hemen arkasından ekliyor; «Amaç kaliteden fedakârlık etmeden, mümkün olduğu ka­dar çok insana, uluslararası sa­

nat ve kültür etkinliği yapmak. Kalite çok önemli. Halkın hoşuna gi­decek diye kaliteden fedakârlık edemeyiz...» İşte tekelci burjuvazi­nin müzelik sanat ve kültür anlayışı! Aslında daha başka bir dü­şünce beklemek, her şeyden önce saflık olurdu. Öyle ya, bir ülke dü­şünelim k i , tüm kitle iletişim araçlarında emperyalist ülkelerin kül­tür politikalarının propagandaları yapılsın, yoz ilişkiler kafalara so­kulmaya çalışılsın; bir ülke düşünelim k i , 7'den 70'e herkes faşist terörün azgın dişlerini bağrında hissetsin, IMF'nin kurtuluş öneri­lerinin (!) sonucunda halk zamlara, kuyruklara ayak uydurmaya çalışsın; bil im adamları, işçiler, öğrenciler, köylüler, emekçiler ege­men sınıfların emrindeki halk düşmanı faşistler tarafından katledil-

TAVIR/346

sin. Ve böyle bir ülkede burjuva hümanizmi görüntüsünde bir festi­val! Burjuva hümanizmi görüntüsünde diyoruz, çünkü emperyalist­lerin ve yerli işbirlikçilerinin hümanizmaya bile tahammülleri kal­mamıştır. Bir yanda faşizmin maddi yaşamını sağlayan tekeller, ban­kalar diğer yandan festivallerle insancıllık taslıyacaklar. Ne tür bir insancıllık bu?!... Andersen'in masallarında bile rastlanamayacak bir uydurma! Bu uyutma politikasına yakalanan bazı kişilerin görüşlerini aktarmakta yarar görüyoruz. Bunlar, emperyalizmin festivalle bağın­tısının direkt olmadığını, çünkü festivalin geniş yığınlara ulaşmadığı­nı, emperyalizmin bunu kullanmasına olanak olmadığını söyler durur­lar. Oysa, festivalin kurumlaşması geniş yığınlar tarafından sağ­lanmış, bu i lg i , açık havada yapılan meddah, halkoyunları, ortaoyun-ları vs. ile de kuvvetlendirilmeye çalışılmıştır. Özellikle Sovyetler Birliği'nden gelen Moiseyev Dans Grubu'nun, Yugoslavya'dan fes­tivale katılan Shota Halk Dansları Toplulukları'nın, daha önceki yıl­larda festivale «renk kattığı» ve izleyici kesim üzerinde büyük ve saygın bir etki yarattığı açıktır. Burjuvazi böylece festivale i lgi çekmeyi ve bu toplulukların çarpıcılıklarını kullanarak festivalin kurum olarak güçlülüğünü sağlamayı düşünmektedir. Festival izle­yicileri arasında işçilerin ve köylülerin bulunmamasına karşın, ay­dın küçük-burjuva öğrenci kesimi önemli bir yer tutmaktadır. Ül­kemiz devriminde küçük-burjuvazinin de bir rolü olacağına gö­re, emperyalizm, neden bu kesimi etkilemeye çalışmasın? Özel­likle İstanbul gibi siyasi ve kültürel alanda zengin bir birikime sa­hip şehirde yapılan festival, burjuvazinin kendine bir taban bul­ması ve bu kitlelere kendi kültür politikasını «şırıngalamak» sevda­sını taşır.

İstanbul Festivali. 1 9 7 7 senesinden sonra «Uluslararası Festival­ler Birliği»ne üye olmuştur. Yalnızca 36 festivalin katılmasına izin verilen birliğe, Türkiye'nin yanında Almanya, Fransa, İngiltere, İs­veç, Hollanda, İspanya, Japonya, Avusturya, İtalya, Polonya, Maca­ristan, Belçika, Yugoslavya, Yunanistan gibi ülkeler de üye. Her yıl çeşitli ulusların sanatsal etkinlikleri İstanbul'a yığılıyor (1). İlk ba­kışta bir kültür olayı, enternasyonal bir anlayış olarak görünen fes­tivalden asıl ne amaçladıklarını Aydın Gün özetliyor.- «Uluslararası yapmamızın en önemli nedeni; sanatçılarımızın yabancı tekniklerle karşılaşması ve bir yerde kendi kendilerini eğitmeleridir.» Bu söz­den şu anlam çıkmaktadır: S.S.C.B.'den, Polonya'dan çağırılan sa­

natçı ve topluluklar, halk için değil açıkça burjuva sanatçılar için getiril ir. Bankalar, holdingler için önemli olan, bu sanat eserlerinin

TAVIR/347

işlevleri (özleri) değil, biçimleri, yani «teknikleri»dir. Kısaca, te­kelci burjuvazi birçok ulusun sanat etkinliklerini bir havuzda top­lamakta ve kendine yararlı gördüğü teknikleri, sunuş yöntemlerini seçmektedir. Sinema dışında birçok sanat dalını kapsayan festival­de, yetkinlikleri dünyaca kabul edilmiş uzman sanatçıların görev almasının tek nedeni budur. Her şeyiyle dışarıya bağımlı tekelci burjuvazi, elbette ki kendi kültürünü de ithal ederek oluşturmaya çalışacaktır. Peki, burjuvazinin öğrenmek istediği bu 'biçim' nedir?

Londra Çağdaş Dans Topluluğu

Tabii k i , insanlığın toplumsal değişmeleri sırasında belirlenen sa­natsal üretimlerinin biçimi. Festivalde sunulan eserler ya kendi çağlarına göre ilerici olan eserlerdir ya da hâlâ bu niteliklerini ko­rumaktadırlar. Öncelikle şunu belirtmek gerekir; bir sanat eserini salt biçimi ile tanımlamak temelsiz ve sakat bir anlayıştır. Asıl önemli olan onun özüdür. Bir sanat eserinin özünün kitlelere yansı­tılması da zaman ve yer koşuluna sıkı sıkıya bağlıdır. Bizler, İstan­bul Festivali'ndeki operalara, balelere, resitallere karşı çıkarken; d i­rekt olarak bu eserleri değil, bu eserleri ona son derece yabancı olan

TAVIR/348

kitlelerin karşısına çıkaran burjuvaziyi suçlamalıyız. Özleri ve bi­çimleri açısından bu yapıtlar, diğer uluslarda devrimci bir nitelikte olabilirler (müzelik sanat eserleri hariç). Ancak, bu eserler biçim­sel olarak emekçi halkımıza göre çok ileri konumlarda oldukların­dan, ortada bir çelişki doğmaktadır. Yeni-sömürge ülkemizdeki halklar, yıllardan beri emperyalist sömürü çarkının dişleri arasında ezilmeye, kendi öz kültürüne yabancılaştırılarak insancıl özellikle­rinden uzaklaştırılmaya, kapitalist düzen için robotlar haline geti­rilmeye çalışılmıştır. Bu durumda da, ülkemiz emekçileri, sorunla­rını «Pıkaızen-Russın keman ikilisi»nde mi bulacaklardır, yoksa sa-

HÂZIM BAŞKAYNAK natsal hazzı «Freıburg Piyanolu Dörtlüsü»nde mi tadacaklardır? Ne onda, ne de öbüründe. Festivale katılan ülkelerin kültürlerinin sos­yalist özü de böylece güme gitmektedir'.

'Bazı küçük-burjuva düşünceler de, bale, opera, müzikallerin karşısına «milliyetçi» bir tavırla, halk oyunlarını çıkartmaktadırlar; Festivalin halk oyunları kısmının «en güzel» bölüm olduğunu savu­nurlar. Ne var ki, böyle bir festivalde halk oyunlarının, milliyetçi ve şovenist görüşler dışında sergilenmesi olanaksızdır. Objektif ola­rak ta, oynanan oyunlar bu niteliktedirler. Bu konuda Milliyet Sa­nat Dergisi'nin görüşlerine bakalım: «... Yurt dışında kalan Türkis-

TAVIR/349

tan ve Üsküp Türkleri'nin karakter ve özelliklerini koruyan varlık­larını yansıtacaklardır.», «Keçige'de vücut ve ayak çalımlarıyla Türk'ün nasıl bir iç zenginliğine ulaştığını gösterecekler». Hatırlat­makta yarar var; Keçiğe, bir Kürt Oyunudur. Yine festivalde, «tu­ristik görünüme haiz» olması nedeniyle, şoven duygulan temsil eden kılıç kalkan ekipleri gösteriler yaparlar. «Oğuz Boyları'na aittir» de­nilerek, Kürt kil im ve işlemeleri, Türk Kilimleri Sergisi'nde izleyici­lere tanıtılır. Bankalar ve holdinglerin, tanıtma broşürlerinde yap­tıkları reklâm ve propagandalar yetmiyormuş gibi, «halkbilimi» v.b. konulardaki araştırmalar da aynı amaçlarla sergilenir.

FESTİVALE DEVRİMCİLERİN YAKLAŞIMI NE OLMALIDIR?

İstanbul Festivali'ne devrimcilerin yaklaşımları bugüne kadar çok çeşitlilikler göstermiştir. Festival değerlendirmesinde doğru yaklaşımlar görüldüğü gibi, genel olarak sağ ve sol yaklaşımlar ola­rak nitelendirebileceğimiz yanlış görüşlere de rastlanmıştır.

Sol yaklaşımlar, tamamen bilgisizlikten kaynaklanan dogma ve sekter düşünceleri yansıtır. Gelen eleştiriler biçimseldir ve emper­yalizme veryansın eden bu görüşler, ne yazık k i , emperyalizme kar­şı bu alanda bir muhalefet oluşturmayı akıllarından hiç mi hiç ge­çirmezler. Biçim üzerine, bale, opera vb. konulara getirilen bu yan­lış teşhisler üretime yönelik olamazlar; sonuçsuz kalırlar. Bu alanda örgütlenme çabasına girmeyen, kısa yoldan «durumu kurtarmayı» tercih eden görüşler, muhalefet oluşturmak bir yana, kendi kendi­lerini mahkûm etmektedirler.

Festivale sağdan bakanlar ise, genel olarak festivali «Demokra­tikleştirme» amacındadırlar. Bu çalışma yöntemi olumlu bir çaba olmasına karşın, böyle bir önermeyi temel mücadele yöntemi olarak görmek, düzenin sınırlarında hapsolmayı gündeme getirir. Çünkü, festivale sahip çıkma, gerçekleşmesine aktif katkıda bulunma gibi yollar «iyimser», ütopik yollardır. Bu anlayışı savunanlar festivalin tekelci burjuvazi tarafından hangi amaçlarla düzenlendiğini göre­medikleri gibi. festivalin gerçek vüzünü halka gösterenlere bakın neler söylüyorlar: «Burjuva bonfile ver, biftek ver. İşçisi emekçisi, halkı da kurufasulye. Şimdi madem, burjuva et yiyor, o zaman et yozdur, emperyalisttir; kuru ise halkımızın ulusal yemeğidir. Yaşa­sın kuru, kahrolsun et!», «Bu mantık ne kadar saçmaysa, kültür ala­nını var olana (egemen) olana bakarak ikiye bölmekte o kadar saçmadır.» (2)

TAVIR/350

<Kültür alanının demokratikleştirilmesi> düşüncesinde olanlar, festivaldeki sosyalist ülkelerin subjektif n i y e t l e r i n i göz önünde bu­

lunduruyor ve bu noktada yanılıyorlar. Özelinde Sovyetler Birliği kendisini parçalanan bir sosyalist sistemin merkezi olarak görmek­ledir ve sosyalist kültürle kapitalist toplumları etkileyeceği, halkla­rı ilerleteceği görüşündedir. Bu revizyonist politikasının sonucu ola­rak festivale katılır.

Oysa objektif görünüm yukarıda sık sık değindiğimiz g ib i , te­kelci burjuvazinin lehinedir.

Devrimcilere düşen görev, her tür lü sağ ve sol bakışı yıkmak, tek yanlı örgütlenmeyi reddetmek, devrimci kültür mücadelesini güç­lendirmek için durmaksızın çalışmaktır. Özgüçlerine güvensizlik du­yan sağ bakışların aksine, temel güç devrimcilerin iç dinamiği ol­malıdır. Festivale karşı gereken tavır, varolan yapılanmayı teşhir ederken, bir yandan da festivali bir gözlem aracı olarak kullanmak) burjuva kültürünü öğrenmektir. Festivallerin önemli işlevlerini bir çok kez görmüşüzdür. Devrimciler de, yeni ve güçlü şenlikler, fes­tivaller düzenlemeli, halen süren ilerici-demokrat içerikli festivalleri desteklemelidirler. Halkın kültürünü yaşatmalı, onun kültür mirası­na sahip çıkarak devrimci kültürü yaratmalıyız. Devrimci görevimiz bunu öngörmektedir. Önümüzdeki süreç, her alanda olduğu gibi kültür alanında da emperyalist kurum ve kuruluşların karşısına al­ternatif olarak çıkma mücadelesini içermektedir.

Tekelci burjuvazinin kültür alanında boy gösteren kurum ve k i ­şileri üzerindeki, bunların çeşitli etkinlikleri ve özel olarak da İstan­bul Festivali hakkındaki düşüncelerimizi yeterince açtık sanıyoruz. Sanatı düzen için yapan sahtekârlara usta ozan-yazar Nâzım Hik-met'in de iki çift sözü var:

AYAĞA KALKIN EFENDİLER

Behey! kaburgalarında ateş bir yürek yerine İdare lâmbası yanan adam! Behey armut satar gibi san'atı okkayla satan san'atkâr! Ettiğin kâr kalmayacak yanına! Soksanda kafanı dükkânına, dükkânını yedi kat yerin dibine soksan; yine ateşimiz seni yağlı saçlarından tutuşturacak

TAVIR/351

Bir türbe mumu gibi damla damla eritecek! Çek elini san'atın yakasından

Çek! Çekiniz!

Bıyıkları pomadalı ahenginiz süzüyor gözlerini hâlâ «koyda çıplak yıkanan Leylâ'ya» karşı! Fakat bugün

ağzımızdaki ateş borularla çalmıyor yeni san'atın marşı! Yeter artık Yeni Cami traşı, yeteri Ayağa kalkın efendiler...

DİPNOTLAR:

(1) 8. İstanbul Festivalinin Programı

(2) Ali Taygun - İstanbul Festivalini ne yapmalı? Sanat Emeği s.18

TAVIR/352

Kemal KOBAY

SAFLARI SIKLAŞTIRIN

Dağların doruklarından indirilmiştir sözümüz yiğitçedir yaşamak ve sevmek ve bize düşman olana düşman düşmek kasıp kavururken zulüm silahı bitiştirmek bize gelmez dize gelmek can bedenden göçmedikçe diz boyu kan diz boyu barut içre dalarak dayanarak, karşı koyarak

koparılmıştır yaşam kaç boyun sunulmuştur gencecik, taze, yeni yetme... Bir çığlıktır öfke alev alev tutuşan yüreğimde zehir basın kanayan yarama Ey kurtuluş için savaşan halklar sarsılsın doğa, çöksün topraklar kopsun alev ateş çanaklarından çatlasın ağız

yaşanan güne karşı Ey ana rahminde ki döl fırla bedenden, atıl ileri sarıl bize, dolan bize

gir içimize gücüne güç kat tetiği kesen parmağın havaya kalkan kolun sallanan yumruğun Ey iyi söyleyen, yiğit eyleyen yaman isyan edenler ve toprağa can veren dağları deviren devranı çevirenler eşitliğin, özgürlüğün savaşçıları sıkın sıkılabildiğince kaynasın derileriniz balta saplarına biçsin tırpanlar başak biçer gibi rüzgar savursun yangını

kasıp kavursun kabına sığmasın mermiler Kavga örülecektir elbet ölünecektir safları sıklaştırın ileriye! düşenlerin yerine

TAVIR/353

Arnavutluk

Yazarlar

Birliği Başkanı

D R İT E R O A G O L L İ İle

Bir Söyleşi

• TAVIR

TAVIR — Bilindiği gibi sanatı siyasetten ayıramıyoruz. Sanat, siyasete ba­ğımlı olarak biçimlenir ve ona büyük ölçüde etki yapar. Dergimiz, devrimci mücadelenin önemli bir alanını kapsayan devrimci kültür mücadelesinde bir araç. Ülkemizde, küttür alanında şu ana kadar netleşmiş devrimci sanat anla­yışı yok, amacımız teorik konuların da dargimizde açarak devrimci kültür poli­tikasının belirlenmesini ve netleşmesini sağlamaktır. Bu nedenle ülkemizdeki ve uluslararası devrimci kültürlere ağırlık veriyoruz.

D. AGOLLİ — Derginizin amacı çok büyük ve seçtiğiniz hedefler çok güzel . Lenin şöyle diyor; « bana iyi bir dergi verin, dünyayı değiştireyim», Arşimet de , « bana bir mesnet ve kriko verin, dünyayı kaldırayım» diyordu. Bu anlamda der -gi çok önemlidir.

TAVIR — Yaşamınızı sanatçı kişiliğinizde kısaca anlatır mısınız? D. A G O L L İ — Atdeval denilen bir bölgenin Korçi kasabasında 1931'd e doğ­

dum ve ilk eğitimimi orada tamamladım. Kurtuluş savaşı başladığında partizanların yanına giderek mücadeleye ka­

tıldım. Henüz 13 yaşındaydım ve elimde tüfek tutmak zorundaydım. Çünkü mü­cadele bunu gerektiriyordu.

TAVIR/354

Ortaokulu ve liseyi, Gürıey Arnavutluk'taki Girahada kasabasında bitir­dim. Daha sonra Leningrad Üniversitesi'nin Filoloji bölümünde okumak üzere Sovyetler Birliğine gittim.

Yazmaya 14-15 yaşlarında başladım. Bunlar daha çok şiir ve küçük hikâ­yelerdi. O zamanlar bizim gençlik dergilerimizde basılmıştı. İlk kitabımı 1957 senesinde üniversiteyi bitirirken yazdım. Bu bir şiir kitabıydı. Benim için bu­nun anıları hâlâ tazedir. Gerçekte de bir yazar için ilk yapıtının önemi çok bü­yüktür. Bunlar iyi olmasa bile ilk yapıtlar oldukları için sevilirler. Üniversiteyi bitirdikten sonra «Za Repabil» (Yurt için) dergisinin kültür ve sanat bölü­münde 15 sene çalıştım. Bu arada Roman, 6 Şiir kitabı, 2 Röportaj kitabı, 2 Dram, 3 Film Senaryosu ve - Öykü kitabım yayımlandı. Ayrıca, Bulgaristan, Yunanistan, İtalya, Fransa, Romanya, Macaristan, İsveç, Norveç, Almanya ve Türkiye'de yayımlanan bir çok kitabım vardır. Ancak bunlar çok gözükse de benim için yeterli değildir. '

İyi bir yazar olmak için ise şöyle bir örnek verebilirim; İstanbul'da yaşayan bir yazar yaralansa, başka yerlerde ki yazarlar onun bu acısını hissetmeli, duy­malıdır. Çünkü yazarlar halkın evlatlarıdırlar.

Yine büyük bir yazar, yapıtlarını güncel konulardan ve halkın gerçek ya­şamından seçmelidir.

Ayrıca bütün dünyada bir şablonculuk seziyorum. Bir çok fabrikasyon ya­pıtlar vardır. Örneğin kovboy filmlerinden bir tanesini seyrettikten sonra diğer bütün kovboy filmlerini ezbere öğrenmiş olursunuz. Kitaplar da öyledir. Örne­ğin, Sartre iyi ve önemli bir yazardır. Ve onun hakkında yazanlar öyle şeyler yazmışlar ki Sartre'ı imambayıldıya çevirdiler.

Edebiyatta amaç, ideal yok olursa o bir yük olmaya başlar. Bir dergide, örneğin burjuva basınındaki bir dergi reklamsız çıkamaz. Çünkü içerik olarak «yük» ile doludur. Ve reklamlar olmadan kesinlikle satılamaz. Neden onlar çıp­lak kadın resimleri basıyorlar. Onlar sadece satmak için uğraşıyorlar ve kitle­leri uyutmak istiyorlar. Kitlenin politika ile uğraşmasını istemiyorlar. Başka şeylere dikkati çekiyorlar. Politika olmasın da ne olursa olsun.

Öz olarak anlatmak istediğim, edebiyatın büyük amacı olmalı ve insana bir şeyler vermeli. Edebiyat halk için olmalıdır, yazar en güzel yapıtlarını hal­ka adamalıdır. Çünkü halk herşeyin en iyisine layıktır. Ben de bu amaç doğ­rultusunda yazmaya çalışıyorum.

TAVIR — Sayın Agolli, genellikle hangi konularda yazıyorsunuz? D. AGOLLİ — Ben, ulusal kurtuluş savaşı, sosyalizmin inşası ve halkımı­

zın olumlu kültür değerleri üzerine yazıyorum. Ayrıca yeni akımlar üzerine in­celemelerde bulunuyorum.

TAVIR — Arnavutluk halkı genellikle hangi konuları okumayı seviyor? D. AGOLLİ — Her halk gibi çağdaş konulan tercih ediyor. Toplum yaşa­

mı ele alındığında halk bunu ilgiyle okur. Çünkü, her an karşılaştığı olaylar ve bizzat içinde yaşadığı yaşam anlatılmaktadır.

TAVIR — Örneğin Gorki'nin bu konuda şöyle bir sözü vardır: «Kahraman­lık (veya yazılara konu olacak olaylar) hayatın her alanında mevcuttur. Ve ben öyle sanıyorum ki yazarlar bu tür şeyleri yakalayarak konuları kolaylıkla bulabileceklerdir.» Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

0, AGOLLİ — Günlük yaşamda bile kahramanlıklar vardır. Fakat, batılı

TAVIR/355

yazarlar kahraman eksikliği olduğunu söylüyorlar. Bunun için baş kahraman olarak psikolojik hasta ve manyak kişileri seçiyorlar yani normal insanı konu olarak incelemiyorlar ve böylece gerçeklerden kaçmaya, uzaklaşmaya çalışıyor-yorlar. Ben bu tür kişilikler hakkında yazılmasın demiyorum, ancak bu tür kahramanlar fon olarak kullanılmalıdır.

TAVIR — Arnavutluk devrimini yapmış bir ülke olarak, kültür devrimini nasıl gerçekleştirmiştir? Genel olarak Arnavutluk'taki kültür yaşamından söz-eder inisiniz?

D. AGOLLİ — Kültürel ve ideolojik gelişim ince ve çok önemlidir. Devrim­lerin içinde önemli bir devrimdir. Örneğin Çin'deki kültür devrimi çok can sı­kıcı olmuştur. Çünkü kültür devrimi adına halk kültürü ve gelenekleri bir ta­rafa itilmiştir. Ve bu yüzden sağlam bir temele sahip olamamıştır. Bilindiği g i­bi proleter kültür, geçmişin kültürü üzerinde yükselmezse önemli hiç bir şey yaratılamaz. Bizde böyle bir düşünce ile Arnavutluk'taki kültür devrimini ele aldık ve kültürümüzü inşa etmeye devam ettik. Halk edebiyatının olumlu yan­larını alarak yeni kültürümüzü geliştiriyoruz.

Bizde, geçmişde de iyi yazarlar varmış. Örneğin Çayupi, Medani gibi şair­ler. Onlar, genellikle insanlığın, yaşamının üzerine yazmışlardır. Şiirlerinde bel­ki de fazla devrimcilik yoktur ama iyi yapıtlar çıkardıkları için tutulurlar. Biz savaş döneminde ve ondan sonra da bu tür kişileri koruduk ve hâlâ onlara say­gımız var. Yazarların çoğu halkın tarafındandı ve partimiz de onların örgüt­lenmesinde büyük rol oynamıştır. Ve şimdi sağ kalanlar önemli yazarlar olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Bizde 1 0 - 1 5 yıl öncesine kadar halk geleneklerini

AYB Başkam D. Agolli, TYS Başkanı A. Nesin ite birlikte ikili kültür anlaş-sını imzalarken. gericilikle bağdaştıran kişiler vardı. Ama artık bu anlayış yıkılmıştır. Gelenek­ler, cephe arkasıdır edebiyat savaşında. Savaş, cephe arkası olmazsa sürmez. Desteksiz bir savaşı düşünebilir misiniz? Edebiyatta da böyledir. Eğer, idealini arayacaksanız geleneklerin zararlı olanları da vardır. Ancak güzel şeyler ço­ğunluktadır ve onun içinden iyileri çekip, yeni edebiyatı bunun üzerine kurmak gerekir. TAVIR/356

TAVIR — Ülkenizde küçük burjuva yazarlarına karşı nasıl bir mücadele yürütüyorsunuz?

D. AGOLLİ — Devrim sonraları genellikle burjuva kalıntıları olur ama be­lirleyici olan yine başta olanlardır. Biz devrimden sonra bu tür kişilere karşı savaşıyoruz. Bunların sanatçılar birliğinde 1030 üyesi vardır ve hemen hepsi sol görüşlüdür. Onlarla, politik, kültürel ve diğer konularda tartışarak doğru olanı kabul ettirmeye çalışıyoruz. Bu silah zoru ile değil, ikna yolu ile oluyor, Küçük burjuvalara karşı eğitim yolu ile savaşmalıyız. Biz bu konuda her gün çalışıyoruz ve her gördüğümüz hatayı açığa çıkararak, doğru yönü gösteriyoruz.

TAVIR — Sizce devrimci bir sanatçı nasıl olmalıdır? D. AGOLLİ — Devrimci bir sanatçı halkın evladı olmalıdır ve onun sorun­

ları ile yaşamalıdır. Seyirci olmamalıdır. Büyük sanatçı olup, devrimci değilse bu devrimci bir sanatçı olamaz. Ancak politik olmayan sanatçılar da vardır. Bunları silip atmamalıyız. Örneğin Balzac monarşiye karşıymış, ama edebiya­tında demokratmış. Neden demokrattı? Çünkü başka türlü olamazdı, başara­mazdı. Fakat şimdi bir sanatçı devrimci olmazsa, iyi bir yazar da olamaz.

TAVIR — Burjuvazi, bilindiği gibi politika ile sanatı birbirinden ayırır. Bu­na karşı nasıl mücadele edilmelidir?

D. AGOLLİ — Bu olayların ve gerçeklerin sayesinde olur. Burjuva ideolojisi­ne karşı her türlü araçla mücadele edilmelidir. Çeşitli yayınlar, toplantılar ve buna benzer değişik araçlarla.

TAVIR — Bize ve okuyucularımıza söylemek istediğiniz şeyler var mı?

D. AGOLLİ — Derginizin çok güzel bir amacı olduğunu ve daha iyi bir ya­yıncılık için savaştığını anlıyorum. Bu çok iyi bir şeydir. Amacınızı da beğen­dim. İnsanın elbisesi olmayabilir ama yüreği ve beyni olmaksızın yaşayamaz.

Ayrıca genç oluşunuz da iyi bir gelişmedir bence. TAVIR — Teşekkür ederiz. Sayın Dritero Agolli.

357/TAVIR

Turhan OKTAY

ŞAFAKLA GECE ARASI YAKINDIR

1

Geceyarısı sokaklarında seni açarken gördüm delikanlım Sahanlar değdi son soluğuna Ardında bin türlü pusu ardında yalan dolan katmer katmer dizim dizim dizilmiş Hakkında delikanlım kesin buyruk verilmiş: «Vurun!..»

Göz pınarlarımdan ilk yaz akarken kanlı, yeşil yüreğimde filizlenir delikanlım ala banmış bir öfke öylesine dik öylesine onurlu ve hiç eğilmeyen tavrıyla durur tetikte.

I I

Şimdi saçlarında hiç bir yıldız açmayan güne küsmüş dul kalmış bir gecenin kir l i iğrenç ve pörsümüş rahminde beynim fırlıyor ileri gözlerim yuvalarını zorluyor er çağındaki sevdam dikelerek karanlığın koynundan şafağı yokluyor. Şafakla gece arası yakındır.

358/TAVIR

Al bir sarmaşık gülünün açılan çiğli dudaklarından alnıma öpücükler konuyor İşte bundan anlıyorum Şafakla g e c e arası yakındır delikanlım. Caddelerde gümbürdeyen mavi-yağız dalgalardan anlıyorum kitapların yalımlanan sayfalarından yüreğime bastığım ateş açmış dizgilerden anlıyorum

III

Namlular çiçeğe durmuş delikanlım sevinç döllenmeye başlamış kan yitmiş ama öfke kınında Emek allı morlu bayram içinde.

DÜZELTME

Turhan OKTAY'ın dergimizin 3. sayısında yayınlanan «BÜYÜK ÇAĞLAR­DIR ÖZGÜRLÜK Kİ ADI ÖMRÜMÜZE YAZILDI» adlı şiirinde aşağıda gösteri­len dizgi yanlışları olmuştur. Turhan OKTAY ve okurlardan özür dileriz.

I. BÖLÜM : belleğimize kazındı bileğimize olarak düzeltilecektir.

I I . BÖLÜM : «Kozalarla dalgalanmış kızlar» satırını «Yaşları kaç bilinmez» satırı izleyecektir.

III. BÖLÜM : eli tutkun silahı silaha olarak düzeltilecektir.

IV. BÖLÜM : Ardımızda yağmurlanmış umutlar yağmalanmış olarak düzeltilecektir.

TAVIR/359

BEDRETTİN CÖMERT Zeynep ERAY

«Madem ki toplumlar tarihinin omurgası, insan emeğinin tuğ-Ialarıyla örülmüştür, bu emeğin ortaya çıkışında birinci dereceden görevleri de bilim ve sanat yüklenmiştir.»

Bilim ve sanat insan yaşamının, gelişiminin diyalektik bir yan­sımasıdır. Ve içinde bulunduğu sürecin üretim ilişkilerini gösterir. Burjuvazi kendi düzenini, var olabilmesi ve yaşayabilmesi için ken­di aydınını yaratır. Ama, nasıl ki bilimsel teknolojik devrimlerinin ve sömürü halkalarının, sömürü paktını hazırlayan burjuva aydın­ları var ise bunun karşısında proleteryanın yanında safını belirle­miş, özgürlükten yana imzasını atmış mücadelelerin aydınları da vardır.

Tarihin her döneminde sanatın ve bilimin ortak katkısıyla ger­çekler suyüzüne çıkartılmaya çalışılmış, ortaya çıkan gerçeklerle birlikte bilim ve sanat, yeni bir göreve bağlanmış ve yön kazan­mıştır.

Einstein; «Özünde bilim adamı ve sanatçı özgürlükten yanadır» der. 1 9 4 8 ' d e i l k defa kurulan barışçı ve anti-faşist mücadelenin ilk

TAVIR/360

BİLİME UZANAN

FAŞİST ELLER

KIRILACAKTIR

evrensel örgütünün başına Curie, Neruda, Fadeyev ve Robeson g i ­bi bilim adamı ve sanatçılar getirilmiştir. Bu da, sanatçının ve bilim adamının genel karakterindeki i lericil iğini, özgürlükten yana mü-cadeleciliğini bize çizen bir örnektir. Bu gerçeği bilen egemen sınıf­lar da çağlar boyunca bilim adamına ve sanatçıya saldırmış, onun insanlığın malı olmasını engellemeye çalışmıştır. Şeyh Bedrettinle-rin, Galilelerin darağacı ve giyotine gitmelerine neden de bu ger­çeklerdir.

Ülkemiz, yıllar boyu bir çok aydının susturulmaya çalışılması­na ve öldürülmesine sahne olmuş, bu baskıyı yaşamış bir ülkedir. Bilim ve sanatın insan düşüncesinin ufuklarını açan, dünya görüşü­nü etkileyen, özellikle bilimsel düşüncenin insanların gerçekleri da­ha iyi görebilmesini sağlayan bir araç olduğunu bilmektedir burju­vazi. Ve bu nedenle en acımasız saldırılarını aydınlara yöneltmek­tedir. Bu saldırılarla doğrunun teorisini yazanlar, yaşamı iyiye, gü­zele yöneltenler sindirilmeye çalışılmakta ve bilime düşman faşizm, işine gelmeyeni, sömürüsüne katılmayanı yok etmeyi amaçlamak­ta, aydınları susturmaya uğraşmaktadır. Geçtiğimiz son yıllar bu saldırıların en yoğun bir şekilde sürdürüldüğü yıllardır. Bu saldırı­larla bir çok aydınımız yaşamını yitirmiştir. Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Bedri Karafakioğlu, Ümit Yaşar Doğanay, Do­ğan Öz ve Bedrettin Cömert, faşizmin plânlı saldırılarla katlettiği aydınlarımızdan birkaçıdır. Bu aydınlarımızın hepsi doğruyu düşü­nen bir beyin ve doğruyu yazan bir kalem oldukları için faşizmin saldırılarına hedef olmuşlardır.

Ankara Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bedrettin Cömert, 1978'in Temmuz'unda evinin kapısında öldü­rülen, faşist cinayete kurban giden bir bilim adamıydı. O, yaşamını bilimsel düşüncenin ışığında, toplumunun kültürünü yaşatmaya ve geliştirmeye adamış bir sanat bilimcisiydi. Enternasyonalist kültürün yaratılmasından, dilbil imi ve estetiği zenginleştirmeye kadar bir çok kültürel çabayı gerçekleştirmeyi amaçlamış, henüz çalışmalarının başındayken öldürülmüştür. İnsanoğlunun çağlar boyu oluşturduğu bir ik imi, çağdaş bir yorumla ele alarak onu, bilimselliğin ışığında geleceğe ulaştırmayı amaçlayan bir sanat tarihçisiydi Bedrettin Cömert.

O, sanat üzerine görüşlerinden birinde şöyle der: «Yalnızca be­

l i r l i kişilerin tekelinde kalan ussal etkinlikler, topluma maledileme-

TAVIR/361

dikleri, ya da maledilmek istenmediği veya bu kişilerin bu etkinlik­leri topluma maledecek güçten yoksun oldukları içindir ki bu etkin­likler, çoğumuza başka gezegenlerden yansıyan yaşamdışı şeylermiş gibi gözükür. Düşüncelerini ve duygularını kendi dilinin öz değer­leriyle söyleyemeyen kişi, bırakın bil im ve sanatı, ulusallık bilinci­nin dışında kalmaya mahkûmdur.» Sanatta anlaşılmazlığı sa­vunanlara, sanat yapıyorum diye bilimsellikten saparak sa­nat için sanat yapanlara duyduğu tiksintiyi belirten Cömert, sanata ilişkin görüşlerinden birinde yine şöyle diyor: «Top­lumculuk, toplumsal nitelikli sorunların yapıta sokulması değildir; ne de bireysel sorunların işlenmesi. Gerçek toplumcu sanat, insanı, birey-toplum bütünlüğü içinde görüp yansıtabilen sanattır. Top­lumculuğu; toplumu dolaysız yoldan ilgilendiren konuların tekelin­de sanmak ilkel olduğu kadar kaba bir yanılgıdır. Böyle bir yanılgı, sanat denilen o ince, o damıtılmış ürünün güzelliğini bulandırır. Toplumculuk bir konu, içerik sorunu d e ğ i l , yöntem sorunudur, ba­kış açısıdır, dünya görüşü biçimidir.»

Buradan da anlaşılacağı gibi, o, bir sanatçının insanlığa yapıt­larıyla çok şey iletebilmesinin ancak dünya görüşünü kesin sapta-masıyla ve dolayısıyla da bilimsel dünya görüşü ışığında olanaklı olabileceğini söylemektedir. Bu da kuru bir anlatım ve gerçeği sı­ralamak olmamalıdır hiç bir zaman. Onun yaşamı sadece sanat üze­rine kuramsal düşünceleri ile noktalanamaz. Türk Dil Kurumu'n-daki çalışmaları, Türkçe'ye kazandırdığı 'Sanatın Öyküsü' adlı b i­limsel kitabı, 'Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak' adını taşıyan kita­bı ve ancak ölümünden sonra derlenebilen şiirleriyle pek çok alan­da varlığını gösterebilmiş bir aydındır Bedrettin Cömert.

Her zaman ezilen sınıflar için mücadele veren, bu mü­cadelede yerini belirleyebilen yiğit beyinler ve yürekler ol­muştur, olacaktır da. Sınıfsal çözüme vararak doğru saflarda yer alabilen aydın, aydın olabilmenin mutluluğunu ve övüncünü an­cak yeni toplumun kurulmasına katkıda bulunduğu ölçüde duya­caktır. İnsanca yaşamı savunmak, onun en büyük görevi olmalıdır. Faşizmin bu saldırıları mücadele devam ettiği müddetçe varolacak­tır. Bu saldırılar, faşist terörün kitle pasifikasyonu yaratması ama­cına bağlı olarak, diğer aydınları ve halkı korkutmaya, sesini çıkart­mamaya, susturmaya ve kendileri için zararlı olan düşüncelerin ya­yımlamasını sağlamaya çalışmaktadır. Bu nedenle toplumda tavrını alması gereken kesimlerden bir i de aydınlar olmalıdır. Yeni bir top-

TAVIR/362

lumun mücadelesinde öneminin ne derece büyük olduğunu kavra­yarak, bunun bilincine vararak doğruya yönelmelidir .«Kültür, sa­nat, uzun, hem de çok uzun bir süre kendini yalnızca manevi silah­larla savunmuş; ama hep maddi silahların saldırısına uğramıştır. Oysa doğrudan doğruya kültürün kendisi, manevi bir şey değil, maddi yanı da olan, hatta bu yanı ağır basan bir olaydır. Dolayısıy­la kendini savunurken maddi silahlara da başvuracaktır.» Bu ne­denle sömürüyü göstermek ve acıları anlatmak yeterli değildir. En büyük silahımız yeni toplumun kurulmasında göstereceğimiz yol olmalıdır.

Faşizmin saldırıları devam edecektir. Ancak hiç bir zaman ay­dınların ve devrimcilerin öldürülmesiyle mücadele durmayacak­tır. Bu nedenle, önemli olan, faşizme ve emperyalizme karşı verile­cek mücadelede aydınlarımızın, halkın aydını olma sıfatlarını ken­dilerini her tür lü bireysellikte arındırarak ve devrimci örgütlülü­ğün ortak çabasına katılarak sürdürmeleridir. İşte o zaman ellerin­deki silah doğru hedefe yönelecektir.

KAYNAKLAR : — Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni/K. Marx, F. Engels — Faşizm Üzerine Yazılar/Bertolt Brecht

TAVIR/363

TAVIR/364

Devrimci Şair ve Mücadele Adamı Sandor Petöfi (1823-1849)

«Sevi ve Özgürlük En gerekli iki sözcük Sevi uğruna veririm kellemi Özgürlüğüm uğruna da sevimi»

Yavuz TURAL

Bundan tanı 131 sene önce Macaristan'ın Ulusal Şairi, bağım­sızlık ve özgürlük sembolü Sandor Petöfi halkına şöyle sesleni­yordu :

«Boyundurluktan bıkmış tutsak uluslar bir gün Uyanıp savaş alanına koştuğunda Gözleri alev alev, ellerinde bayraklar, Ve bu bayraklarda şu kutsal parola DÜNYA ÖZGÜRLÜĞÜ, HERKESE VE HERYERDE. Haykırınca bu sözü çınlayan sesleriyle Haykırınca heryerde doğudan batıya Zalimlere karşı açılan son savaşta Ölmek isterim ben orda en ön safta»

1823'te Peşte'de doğan ve gerçekten de zalimlere karşı savaşırken ölen Petöfi, halkına hem kalemi, hem de silahıyla yol göstererek geride örnek bir yaşam bırakmıştır. 1848'de yazdığı «Uyan ey Macar» (Talgra Magyar) adlı şiiri sonradan ulusal marş olmuştur. Petöfi, 18. yüzyılın en büyük l ir ik şairidir. Eserleri çeşitli dillere birçok kez çevrilmiş, şiirlerinden yararlanılarak oyunlar yazılmıştır. Petöfi 26 yaşında öldüğü zaman arkasında yüzlerce şiir, dramlar, destanlar, ik i tiyatro eseri, İngilizce'den Shakespeare çevirileri ve tamamlan­mamış pek çok eser bırakmıştır. En önemlileri; Selvi Yaprakları, Aşk İncileri, Beni Bir Düşünce Üzüyor, Eylül Sonunda, Tirsa Sana

TAVIR/365

Ne Ad Verdiler, Dört Öküzlü Araba, Titre Çalılıklar ve Hüzünlü Sonbahar Rüzgârları'dır.

Orta halli bir ailenin çocuğu olan, Petöfi, öğrenimini yarıda bı­rakmış, 16 yaşında gönüllü askere, 18 yaşında gezici bir tiyatro kum­panyasına katılmıştır. Petöfi «Ülkeyi şiirler yazarak yaya dolaştı­ğını ve yeniden öğrendiğini» belirtir. Bu sırada, devrimci ozan Mi-hail Vörösmarti ile tanışmış, onun yardım ve desteği ile 1 8 4 4 ' d e ilk kitabını yayınlamıştır. Bu iki destansı yapıtı «Selvi Yaprakları» ve «Aşk İncileri» izler.

Bu arada hem ulusal, hem de sınıfsal plânda pek çok çelişkilerle beslenen bir süreç, Avrupa'yı 1848 İhtilâllerine getirir. Çoğu ülkede olduğu gibi Macaristan'da da coşkuyla karşılanır. Devrimin hemen başlarında, Petöfi ve krallığa karşı federal bir cumhuriyet kurma isteğiyle ayaklananlar «Mart Gençleri» adıyla devrimci bir örgüt kurarlar. Bunların çoğu köylü kökenlidir ve azınlık halklarla birle­şerek aristokrasiye, krallığa ve toprak köleliğine karşı savaşırlar; devrimin başarıya ulaşmasında etkin rol oynarlar.

Devrimin başlarından itibaren Petöfi'nin şiirlerinin de, aşk ve doğa yerine mücadeleyi içerdiğini görüyoruz. O, şiirlerinde halkıyla bütünleşmiş, bağımsızlığı için savaşması gerektiğini anlatmış, dev­rim sırasında halka Petöfi'nin şiirleri ve bildirileriyle seslenilmiştir.

Devrim önceleri başarıya ulaşmış, Peşte kurtarılmış, Avustur­yalılar kovulmuş, ancak Rus Çarı'nın müdahalesiyle devamı getiri­lememiştir. Petöfi, Rus ordularına karşı gönüllü olarak savaşa ka­tılmış, geri hizmete verilmesine rağmen ön saflarda savaşmakta is rar etmiş ve Segesvar'da kahramanca can vermiştir. Petöfi ölümün­den sonra da pek çok ozanı ve sanatçıyı etkilemiştir. Bunlar arasın­dan faşizmin kurbanı olan Miklos Radnoti, Janos Vajda, Attila Joz-sef'i sayabiliriz.

Sandor Petöfi, Macar Halkının mücadelesinde, özgürlük ve ba­ğımsızlık bayrağı olarak her zaman varolmuşsa, bunda halk uyak­larını ve halkın günlük konuşma dilini kullanmasının büyük payı vardır. Petöfi, eserleri için « B e n i m deyişlerim ve konularım ötekile-rininkilerden daha özgürdür. Evet. Çünkü b e n şiiri, ancak s ü s l ü giysiler ve cilalı çizmelerle girilebilen bir saray salonu olarak değil, nalınlarla ve hatta yalınayak rahatça girilen bir katedral olarak ka­bul ediyorum.» demiştir. Sanatçının halka toplumsal gerçekleri an­latmakla yükümlü olduğunu vurgulayan ,çok kısa bir ömre çok bü­yük eserler ve işler sığdıran Petöfi'den ulusal kurtuluş savaşı veren ve verecek olan ulusların sanatçılarının alacakları büyük dersler vardır. TAVIR/366

Sandor PETÖFİ

ÇAĞIMIZ ŞAİRLERİNE

Öyle kolay sanma sen bu işi, kardeşim, hemen kalkışma tellerden türküler döktürmeye! Sazı eline bir kere almaya göresin, bir görev yüklendin demektir bilesin, çok ağır bir görev ve belâlı.... Geldinse anlatmaya yalnız kendi derdini, kardeşim, yalnız kendi zevkini anlatmaya geldinse, bırak elinden o kutsal sazı, sana burada hiç kimse kulak asmaz.

Ey şairler, gireceksiniz halkla kol kola, alevlerin, fırtınaların içinden geçeceksiniz, hiç durmadan yürüyeceksiniz, ama hiç durmadan; alçaktır, halkın bayrağını elinden düşüren de. Şurda, geride, bir kenarda gizli gizli bir parçacık dinleneyim, diyen de alçak!... Halk bakacak - görecek - anlayacak, acı çeken kim, başkaldıran kim, dövüşen kim, kim işi oluruna bırakmış, kim gününü gün eden, kim şarlatan, kim korkak!..

Peygamberler çıkacak yalancı ve kurnaz, durun, diyecekler size, durun, ey insanlar, işte burası, diyecekler, sizi yaşatacak yer, işte burası bolluk ülkesi, mutlu toprak. Bu korkunç yalanlara kanmayacak ama hiç kimse, ne açlık kanacak, ne susuzluk kanacak, ne umutsuz yaşamak, haykıracak güneşte kavrulan milyonlarca insan, hepsi yalan diyecekler, hepsi yalan, hepsi yalan.

TAVIR/367

Ne zaman eşit pay alırsak hepimiz bolluk sepetinden, ne zaman hepimiz sırayla oturursak hak sofrasına ne zaman her eve girerse bereketli aydınlığı bilimin, ne zaman pırıl pırıl yanarsa tekmil evler aydınlıklar içinde, işte o zaman deriz, burda duralım, tamam, işte burası bolluk ülkesi, mutlu toprak.

Biz o güne kadar, dur durak bilmeden, sürdüreceğiz amansız savaşımızı, dağ taş demeden yürüyeceğiz, gözler çakmak çakmak, yumruklar sımsıkı. Sonunda, bütün bu çabalara karşılık, hiç bir ş e y geçmeyebilir de elimize, yola çıkarken biz bunu zaten göze almıştık.

Ölüm kondurup alnımıza yumuşak bir öpücük, kaparsa usulcana gözkapaklarımızı, ve ipekten kefenler ve çiçekler içinde alıp korsa bizi kara toprağa, bu bile yeter de artar bize.

Çev: A. Kadir - Ş. Hulusi

TAVIR/368

Bu sene 4-10 Temmuz arası yapılan gösterilerle 21. yılını doldur­du, Nasreddin Hoca Şenliği. Folklar gösterileri, sergiler, f i lm gösteri­leri, korolar ve Akşehir halkı vardı şenlikte. Bir de onlardan uzak, ülkemiz sanatçıları, yerli ve yabancı konuklar.

Nasreddin Hoca Şenliği, i lk olarak 1959 yılında düzenlenmiş. Ay­nı sene kurulan «Nasreddin Hoca ve Turizm Derneği» şenliği üstle­nip, o günden bu güne çeşitli gösteri ve sergilerle sürdüregelmiş. 1973 yılında derneğin, Karikatürcüler Derneği ile düzenlediği «Genç Karikatürcüler Yarışması» bir dönüm noktası şenlik için. 1974 yılın­da, sürdürülen karikatür yarışması, «Uluslararası Karikatür Yarış­ması» adını almış. Uluslararası bir nitelik kazanan şenlik, günümüze kadar yabancı ve yerli topluluklar, konuklar tarafından zenginleşti­rilmiş.

1980 Yedinci Uluslararası Nasreddin Hoca Şenliği yedi gün sür­dü. Bu süre içinde Akşehir'in salonlarında ve sokaklarında yedi ser­gi açıldı. Uluslararası Karikatür Yarışması sergisi, Halk Eğitim Mer­kezi el işleri sergisi, Cemal Kılınç resim sergisi, Kız Meslek Lisesi sergisi, Nihat Ekin Akşehir Gölü Kuşları ve Göl Ürünleri sergisi, Vahide Özus resim sergisi, Behiye Çamurlu çiçek sergisi, Karikatür­cüler Derneği İzmir Şubesinin «3 Metre Beze» adlı, beze yapılmış ka­rikatürlerden oluşan açık hava sergisi.

Şenliğin halkla olan ilişkilerini sağlayan, konukların yer ve ye-

TAVIR/369

N. EREN

1980 Uluslararası

Akşehir

Nasreddin Hoca

Şenliği

mek sorunlarını gideren, programı hazırlayıp, uygulayan Akşehir Nasreddin Hoca ve Turizm Derneği Başkanı İsmet Şenoğlu ile yap­tığımız konuşmada söylenen; halkın şenliğe ekonomik açıdan yak­laştığı, şenlikte sadece eğlence aradığı, derneğe ekonomik yardım­da bulunmadığı, çoğu zaman bir sandalye taşıma işini bile kendile­rinin üstlenmek zorunda kaldıklarıydı. «Halkın şenlikten neler bek­lediğini öğrenmek için, 3000 anket formu dağıttık. Gele gele 15-20 tanesi geri geldi. Onları da aydınlar cevaplandırmış. Halkı şenliğe çekmek için, çok sayıda folklor gösterisini hergün tekrarlamak zo-

runda kalıyoruz. Oysa bu sadece asalak insanlar yaratır. Amacımız ise düşünen insanlar yaratmaktır.» diyen İsmet Şenoğlu'ndan son­ra gördüğümüz, konuştuğumuz Akşehir halkı ise, sergilerin açıl­ması öncesi, kapılarda bekleşen, «Bu tür karikatürden halk anla­maz» diyen sulu mizahçıların görmesini istediğimiz şekilde karika­tür sergilerini gezen, sanatçıları, yapıtlarını eleştirmesini bilen, ser­gileri bir an boş bırakmayan bir halktı. 7 yıldır uluslararası niteliğe kavuşmuş şenlikten çok şey kapmasını bilmişlerdi.» Sinematek'in f i lm gösterileri teklif i neden, siyasi amaçlıdır denilerek geri çevril­di? Bu bizi bütün sene seyrettiğimiz seks f i lmleri ile başbaşa bırak­mıyor mu? Gelecek seneler de mutlaka, şimdi gösterilen 2-3 fi lmin çok üstüne çıkılmalıdır.», «Evet anket dağıttılar. Ama çoğumuz an­layamadık. Sadece aydınların cevap vermeside bu yüzden.», «Gelen

TAVIR/370

sanatçılar otobüslerle oradan oraya götürülüyorlar. Bizlerle hiçbir ilişkileri olmuyor.», «Çalışmak istiyoruz dernekte, ama gençler sü­rekli bahanelerle alınmıyor derneğe.», «Şenlik o kadar kopuk ki biz­lerden, davul, zurna sesini duyunca anlıyoruz ancak.» diyerek eleş­tiri lerini iletebiliyordu halk.

Şenliği genel olarak değerlendirirsek, konuklar açısından her-şeyin düşünülmesi ve düzenli yürütülmesi, elbette ki onların olum­lu düşüncelerle ayrılmalarını sağlıyacaktır şenlikten. Aydın ve ile-

Akşehir Nasreddin Hoca Şenliği Uluslararası Karikatür Yarışması BÜYÜK ÖDÜL: Mustafa RAMEZANİ (İran)

TAVIR/371

r ici niteliğe sahip halk ise sanatçılarla yeterli bağı kurmaktan, tar­tışmaktan yoksundur. Halkın kültür seviyesi düşük denilip bunlar­dan kaçmak yerine, bu seviyeyi yükseltmek için (Eğer gerçekten asalak insanlar yetiştirilmek istenmiyorsa) ilerici nitelikli gösteri­lere, açık oturumlara, sergilere, sanatçılarla halkın kaynaşmasına özen gösterilmelidir. Aksi takdirde örneğini gördüğümüz gibi, der­nek binasından, stadyumdan disko müziği yayınları yapılacak ka­dar, halk kültürüne ters düşen hareketlere rastlanır. Parasal neden­lerden ötürü gösterileri zenginleştiremiyoruz denilirken, halkla olan kopukluk yüzünden, halkın evinde sanatçıları konuk olarak ağırla­mak isteği duyulmaz bile!

Şenliğin içinde yer alan Uluslararası Karikatür Yarışması bizce amacına ulaşmamış. Bunu yarışmaya katılan onca nitelikli karika­tür varken nasıl seçildiğini, ödüllendirildiğini anlayamadığımız eser­lere, ülkemizin ve dünyanın sayılı karikatür etkinliklerinden bir i ha­line gelmiş olan yarışmanın yarattığı ortamın kullanılmayışına ba­karak söyleyebiliriz. Şenlik dolayısıyla Akşehir'e gelen yerli ve ya­bancı konuklar, bilgi ve deneyimlerinden yararlanılmadan geriye gönderildiler. Geçen senelerde olduğu gibi en büyük eksiklik, karikatürcülerin şenliği sadece eğlenmek olarak görmeleri, yılda bir kez gerçekleşen bu ortamda saatlerce tartışmak gerekirken gezme­yi tercih etmeleriydi. Bu tür tartışmaları yoğun olarak' örgütlemesi gereken Karikatürcüler Derneği ise düzenlediği tek açık oturuma, yabancı karikatürcüleri, çevirmen yokluğundan katamadı. Semih Poroy, Turgut Çeviker, Tufan Arkayın'ın katıldığı açık oturum 15-20 dakika konuşup, hallederiz mantığı ile başladı ve sürdü. Oturumu «Şimdi bu açık oturumu fazla uzatmak istemiyorum. Yabancı kari­katürcü arkadaşların diğer bazı programlara katılması gerekiyor. Daha önce açılışta da belirttiğim gibi bu sıcak havada herkesi bura­da tutma hakkını da kendimizde görmüyoruz. Bu bakımdan bağla­mak istiyorum ama soru sormak isteyen varsa onu tabi kabul ede­ceğiz.» sözleriyle noktalamak isteyen dernek sekreterine gelen «Şen­lik sırasında süregelen belli bir karikatür sergisi var. Bu sergi sa­yesinde burada olanların arasında belli bir alışveriş, karikatür tar­tışmaları olmalıdır bizce. Bu anlamda sözünüzü eleştiriyorum. Böyle sıcak bir havada gezmek isteyen pekçok kişi olabilir dediniz. Bu son derece yanlış. Karikatürcüler gönül ister ki şu şenlik sırasında ye-mesinler, içmesinler, uyumasınlar, karikatür konusunda olabildi­ğince tartışsınlar. Olması gereken de budur.» şeklindeki eleştiriye ise şu cevap verildi: «Arkadaşım yemesinler, içmesinler, uyumasın-

TAVIR/372

TAVIR/373

lar, birbirleri ile ilişki kursunlar diyor. İnsanın biyolojik bir canlı ol­duğunu yemeğe, içmeye, uyumaya da gerektiğinde gereksinimi ol­duğunu hatırlatırım.»

1977 yılı yarışmasında ödül kazanan Batı Almanyalı karikatür­cü Lutz Backez ile yapılan röportajdan bir alıntı yapmakta yarar var. «Herşey çok iyi falan dedik ama bir sergi vardı. Daha üç kari­katür gördüm k i , elime kokteyl sokuşturdular. Tekrar sergiyi izle­meye koyuldum k i , bu seferde kızlar çekip elişi sergilerine sürükle­diler. Oradan kaçıp tekrar sergiye geldim. Bu sefer başka bir kok­teyle götürdüler. Mecbur muyum diğer şeyleri izlemeye... Herşeyden önce ben, dünyanın dört köşesinden gelen karikatürleri görmek is­tiyordum. Derken folklor gösterilerine götürdüler bizi... Oysa ben sizin folklor danslarınızı 4 - 5 defa izlemiştim, biliyordum. Oysa ben şimdi yine folklorunuzu biliyorum, karikatür sergisini bilmiyorum. (Türkiye Yazıları - Nasreddin Hoca eki)»

Lido Contemori Peter Puszta (İtalya) (Macaristan)

Ülkemizde üyesi olsun olmasın, tüm karikatürcüleri, karikatür sanatını aydınlatma görevini üstlenen, başarılı çalışmalarını gör­düğümüz Karikatürcüler Derneğinin, elindeki en büyük olanağı na­sıl kullanamadığını gördük bu şenlikte. Şenliğin karikatür yönü s a -dece sergiler olarak kaldıkça, yapılacak işler bir, iki kişinin özveri­sine bırakıldıkça tüm bu aksaklıklar, eksiklikler sürecektir kuşku­suz. Karikatürcüler Derneği üyelerine çeşitli yaptırımlar uygulaya­rak, onların gücünden yararlanmaya çalışmalı, onları sadece genel kurullarda konuşan, aksaklıkları eleştirip çalışmalara katılmayan kişiler olmaktan kurtarmalıdır.

TAVIR/374

Karikatürcüler Derneği Özel ödülü sahibi NİNO Dİ FAZZİO dergimiz için çizdi.

TAVIR/375

MUSTAFA RAMEZANÎ İLE SÖYLEŞİ

TAVIR

Mustafa Ramezanî bu yıl yapılan 1980 Nasreddin Hoca Karika­tür Yarışması Büyük Ödülünü kazanan İranlı bir karikatürcüdür.

TAVIR — Mustafa, senden önce kısa bir özgeçmişini anlatmanı isteyelim.

M. RAMEZANÎ — 1 9 5 1 ' d e Tahran'da doğdum. Yine Tahran'da Güzel Sanatlar Fakültesini bitirdim. 1 9 7 8 ' d e Fransa'ya gittim. Halen orada okuyup, çalışmaktayım.

TAVIR — İlk kez çizmeye herhalde İran'da başladın. M. RAMEZANÎ — Evet, İran'da. TAVIR — İran'da karikatür ne gibi bir işlev görüyor? M. RAMEZANÎ — İran'da az sayıda olmasına rağmen çok iyi

karikatürcüler var. Bunlar Şah zamanında, yani özgürlüklerin kı­sıtlı olduğu bir ortamda yetiştiler. Bu ortamda karikatür çizmenin olanak dışı olmasına rağmen, sembolik bir dil kullanılarak, içeriği özgürlük olan birçok karikatür çizildi.

TAVIR — Doğu karikatürünün bildiğimiz birtakım belirgin özel­likleri var. Lineer yani basit çizgilerle oluşturuluyor. Bu özellikler s e n i n karikatürlerin için de geçerli m i ? Ş u n u n için s o r u y o r u z ; ödül aldığın karikatürün, bu özelliklerden uzak, bol taramalı...

M. RAMEZANÎ — Ben bu karikatürü üç yıl önce çizmiştim. Yu­karda sözünü ettiğim koşulların zorlamasıyla oluşturduğum sembo-

TAVIR/376

TAVIR/377

tik ancak politik içeriği de olan bir karikatür bu. Bir genelleme yap­mak istersek, konu en iyi şekilde nasıl anlatılırsa öyle çizilmeli. Ör­neğin ben bu karikatürü taramasız çizmiş olsaydım, etkisini kaybe­derdi. Konu, içerik, kendi biçimini seçer demek, sanırım doğrudur. Tarama kullanmakla birlikte genellikle basit çizgiler kullanırım. Kı­sacası konunun gerektirdiği çizgi en etkili, en doğru çizgidir, diye­biliriz.

TAVIR — Karikatürün işlevi ne olmalıdır? M. RAMEZANÎ — Bu ülkeye göre değişir. Örneğin ben İranlı­

yım. Sizinki gibi benim ülkem de, üçüncü dünya ülkelerinden. Bu anlamda sorunumuz belli. Sanatçının görevi toplumunun, ülkesinin sorunlarına sadık olması, bunlar doğrultusunda üretmesidir. Ör­neğin bir Fransız olsaydım, çizeceklerim başka şeyler, Fransız top­lumunun, Fransa'nın sorunları olacaktı. Bence karikatür güdümlü bir sanattır, tarihsel bir belge gibi. Belli bir devirde çıkmış karika­tür dergilerinden, o devrin niteliklerini rahatlıkla anlayabiliriz. Ka­rikatür, devirlerin, çağların belgesidir. Ama eğer ben çizerken top­lumuma .ülkeme duyarsız kalırsam bu çağın, bu devrin niteliklerini aktaramayacağım, yansıtamayacağımdan gelecek kuşakları şaşırtı­rım, saptırırım. Bence bir karikatürcü toplumuna, ülkesine zorunlu olarak bağlı olan kişidir. İran gibi, Türkiye gibi ülkelerde, seks gibi veya buna benzer konular yerine, bizim daha temel sorunlarımız iş­tenmeli. Nedir bu sorunlar; emperyalizmdir, faşizmdir, çalışan sı­nıflardır, işçi sınıfıdır. Böyle şeyler, bu sorunlara bağlı şeyler çizil­melidir. Fakat Akşehir'e yolladığım karikatürü Şah zamanında çiz­miştim, özgür değildim, daha doğrusu İran'da özgürlük yoktu. Bu yüzden sembolik bir dil kullandım. Ama Şah zamanında da bu so­runlara bağlı kaldım, belki tam anlamıyla başardım diyemem ama görevimi yaptığımı sanıyorum.

TAVIR — İran'da, devrim ve devrim sonrası karikatürü nasıl et­kiledi?

M. RAMEZANÎ — Devrim sırasında birçok dergimiz, gazetemiz vardı ki bunların çoğu, sorunlara gerçek anlamda bağlı, dergi ve gazetelerdi. Fakat geçen yıl, yeni iktidar (şimdiki) bir gün içinde kırkdokuz nitelikli dergi ve gazeteyi kapattı. Nedeni belliydi... Şim­di İran'da nitelikli gazete ve dergi yok. Tudeh'inki ve diğer birkaçı­nın dışında hepsi kapatılmış durumda.

TAVIR — Devrim sanatçıları nasıl etkiledi? M. RAMEZANÎ — Devrim halkı büyük ölçüde etkilediği, değiş­

tirdiği için kuşkusuz sanatçıları da bu doğrultuda etkileyip, değiş-

t i rd i . Şimdi İran halkı Şah zamanının tam tersine daha politize, da­ha bilgi l i . Hemen her ailede politik duyarlılık var. Şimdi İran'da dü­şünebilen, ideolojisini seçebilen bir halk var. Bu halde, sanatçı hal­kından sorumlu bir insan olduğuna göre, bu yeniliği değerlendir­mek zorunda. Yalnız şunu belirtmek istiyorum, devrim halkı değiş­t i r d i , politize etti dedim, bunu ekonomik anlamda bir değişiklik ol­duğu şeklinde anlamayalım, zira ekonomik olarak değişen birşey yok.

TAVIR — Avrupa'daki karikatürü nasıl değerlendirirsin? M. RAMEZANÎ — Bana göre bunu iki şıkta incelemek gerekir.

Birincisi sosyalist ülkelerin, ikincisi ise kapitalist ülkelerin karika­türüdür. Ben doğu Avrupa karikatürünü yani Çekoslavak, Bulgar, Türk, vs. karikatürünü beğeniyorum. Çünkü bunlarda çok iyi bir

Ramezanî'nin dergimize çizdiği karikatür

TAVIR/378

çizgi, grafik ve mizah kalitesi var. TAVIR — Bunun temelinde herhalde bu ülkelerin geniş bir mi­

zah mirasına sahip olmaları yatıyor. M. RAMEZANİ — Evet, tabii. Bu ülkelerin çok seviyeli mizah

kültürleri var. Gelelim kapitalist ülkelere. Onlarda da çok iyi ka­rikatürcüler var ama sayıları çok değil.

TAVIR — Neden? M. RAMEZANİ — Az önce sözünü ettiğim ülkeler, tabii Türki­

ye hariç sosyalist bir yapıya sahip. Sosyalist bir toplumla, kapitalist bir toplumun farkları açıktır. Sosyalist toplumda sağlam bir kültür yapısı vardır.

Türkiye'de de iyi bir karikatür kültürü var. Bunun nedeni çok sayıda nitelikli karikatürcünüzün olması. Ekonomik, toplumsal bir­çok sorunlarınız var. Bu sorunlar nitelikli karikatürcülerinizce sağ­lam, doğru bir şekilde işlenebiliyor. Fakat gelişmiş kapitalist bir ül­kede, bir Fransa'da, Almanya'da sorunlar daha karmaşık. Bizimki gibi açık değil. Bu karmaşıklık her şeye yansıyor.

TAVIR — Türkiye'de genç karikatüristleri tanıma olanağı bul­dun mu? Bunları nasıl değerlendiriyorsun?

M. RAMEZANİ — İsimlerini bilmememe rağmen çizgilerini ta­nıyorum. Bu yeni kuşak çok iy i . Türkiye'ye gelmeden öncede, on iki yıldır Türk karikatürünü izliyordum. Turhan Selçuk'u, Tan Oral'ı, Şadi Dinççağ'ı, Haslet Soyöz'ü, Tonguç Yaşar'ı, Meral Sirmen'i, şim­di sıralayamayacağım daha birçoğunu çok beğeniyorum.

TAVIR — Nasreddin Hoca Şenliği hakkında ne dersin? M. RAMEZANİ — Organizasyon ve her şey çok iy i . Ancak ben

kendimi hiç iyi hissetmiyorum. TAVIR — Neden? M. RAMEZANİ — Şimdi biliyorsunuz geleneksel bir festivalin

içindeyiz. Oyunlar oynanıyor, gülünüyor ama her yerde namlu ,her-yerde asker. Bugün stadyumda idim, kendimi birden Şili stadyum­larında hissettim. Oynayanlar, gülenler ve askerler... Bu bir mizah festivali olamaz ama başlıbaşına bir mizah. Ama bunun yanında, bu festival bana birçok arkadaş kazandırdı. Sizler gibi birçok k i ­şiyle arkadaş oldum, tanıştım. Bütün bunlar gerek kültürel ilişkiler açısından gerekse dostluk açısından bana çok şey kazandırdı.

TAVIR — Sorduklarımız dışında, eklemek istediklerin var mı? M. RAMEZANİ — Bir dahaki yıl sizin için bir başka karikatür

yollayacağım, sizinle daha i lgi l i , daha iyi bir şey. Türk karikatürcü­lerini, Türk halkını çok sevdim. Kendimi her yerde ülkemde sandım. Bunun nedeni halklarımızın yaşamlarının kültürlerinin benzerliği olsa gerek.

TAVIR/379

KARİKATÜRCÜLÜK BİLİNCİ

TAVIR

Ülkemizde bugün, hemen her kuruluş, karikatüre belli bir yak­laşım içindedir. Ondan sağlayacağı faydaları düşünerek, karikatürü sorumsuzca kullanma yoluna sapmaktan çekinmeyen bir düzen. Ne­redeyse rekabet denilebilecek şekilde düzenlenmeye başlanan kari­katür yarışmalarında yapılan yanlışlar birbir ini izliyor. Sürekli al­manın, vermemenin doğal sonucu bu. Katılma süresi olarak tanı­nan, 1 0 - 1 5 günlük kısa süreler, çoğu karikatürcüye ulaşmayan az sayıdaki broşür, rastlantı sonucu duyulan yarışma haberi, dar ke­simlere seslenen bir veya iki sergi, ödül kazandığını nice zaman son­ra öğrenen karikatürcüler, ödüllerini aylar sonra alabilenler. Bu örnekler hiç zorlanmadan, rahatlıkla çoğaltılabilir. Bir çok karika­türcünün ağzından da buna benzer eleştirileri duyarsınız. Tek fark­la ki sadece o yarışmaya özgürmüşcesine anlatılır bunlar. Bir diğer yarışma, bir diğer umut denip beklenir.

Ülkemizde karikatür alanında ki görüşler, kitlesine yayılmış de­ğildir. Bu alanda kısır ve kişisel tartışmalara girmek bir alışkanlık haline gelmiştir. Beyaz kağıda çizilenlerin ne olduğu, kimin için ç i­zildiği, hangi aşamalardan geçtiği, nelerden etkilendiği, nasıl kulla­nılması gerektiği, vb. tartışmalar, yapılmamıştır, kitlelerin önünde ve onlara seslenen iletişim araçlarında. Bunun sonucu, ülkemiz ka­rikatürü, özlediği dinamik yapıdan yoksundur. Tartışmasız geçen, her yapılanın, söylenenin, gülümsenerek «Ne kadar ilginç!» denile­rek karşılandığı, eleştiri ve özeleştirinin olmadığı bir batağın içi­ne düşülmüştür. Bunun yanında parasal olanaksızlıklar yüzünden, yapılan yarışmaların kitapları, söz verildiği halde basılamamakta-dır. Yarışmalarda, sergilerde sanat anlayışı, sergi = kokteyl ve eğ­lence, anlayışının üstüne çıkamamaktır. «Ne gam, keskin olmamak gerek!» lafları kaplamaktadır ortalığı.

TAVIR/380

Konuyu üniversite, akademi ve yüksek okulların kültür kolla­rı açısından ele alırsak farklı şeyler görmeyiz. Kısıtlı olanaklarla ça­lışan bu kollar arasında, farklı yapılanmalar gösteren karikatür kol­ları vardır. Öğrencilerin özverileri ile çalışan bu kolların kimi, di­ğerlerine göre rahat bir ortamda ve belli deneyimlere sahip. Ülke çapında karikatür yarışmaları düzenleyebiliyorlar. Çoğu ise belli bir çalışma düzeninden bile yoksun. Bu yüzden karikatür denince anım­sanan, sadece bir beyaz kağıt ve kalem oluveriyor.

BİR ÖNERİ OLARAK :

Tüm bu aksaklıklardan ve yanlış anlayışlardan kurtulmak için, her şeyden önce iletişimin zorlanması gerekmektedir. Belli yapılara ve kitlelere sahip olan karikatür kolları, içerdikleri genç, dinamik kesimle, bu alanda büyük, avantajlara sahiptir. İçlerinde barındır­dıkları dinamik yapının tersine, birbirleriyle ilişkileri olmaksızın ça­lışmalarını yürütmeye çalışan, bu karikatür kollarının (örgütlü güç olmaları açısından), i lk aşamada bir araya gelmeleri şarttır. Ortak bir karikatür şenliği ve tartışma ortamı oluşturmak üzere. Eksik ama örgütlü yapılarını düzenlemek, çalışma hevesi kazanmak açı­sından bir fırsattır bu. Bilgi ve deneyimlerini birbirlerine aktarmak, boşluklarını doldurmak üzere doyasıya tartışmak için bir fırsat. Bu birlik içerisinde çalışacak kişiler, bir kol yapısındakilerden sayıca ve nitelikçe fazla olacaktır. Bu çoğalma, daha düzenli, daha yaygın sergileri, parasal olanakların artması ile her yarışmadan geriye ka­labilecek bir kitabı, görüşlerin geniş tartışmalarda açılması ile net­leşecek beyinleride beraberinde getirecektir. Düzenlenecek sergiler­den olabildiğince yararlanılacak, görüşlerin netleşmesinden doğan rahatlıkla, tartışma ortamları, söyleşiler artırılabilecektir.

Örgütlü güç olmaları nedeniyle, karikatüre gerçekten inanan her karikatür kolunun katılması gereken bu birlik süreç içerisinde kapsamını zorlayacaktır elbetteki. Karikatür tartışmalarına, sıcak ortamlara hasret kalmış pek çok karikatürcü bu ortam içinde yerini alacaktır. Bu konuyla i lgil i kuruluşların da, birlik içerisinde yerleri­ni alıp, tartışmalara katılmaları zorunludur. Demokratik bir yapıya sahip olması gereken birliğin, kesinlikle, bir dernek veya dernek al­ternatifi olarak düşünülmemesi gerekir. Tartışılan, araştırılan, bilgi kaynağı bir ortam olarak ele alınmalıdır. Yüzyılı aşkın süredir boş

TAVIR/381

bırakılan, k a r i k a t ü r ü n düşünme, tartışma yönünü doldurmak iste­yen herkesin katılması gereken bir o r t a m . Unutulmamalıdır k i , her tartışma, her yaygın söyleşi bir şeyler katacaktır kar ikatürümüze.

DÜZELTME :

Dergimizin 30 haziran 1 9 8 0 tarihli 5. sayısında Tan Oral'la yapılan bir konuşmada bazı dizgi düşmeleri o l­muştur. Düzeltir, okurlarımızdan ve Tan Oral'dan özür dileriz.

(sayfa 3 0 9 , sondan 3. satır) Yeni bir ş e y yaptım, tartıştım, doğru olduğunu gör­

düm, onu hemen orada bırakabilmeliyim.

(sayfa 3 1 0 , 5. satır) Yaşam insanların yaptıkları ile oluşur. Önceden

belirlenmemiştir.

(sayfa 2 9 8 , sondan 6. satır) «Gençlik» Yıl 9, cilt 9, sayı 89 temmuz 1965

(sayfa 2 9 9 , 1 2 . satır) «Yürüyenler» dizisi TC Anayasası madde 28'i konu

etmektedir.

(sayfa 3 1 0 , sondan 8. satır) Einstein diyor ki «mizah gülen düşüncedir.»

TAVIR/382

D E Ğ İ N M E L E R

K İ T A P L A R

Selim BODRUMU

LENİN'DEN ANILAR: 1-2-3. Nadejda Krupskaya Odak Yayınları. İkinci basım Çeviren : Mehmet Şimşek.

«O yıllarda Lenin'i sürekli o­larak yeniden okumak, geçmişle günümüz arasında ilişki kurmak ve İlyiç'le birlikten ama İlyiç'siz yaşamayı öğrenmek için insanın çok çalışması gerekiyordu.. (...) Bu anıların amacı Viladimir İ l-yiç'in yaşadığı ve çalıştığı koşul ları betimlemektir. Çünkü önder­ler mücadelenin içinde biçimlenir, mücadelenin içinden çıkarlar ve güçlerini bu mücadelelerden alır­lar...).. Lenin'in Ekim Devrimi'-nin ve dünya devriminin önderli­ğine nasıl yükseldiğini kavramak, yaşadığı döneme ilişkin anıları yaşamının en küçük ayrıntılarıyla o dönemde yürüttüğü mücadeleyi birbirine bağlamadan olanaksız­dır.»

Lenin'in devrim mücadelesin-deki en yakın desteği, eşi Nadeida Krupskaya Lenin'in ölümünden sonra toparladığı Anılar'ın ama­cını önsözde böyle belirtiyor ve

devam ediyor: «Ayrıca kitabın kapsadığı dönemin kendisi mu­azzam tarihsel önem taşımakta­dır. Bu dönem işçiler arasında kitle hareketlerinin gelişimini, yeraltı faaliyetlerinin en zor ko­şullarda yaratılışını, işçi sınıfı b i ­linç ve örgütünün sürekli güçleni­şini gördü. Bu dönem proleter sos­yalist devriminin zaferiyle sonuç­lanan mücadelelerin dönemiydi.»

Nadejda Krupskaya tarafın­dan 1933'te kaleme alman bu k i - ' tap önce iki bölüm olarak (1893 -1907) — (1908 - 1917) düşünül­müş ve yazılmışsa da daha sonra 3. bölüm (1917 - 1919) de eklen­miştir.

Lenin'in Petersburg'a gelişi ve Krupskaya'nın Lenin'le karşı­laşmasından (1893) başlayarak, devrimci hareketin ilk adımları, partileşme sancıları, baskı reji­mi nedeniyle yurt dışına kaçış, t i ­rada çalışmalar, Iskra'nın çıkarı­lışı ve başarısızlıkla sonuçlanan 1905 devrimi, 1. bölümde işlenen konulardır. Daha çok gurbette ge­çen bu yıllar Lenin'in okumaya, araştırmaya yöneldiği ve Rusya'­da Kapitalizmin Gelişmesi, Halkın Dostları, Ne Yapmalı, Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İ­ki Taktiği gibi örgütlenmenin ge­rektirdiği eserler verdiği bir dö­nemdir.

1 9 0 8 - 1 9 1 7 arası hem Rusya'-

TAVIR/383

nın, hem de dünya siyasi hayatı­nın önemli olaylarına sahne ol­muştur. Bu dönemde Lenin'in ve Bolşevik Parti'nin çalışmaları, geç­mişin yeniden değerlendirilmesi ve başarısızlıkların nedenlerinin saptanması, 1. Paylaşım Savaşı sı­rasında Rusya'nın durumu, saf­larda ortaya çıkan sapmalar, par­ti içi ideolojik birliğin sağlanılma sı çabaları, I I . Enternasyonal'in çöküşü, I I I . Enternasyonal'in ku­ruluşu ve 1 9 1 7 Büyük Ekim Dev­rimi, kitabın 2. bölümünün konu­ları.

İlk iki bölümden daha sonra yazılan ve daha «anısal» bir hava taşıyan 3. bölümde ise 1 9 1 7 Ekim Devrimi sonrası, Brest-Litovsk Ba rışı, yeni ekonomiyi kurma çaba­ları ve iç savaş yılları işlenmiş.

Kitabın tamamı 1893 - 1919 a­rasındaki 26 yıllık bir dönemi kapsıyor. «O yıllar yorucu, yıpra­tıcı yıllardı ve İlyiç'in gücünden paylarına düşeni almışlardı. Ama bu yıllar ondan bir savaşçı, kitlele­ri zafere ulaştırmak için ihtiyaç duyulan bir savaşçı yarattı.» der, N. Krupskaya.

Önümüzdeki süreç bizleri geç­mişin değerlendirmesini yapmaya, örnek yaşamlardan dersler çıkar­maya ve günümüze ulaştırmaya zorlayacaktır. Şüphesiz Lenin'in mücadelelerle dolu yaşamı bize yol gösterecek kaynakların başın­dadır. O, tüm yaşamı boyunca baskı ve sömürüden içtenlikle nef­ret etmiş, işçi sınıfına ve onun davasına inanmış ve ona kendini adamış, illegaliteye aşırı önem vermiş ve saflarda ortaya çıkan her türlü dönekliğe, oportünizme karşı savaşmıştır. Lenin'in yaşa­mı davayla özdeşleşmiştir. Dava­nın gerektirdiği hallerde en yakın

TAVIR/384

arkadaşlarından ayrılabildiği gibi, eski rakipleriyle yoldaşça ilişkiye geçebilmiş, konumundan kaynak­lanabilecek her çeşit ayrıcalığa karşı çıkmıştır. Yoldaşlarına çok önem vermiş, özel sorunlarından sağlığına kadar her şeyle ilgilen­miştir. Bir Lenin-Gorki dostluğu üzerine hâlâ kitaplar yazılmakta­dır. Onun başarısının sırrı, dava­yı, yoldaşlarını ve mücadeleyi her şeyin üzerinde tutmasındadır.

TÜRKİYE'DE TERÖR

(Abdi İpekçi Semineri) Birinci Baskı : Mayıs 1980 Gazeteciler Cemiyeti Yayınları

«Türkiye'de Terör» adlı ya­yın, 30 Ocak 1 9 8 0 ile 1 Şubat 1 9 8 0 günleri arasında yapılan «Abdi İpekçi Semineri»ndeki konuşmala­rı içermekte. Faşist bir katil ta­rafından 1 Şubat 1979 günü öl­dürülen gazeteci-yazar Abdi İpek-çi'nin ölümünün 1. yıldönümünde yapılan seminerde bir çok devlet adamı, parti yöneticisi, bilim a­damı ve gazeteci bildiriler sun­muş ve kendi görüşlerini aktar­mışlardı.

Her şeyden önce tartışılan ko­nuya bakalım; Türkiye'de Terör. Öyle ya, Türkiye'de karışık ve aslında safların açıkça keskinleş­meye başladığı bir siyasi ortam var. Böyle bir ortamda da öldürü­len bir demokrat, Abdi İpekçi o l­duğuna göre, artık yetkili beyleri­miz biraz gayret göstersinler! « P e -k i , Abdi İpekçi öldürülene kadar ortalık sütliman mıydı?» diye so­rabilirsiniz. Elbette değildi, hâlâ da siyasi olaylar sınıf savaşımının bir gereği olarak devam ediyor, hem de daha yüksek bir potansi-

yelle. Kuşkusuz, Abdi İpekçi'nin öldürülmesi geniş yankılar uyan­dırmıştır. Ancak ülkemizde her gün onlarca emekçi, yurtsever, devrimci katledilirken kimsenin kılı bile kıpırdamıyordu da, ne­den bu olaya gelindiğinde herke­se bir canlanma geldi?! Sorunun özü şudur k i ; Abdi İpekçi'nin öl­dürülmesi, her gün TV'nin burju­va basınının, parlementonun baş köşelerini işgal eden, demogojile-riyle halkın kafasını çelmeye çalı­şan «malûm kişilerin» istedikleri gibi at oynatacakları bir meydan daha bulmalarını sağlamıştır. Her gün, «anarşi», «terör», «bölücü­lük» teranelerini büyük bir perva­sızlıkla kusan bu kişilerin, böyle bir boşluğu gördüklerinde hareke­te geçmemeleri onlar adına en azın dan saflık olacaktı. Abdi Ipekçi'-nin ölümünün yarattığı ortamı kullanmayı bilenler, bu yolla, a­ğız birliği etmişçesine, «terör», «anarşi», «bölücülük» safsataları­nı peşpeşe sıralamışlar ve güçlü bir «anti-terörizm birliktenliği» görüntüsünü yaratmayı amaçla­mışladır. Ancak, burjuva partile­rinin sözcülerinin katıldığı panel­deki konuşmalar gözlemlendiğin­de, bunu bile beceremeyecek ka­dar güçsüz oldukları ve —Meclis­ten alışkanlıkları olsa gerek— yi­ne birbirleriyle sürtüşmeyi sür­dürdükleri açığa çıkmıştır.

Seminere bildiri sunanlarla, panele katılanlar (AP'den Sadet­tin Bilgiç, CHP'den Altan Öy-men, CGP'den Turhan Feyzioğlıı, MHP'den Nevzat Köseoğlu) bilim­sel (!) düşüncelerini sıralamışlar ve «Terör»e kendilerince çözüm­ler aramışlardır. Onların hangi soruna çözüm aradıkları hakkın­da uzun düşünceye gerek yok.

Hepsi de, gelişen devrimci hareke­te nasıl darbe vuracaklarını, bu­nu sağlamak için hangi yollara g i­debileceklerini açıkça söylemişler­dir. Faşist terör konusunda ise günümüzde yaşanan olgulardan biri bile konu edilmemiş, faşiz­min iğrenç bir tertibi sonucu yaşamını yitiren Abdi İpekçi'nin a-nısına düzenlenen seminerde fa­şist terör, klâsik bir şekilde, Nazi Almanya'sından ve Mussolini İ­talya'sından ufak örneklerle ge­çiştirilmiştir.

Biz, fazla uzun söze gerek duymuyoruz. Seminerin kayıtla­rının basıldığı kitaptan aldığımız bu «inciler» kitabın neye ve kime hizmet ettiğini açıkça ortaya ko­yuyor:

«... Bunlardan bir i, terörün ahvali adiye haline gelen eylemle­rini vermemek, gizli örgütlerin adlarından bahsetmemek, ve ey­lemlerde eyleme girişenin terö­rist olduğunu söylemek...» (TRT Haber Dairesi Başkanı Muammer Yaşar Bostancı)

«İnsanı, hiçbir neden yokken öldürme olayına iten terörizmin ruhsal izahı sizce nedir?» (Hayati İlhan'ın sorusu )

«Teröristlerin bazıları ruhsal bakımdan hastadır. Ya da hasta oldukları iddia edilebilir. Bu ko­nunun somut temelde daha iyi bilinebilmesi için çoğunun yaka­lanıp incelenmeleri gerekir. Bu da pek mümkün olmamaktadır...» (Psikiyatris Prof. Dr. Cevdet Ar­san.)

«Şunu gerçek olarak ortaya koymak gerekirse, Türkiye'de va­tandaşlar arasında ekonomik farklılık büyük ölçüde —Büyük şehirler istisna edilecek olursa— yoktur. Bunu gayet açıklıkla söy-

TAVIR/385

lüyorum, Türkiye'yi yakinen bi­len bir insan olarak bunu ifade et­meye mecburum.,,» (AP Gen. Bşk. Yardımcısı Sadettin Bilgiç)

«... Anarşi dediğimiz hadise, ölçülerini kaybetme, en genel ma-nasıyle ruhlarda vardır, zihinler­de vardır,-ondan sonra cemiyete tavır olarak akseder...» (MHP'ii Nevzat Köseoğlu)

«... Fransa'da öğrenci hare­ketlerinin gelişipte terör eylemle­ri haline dönüşmesine en başta mani olanlardan biri Fransız Ko­münist Partisi'dir. 1968 Olayların­da öğrenciler, aman ihtilâl olu­yor diye fabrikaları işgal etmeye yönelmişler, Fransız Komünist partisi'ne bağlı sendikalara men­sup işçiler de onları fabrika kapı­larından kovmuştur. Yani dün­yada böyle komünist de var...» (CHP Genel Sek. Yardımcısı Al­lan Öymen)

BİR DÜĞÜN GECESİ VE ADALET AĞAOĞLU

Adalet Ağaoğlu'nun «Bir Dü­ğün Gecesi» adlı romanı Simavi Edebiyat vakfı ve Madaralı Roman ödülünden sonra Orhan Kemal ödülünü de kazandı.

Adalet Ağaoğlu romanında 12 Mart ve sonrasını konu edinmiş, «Bir Düğün Gecesi» psikolojik kişiler romanı değil. Toplumu in­celeyen kişiler özelinde toplumu gösteren bir yapıda işlenmiş.

12 Mart döneminde yükselen sınıflar mücadelesi ve devrimci hareketin sonuçtaki örgütsel ye­nilgisi bir çok genç ve aydını pa-sifizmin bataklığına ve ihanete sürükledi. Yenilgi sonrası örgüt­lenen pasifizm ideolojisi bu döne-

mi ve geçişi konu edinen bir çok romana ortak özelliklerle yansı­mıştır. 12 Mart'ın tarihsel rolü küçümsenmiştir. «Bir Düğün Ge~ cesi»nde 12 Mart küçük burjuva ideolojisi çevresinde işleniyor. Devrimci mücadelenin çok yönlü-lülüğünü karmaşıklığını yadsıyıp, üstelik de belgeci bir görünüme bürünerek yanlış aktardığı kişi­likler, romanın en büyük hatası oluyor.

12 Mart gibi kızgın bir müca­dele döneminde elbete bir çok in­san (özellikle bir çok küçük bur­juva) mücadeleden kaçacaktır. A-ğaoğlu.nun romanında ise 12 Mart'ı yaşayanlar, işte s a d e c e bu mücadeleden kaçan insanlar. Üs­telik hepsinin haklı bir nedeni var! O dönemde verilen mücadele­ye, romanda rastlıyamıyoruz. Say­falarca yakınma, ızdırap ve karşı­lıksız sevgi. Genel bir bunalım ro­manın tümüne hakim. 12 Mart'da kararsız, mücadele kaçkını, kay­pak küçük burjuvaların da yaptığı bunalmaktan başka birşey değildi zaten. S a d e c e kişisel duygular ü-zerine işlenen bir yaşam kesiti ve 12 Mart. Heyecanlı ve düzenin bir ürünü olarak! romanda teşhir edilen gençlik ve onların sorun­ları.

1980'li yılların başlangıcında ülkemizde sınıflar mücadelesi yi­ne alabildiğine kızgın bir plat­formda devam ediyor. Edebiyat­çılarımız bu koşullarda son derece duyarlı olmalılar. Pasifizm ve yıl­gınlığı ürünlerinde örgütleyen, yükselen toplumsal muhalefeti bastırma çabalarına sol içinden destek olanların HANGİ SAFTA­SIN sorusuyla karşılaşacakları günler o kadar uzakta değildir.

TAVIR/386

HABERLER

OLAYLAR

«DÜŞMAN» YA DA GERÇEK DÜŞMAN

Güneri YAMAN

Geçtiğimiz günlerde, Sine-Sen, Yılmaz Güneyin senaryosu­nu yazdığı, Zeki Ökten'in yönetti­ği , «Sürü»den sonra beklenen film olan «Düşman»ı 'Sinema Etkinlik­leri' başlığı altında bir günlük gös­terime soktu.

yı içinde gördüğümüzden,film bütünlüğünü koruyabilmişti.Oy-sa, «Düşman», slogan atarak işe başlıyor. Seyirci daha konuya gir­meden, ilk olarak Çanakkale Bo-ğazı'ndan geçen bir Sovyet Ge-

Düşman, dar gelirli bir aile­nin yaşam öyküsü. Okul çağında küçük bir kız, küçük-burjuva öz­lemler içinde yanıp tutuşan bir anne, işsiz baba ve geçmiş kuşak­latın temsilcisi büyükanne... Film, belli bir konuyu içermekle beraber süresi çok uzun ve bu çok uzun süreli filmin içine birçok oyun, birçok mesaj sıkıştırılmış. Sürüy­le mesajın birbirleriyle bağlantısız bir şekilde sunulması, konuşmala­rın «tiyatro dili»ne uyması, so­nuç olarak muazzam bir tempo-suzluğa, durağanlığa neden ol­muş. Filmin en belirgin hatası bu temposuzluk ve «Sürü»de de bir ölçüde rastladığımız mesaj bollu­ğu. Ancak, «Sürü»de verilmek is­tenen bir çok konuyu bir tren ola-

misi'nin orak-çekiçli bacasını, he­men arkasından da Kilitbahir Te-peleri'ndeki «Şanlı Türk Askeri» nin şahlanmış görüntüsünü izli­yor. Ve, 'Dur yolcu!» diye başla­yan dizeler... Seyirci «Sosyal-em-

TAVIR/387

peryalizm»e (!) karşı savaşa mı çağrılıyor? Yoksa, film içinde gös­terilen birçok çelişkinin nedenle­rinden biri de Sovyetler Birliği mi?!... Görüyoruz k i , üç saatlik filmde on saniyelik kısa bir gö­rüntü tüm film içindeki dağınık mesajları, seyirci gözünde rahat­lıkla nedenleyebiliyor. Ama bu nedenleme, bilince giderek yapıl­mıyor. İnsanlar, en babayiğit A­merikan reklâmlarının dahi be­ceremeyeceği bir biçimle koşul­landırılıyorlar! «Sürü» Filmi'nin kitleler üzerinde bıraktığı iyi etki­lerden yararlanarak, yurt içinde ve yurt dışında yanlış bir ideolo­jinin propagandasını yapmaya çalışmak, bir sanat eserinde dahi sekterliğin ve biçimciliğin zindan­larına hapsolarak gerçekçilikten uzaklaşmak; ne bir devrimci an­layış, ne de bir sanatçı davranı­şıdır.

EVET, YAZKO

Mustafa SÜLKÜ

İleriye dönük kültürel etkin­liklerin baskı altında tutulduğu, engellendiği bir ülkede yaşıyo­ruz. Düşünceleri, yapıtları yüzün­den yüzlerce sanatçı yargılanıyor ya da katlediliyor. Egemen sınıf­lar, yasalar aracılığıyla ya da ya­sa dışı yollarla sıkı bir denetimi sağlamaya çalışırlarken, dolaylı yollardan da bu denetimlerini destekliyorlar. Bu baskılardan b i ­risi de ekonomik sorunlardır. Son günlerde bu türden açmazları en fazla kitap yayımcılığında hisset­tik. Devalüasyonlar sonucu artan kâğıt ücretleri, boya, f i lm, maki-na, mürekkep gibi matbaa gider­leri, yazarın telif hakkını yok e-

TAVIR/388

derken, kitabın maliyetini de ar­tırıyor. Okuyucu kitap alamaz o­luyor. Yazar, sanatçı kişiliğini ko­ruyamaz, işlevini yerine getire­mez bir duruma düşüyor. Kısaca­sı, parasal sorunlar kitap yayın­cılığını felce uğratmıştır ve YAZ-KO olayını, bu tabloyla birlikte değerlendirmek gerekir.

Best Sellers Dizileri'nin, nite­liksiz macera, aşk romanlarının oldukça fazla basıldığı ve okuyu­cu bulduğu bir ortamda, şirketler kısa vadede kâr amaçlarına ula­şırlarken ,uzun vadede de burju­va ideolojisini yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Öte yanda, parasal sorunlarla içice yaşayan gerçekçi yazar, ozan ve çevirmen yıllarca kitap bastıramıyor, kitaplarının basılması için telif hakkından vazgeçiyor, hatta üzerine para ö­düyor. Kısacası, yayımcı yayınla­yamaz, yazar üretemez ve okuyu­cu okuyamaz durumda! İşte tüm bu somut şartların belirleyicili­ğinde, bir formül —Kooperatif düşüncesi— YAZKO'nun kurul­masında temel önem kazandı.

Mustafa Kemal Ağaoğlu, 1 9 8 1 den bu yana Ağaoğlu Yayınevi'-nin yöneticiliğini yapıyor. 12 Mart döneminde, kitaplarının birçoğu­nun toplatılması ve bundan kay­naklanan parasal yetersizlik, ya­yınevini bir süre engellemiş. Ku­ruluşundan bu yana geçirilen bun ca deney, YAZKO olayının tasar­lanmasında Ağaoğlu'na ışık tut­muş. Halen bu yayınevi'nce bası­lan kitaplarda yayımcı kârı orta­dan kaldırılarak artı-değerin o­kurun cebine ve yazarın telif hak­kına gitmesi sağlanmış. Bu yön­temle ucuzlayan kitaplar, ileride olanakların gelişmesiyle daha da ucuzlayabilecek. Kısa sürede ör-

gütlenen Kooperatifin çalışma ra­poruna bir göz atalım:

«S.S. YAZAR VE ÇEVİRMENLER YAYIN ÜRETİM KOOPERATİFİ

(1.3.1980 ile 31.5.1980) YAZKO ÇALIŞMA RAPORU

Değerli üyeler, Kooperatifimizin kuruluşun­

dan bu yana geçen yaklaşık 2,5 aylık süre, hemen belirtmek ge­rekir k i , Kooperatifimizin yararı­na olmuş ve ilerisi için de ayrıca ümit verici ölçütler oluşturmuş­tur. Kooperatifimizin bugün 37 ü­yesi var. Bilanço tarihi itibariyle de bu üyelerden 4 5 5 . 0 0 0 TL. top­landı. Kitap yayımlamaya başla­yalı henüz sadece 2 , 5 ay olduğu halde 10 kitaplık bir kütüphaneye şimdiden sahibiz. Ortalama ayda 4 kitap. Demek ki öngörülen sayı elde edilmiştir. Oysa YAZKO, ya­yım piyasasının son yıllarda ya­şadığı en yoğun kriz döneminde kuruldu ve kitaplarını yayımladı. Bu zor koşullar altında gerçekleş­tirilen ayda 4 kitaplık yayım prog­ramının bir çok yayınevince şu sıralarda kolayca gerçekleştirilen meyeceği açıktır. Nitekim, şimdi­den dağıtıcı, kitapçı ve okur göz-önünde YAZKO, kitapları bekle­nen ve hepsinden daha önemlisi, sürekli kitap yayımlayan bir ku­ruluş imajını başarıyla yaratmış­tır. Bu olgu, yeni görev alacak ar­kadaşlarımız için de ileriye dö­nük bir olanak olarak değerlendi­rilmelidir...

Geçici yönetim kurulu olarak bugüne kadar şu çalışmalar ya­pılmıştır :

1 — Kooperatifin kuruluşu ile ilgili tüm hukuksal sorunlar çö-

zülmüş ve Kooperatifimize yasal-lık kazandırılmıştır.

2 — Kooperatif üyeleri ile yö­netim ve denetim kurullarının bir araya gelebilecekleri ve günlük işlerin yürütülebileceği bir oda sağlanmıştır ve Kooperatifin pa­rası harcanmadan döşenmiştir.

3 — Basınla ilişkilerimizin düzenli bir şekilde sağlanması ko­nusunda sadece yönetim kurulu­nun çabalarıyla yetinilmemiş, ay­rıca bu konuda deneyimi olan bir arkadaş bu işle görevlendirilmiş­tir. Nitekim, son 3 ay içinde hiç­bir yayım kuruluşunun adı, ba­sında YAZKO kadar sık kullanıl­mamıştır.

4 — Kooperatifin örgütlen­mesi tamamlanmış ve ortakları­mızdan Sayın Mustafa Kemal A-ğaoğlu Genel Müdür atanarak ge­rekli yetkilerle donatılmıştır.

5 — Kitapların dizgi, baskı ve cilt işlerinin düzenli ve kaliteli bir şekilde yapılmasını sağlayacak g i­rişimlerde bulunulmuş ve Ağaoğ-lu Yayınevi Tesisleri ile matbaa sözleşmesi yapılmıştır.

6 — Kooperatifin kredi ola­nakları araştırılmış. Ziraat Ban­kası kanalı ile kredi alma olanağı saptanmış ve girişimde bulunul­muştur.

7 — Kağıt konusunda SEKA ile sürdürülen görüşmelerin en kı­sa sürede sonuç vereceğini umu­yoruz.

8 — YAZKO'nun Yayımları a­rasına bir aylık derginin de ka­tılması plânlanmış ve bu konuda Sayın Memet Fuat ile Kooperati­fimiz arasında prensip anlaşması sağlanmıştır. Dergi Güzün yayına girecektir.

9 — Genç yeteneklerin yazı ve düşün hayatımıza ve bu arada

TAVIR/389

Kooperatifimize kazandırılması yönünde çalışmalar yapılmış ve bir ödül kampanyası yönetmeliği hazırlanmıştır.

10 — Yeni yayın sezonu ile birlikte, oyun, senaryo ve çocuk dizilerinin de başlatılması konu­sunda çalışmalar yapılmaktadır.

11 — Dağıtım konusunda ön hazırlık yapılmış ve kendi dağı­tım örgütümüzün yeni yayın mev­simi ile birlikte kurulmasına ka­rar verilmiştir.

Yeni gelecek olan Yönetim Kurulunun yukarıdaki çalışmala­rı daha da ileri götüreceği kana­at ve temennisi ile saygılarımızı sunarız.»

Hemen belirtelim, kooperati­

fin üyelerinde anti-faşist niteli-

DERGİMİZE GELENLER

Dergi ler:

ğin yanında sanatçı kişilik ve yet­kinlik de aranıyor. Ancak, şimdi­ye kadar yayımlanan bazı kitap­larda öz bakımından hiç de ya­bancı olmadığımız bir ilkesizliğe de rastlıyoruz. Kooperatif üyeleri, istedikleri eserlerini yayınlatmak­ta tamamen özgürler. Kooperatif sadece «önerir» bir konumda. Oy­sa bu türden bir denetimsizlik; o-to-sansür (öz denetim) eksikliği, eserlerde varolan ve bundan son­ra da olabilecek birçok hataya a­çık kapı bırakıyor. Yani Koopera­tif, yazın alanına parasal bir ö z -gürlük getirmekle beraber eserle­rin niteliğinde hiç bir değişme yok. Yine aynı küçük-burjuva ya­karışlar, tamamen sübjektif kal­

mış yaklaşımlar...

Şiir Ki taplar ı

K i t a p l a r :

Küçücük - Eylül - Haziran, Sayı: 1-10 Yapıt - Mayıs - Temmuz, Sayı: 41-42-43 Yeditepe - Haziran, Sayı: 219 Oyun - Sayı: 14 Sanat Emeği - Haziran, Sayı: 28

Zincir - Öztekin Karagüllü Kan Çiçekleri - Ö. Karagüllü Ve Bir Gerilla İnadıyla Direneceksin - F. Devrim Kurucu Kalk Yiğit Öfkem - Nevzat Şimşek İnsanlara Doğru - Nurullah Can Mermi Konuşuyor - Süleyman Oka Cephe Rüzgarları - Fuat Otsin

YAZKO Yayınları Bozguncu - Maksim Gorki, Çeviren: Mehmet Özgül Şüphe - Dürrenmatt, Çeviren: Zeyyat Selimoğlu Bir Gün Mutlaka - Ataol Behramoğlu Halkın Emeği - B. Brecht, Çevirenler: A. Kadir, Asım

Bezirci Türkiyeyi Sarsan 2 Uzun Gün- Kemal Sülker Taliplerin Ağıdı - Yaşar Miraç

Yarın Bizimdir Yoldaşlar - Manuel Tiago, Sanat Emeği Yayınları.

TAVIR/390

OKURLARA

Emperyalizmin kültür politikasının ve faşizmin demagojisinin teşhir aracı TAVIR'ın devrimci kültür mücadelesinde yerini daha güçlü alabilmesi sizlerin de çabalarına bağlıdır. TAVIR, her şeyden önce okunmalı, okutulmalı, tartışılmalı değerlendirilmelidir. Ayrıca 6. sayısını geride bırakan dergimiz bu aşamada bir abone kampan­yası açmayı gerekli görmüştür. TAVIR'I OKUYALIM, OKUTALIM, ABONE OLALIM, ABONE BULALIM.

Abone koşulları : 6 ay 3 0 0 TL. 1 yıl 6 0 0 TL.

Abone bedelini yazışma adresimize havale eden ya da Mustafa SÜLKÜ 1 2 0 9 4 4 Posta Çeki hesabına yatıran okuyucularımızın der­gileri en kısa zamanda ellerine geçecektir. Kültür alanında, Devrimi Kültür ve Sanat'ta perspektif sorunu, TAVlR'ın yayın politikasının da bir sorunudur. Bu alandaki netleşmeye hizmet eden yazılarımız ilk sayımızdan bu yana sistemli bir şekilde açılmaktadır. Örnek ve­rirsek :

MÜCADELE ALANI OLARAK KÜLTÜR - S. 1

SANAT-SİYASET İLİŞKİSİ ÜZERİNE - S. 2

KÜLTÜREL MİRAS ÜZERİNE - S. 3

HALK BİLİMİNİN İÇERİĞİ-ÖNEMİ-İŞLEVİ - S. 4

KARİKATÜRE GENEL BİR YAKLAŞIM - S. 4

FAŞİZME KARŞI SAVAŞTA DEVRİMCİ EDEBİYAT - (G. D i -mitrof) S. 4

AZINLIK ULUS KÜLTÜRLERİNİN YAŞATILMASI - S. 5

Ayrıca her devrimcinin, emekçi yığınlar adına sahip çıkması ge­reken, halkımızın ve dünya halklarının kültür birikimlerinin işlen­diği çeşitli konulardaki yazılarımız. Bu anlamda tüm sayılarımızın elimizde olması çok önemlidir. Elimizde çok az miktarda bulunan es­ki sayılarımız 50 TL. posta pulu karşılığı okuyucularımıza iletilebile­cektir.

TAVIR/391

Ç A Ğ R I

Yayınlanmaya başladığından beri, dergimiz kollektif bir çaba­nın ürünü olmayı amaçladı. Bu süre içerisinde kısmen bu amaca ulaşılmıştır. Bunda okurlarımızın bize gönderdiği eleştirilerin önem­li rolü oldu. Ayrıca ülkenin dört bir yanından dergimize şiir, kari­katür, fotoğraf gibi sanat ürünleri, çeşitli yayınlar gelmektedir. Bun­lar dergimizce değerlendirilerek kendilerine önerilerimiz iletilmek­tedir. İstediğimiz okurlarımızın yeni ürünlerini bize ulaştırmalarının sürekli olmasıdır.

Kültür ve sanat alanında ülkemiz, genelinde sürdürülen devrim­ci mücadeleye koşut, tutarl ı bir çalışmanın gerektiği bilincinde olan her yurtsever, devrimci, ilerici bunu görev kabul etmelidir.

Yineliyoruz, emperyalizmin kültür politikasının kurumlarıyla birlikte teşhiri, faşizmin demagojisinin sergilenmesi bu ortak örgüt­lü mücadelenin sonucu gerçekleşecektir.

Dergimiz bu yaklaşımı benimseyerek, kültür ve sanat alanında da devrimci mücadele yürütülmesinin önemi ve zorunluluğunu kav­rayan tüm okurlarına açıktır. Okurlarımızın; bu alandaki araştır­ma- inceleme yazıları, şiir, öykü ve romanları, karikatür, grafik, re­sim ve fotoğraflarını, halkbilimine ilişkin derlemeleri kısacası kül­tür ve sanata ilişkin ellerindeki veya bulabilecekleri tüm verileri ile mücadeleye katkılarını sağlamak amacındayız.

Dergimiz, bugüne kadar olan çalışmalarının değerlendirilmesini ve yeni yayın dönemine yönelik program çalışmaları için yayınına eylül ayına kadar ara vermiş bulunuyor. Eleştiri-öneri ve ürünleri­nizin bu dönemde bizlere ulaştırılması bu anlamda daha da önem kazanıyor. Bu ürünleri her zamankinden daha çabuk olarak bekli­yoruz. Çünkü kollektif çabanın kısmen değil, tamamen gerçekleşti­rilmesi bu yolla sağlanacaktır. Bu konuda geciktirilen her dakika­nın, her günün devrimci mücadelenin zararına, egemen sınıfların yararına işlev göreceği unutulmamalıdır.

Devrimci selamlar.

TAVIR/392


Recommended