Dem. No:
209 1\'Uf?, ~
KUR' AN-I KERİM'DE • •
EHL-1 KlT AB·
- Tarhşmalı İJ.mi Toplanh-
12 - 13 Kasım 2005
Ü sküdar Belediyesi Altunizade Kültür Merkezi
İstanbul 2007
İSLAM DEVLETLERİNİN ZİMMİ TEBEAYA BAKIŞI
(Osmanlı Örneği)
Prof. Dr. Ziya KAZICf
Bilindiği gibi geçmiş asırlara ait hayat tarzı ile olaylar hakkındaki bilgi
ve haberler, 'eskiden beri insanları ilgilendirir olmuştur. Zira bunlar, bazen
bilgi ve tecrübe kazandırıyor, bazen de ibret alına vasıtası oluyordu. İnsan
lar, fikri gelişmelerini ileriettikten sonra geçmişteki olayları ve yaşayış tarzını
öğrenme arzusuna düştüler. Böylece belli bir medeni seviyeyi aşmış olanlar,
bunları öğrenip eski hayat ve yaşayış tarzı üzerinde bilgi sahibi olduktan
sonra bunları birbirlerine anlatmak suretiyle gelecek hakkındaki tutumlarını
düzenleme ihtiyacını hissettiler.
İnsan hayatında, bildiklerinin ve eski tecrübelerinin önemli bir yeri ol
duğu inkar edilemez. Gerek bilgi, gerekse tecrübe, ya olayın içinde yaşamak
veya öğrenmek suretiyle elde edilebilir. İnsan ömrünün sınırlı oluşu, ona her
şeyi tecrübe etme veya bizzat içinde yaşama imkarn vermemektedir. Bu ba
kımdan, geçmişe ait bilgileri iyi bilenler, onun olaylarmdan ders alanlar, çok
zengin bir tecrübe hazinesine sahip olurlar. Kalkaşandi (öl. 821 1 1418), tarihi,
salıili bulunmayan uçsuz bucaksız bir dımize benzeterek, onu tanıyan insan
ları, bu denizin çeşitli nimetlerinden istifade eden kimseler olarak görür .ı
• M. Ü. halıiyat Fakültesi
Ahmed b. Ali el-Kalkaşandi, Sııhbıı'/-{l'şafı sınaati'l-inşa, Beyrut 1987, s. 469.
306 KUR' AN-I J(ERİM'DE EHL-İ KİT AB
Olayların, içinde yoğrulduğu bir tekneye ·benzeyen tarih, geleceğe ışık
tutan önemli bir bilim dalıdır. Bu bakını dan, bu sahanın konuları araşhrılır
ken temel ve sağlam kaynaklara dayanmak gerekir. Bunlar: çeşitli kalıntılar
dan başka yerli ve yabancı arşiv belgeleri, tarihler, tabakat kitapları,
vekayinameler, şer'iye sicilleri, kanunnameler, vakfiyeler, seyahatnameler,
salnameler, tarik ve tereke defterleri ile nüfus kayıtları gibi, araşhrılması is
tenen dönemden kalma eserlerdir. Bu neviden kaynaklar sayesinde geçmişte
yaşanmış olaylar doğru veya-doğruya yakın bir şekilde öğrenilip günümüze
aktarılabilir. Bununla beraber şunU: da unutmamak gerekir ki, tarilll olaylan
değerlendirirken o günün sosyal, ekonomik, dilli, siyaSı ve teknik şartları gi
bi bütün durumlarını göz önünde bulundurp:ıak gerekir. Bundan başka, a
raşhrma mevzuu olarak seçilen devlet veya olayın, yine o günkü devlet ve
olaylarla mukayese edilmesi icap eder.
Söz gelimi, Osmanlı Devleti'ndeki bir olay veya müesseseyi anlatmaya
çalış~yorsak, olayı o dönemin devletlerindel? benzer olayları ile karşılaşhr
mak mecburiyetivardır. Binaenaleyh tarilll bir olay veya akınıı günümüzün_
teknik, imkan ve şartları ile mukayese etmeye çalışmamız, bizi yanlış bir de
ğerlendirme ile karşı karşıya getirir. Keza bir toplumdaki terminolojiyi başka
kültürlerdeki terminolojilerle açıklamaya kalkmak da bizi yarultabilir. Bu
bakımdan "İslam Devletlerinin Ziıruni Tebeaya Bakışı (Osmanlı Örneği)
ndan söz edilince bu ifade ve uygulamayı tamamen o günün Şartları ve dö
nemin devletlerindeki uygulama ile karşılaşhrmamız gerekir. Zaten biz de,
farklı kiiltürlere sahip toplulukları, asırlarca yöneten bir devletin bu uygu- _
lamasıru, dönemindeki devletlerle mukayese etmeye çalışıp ona göre değer
lendireceğiz.
Bilindiği gibi İslam, fert ve toplum hayahnın bütün safhalarını kapsayan
·prensipleri vaz' etmiş (ortaya koymuş) olan bir dindir. Çeşitli yönleri ile ele
alınıp incelendiği zaman, gerek bizzat Kur'an'ın kendisinde, gerekse onun
_bir çeşit tefsiri mahiyetinde olan Hz. Peygamber'in Sünnet'inde ·bunu açıkça görmek mümklindür. İslam'ın, üzerinde titizlikle durduğu ve uygulanması
m istediği prensiplerden biri de hangi din, ırk, renk ve mezhebe mensup o
lursa olsun herkese karşı hukuki ve dini durumlarına göre adalet ve hoşgörü
prensipleri çerçevesinde muamelede bulılnmakhr.
İSLAM DEVLETLERİNİN ZİMMİ TEBEAYA BAKIŞI (Osmanlı Örneği) 307
İslfun'ın, gerek Kur'an, gerekse Hz. Peygamber'in hadisleri vasıtasıyla
herkese karşı aynı şekil ve şartlarda uygulanmasını istediği adalet ve hoşgö
rü, önemli birer prensip olarak kabul edilrnektedirler. Zira adaletin uygu
Janması yanında, başkalarının kendi din, örf, adet ve yaşantıları ile ilgili uy
gulamalarının hoşgörü ile karşılanması sayesinde her türlü haksızlık ortadan
kalkacaktır. Bu da insanların, özellikle sosyal yaşantılarında güvene dayalı
sağlam ilişkilerin meydana gelmesini sağlayacaktır.
Üç kıta üzerinde 10-50 derece Kuzey enlemleri ile 10-60. derece Doğu
boylamları arasında uzanan Osmanlı Devleti, saha ve genişlik itibariyle bir
kıta görünümünde olmasına; çeşitli tabiat ve iklim şartlarıyla; tebeasının (va
tandaşının) ırk, dil, din, mezhep, örf ve adet gibi çok farklı bünyelere sahip
olmasına rağmen onları, dünya devletlerinden çok azına nasib olmuş bir hu
kuk anlayışi ve adaletle idare etmişti.
Bu adil ve insani uygulama, daha devletin kuruluş safhasında yani Os
man Gazi döneminde, kendini göstermişti. Bir Cuma günü Germiyan Türk
Beyi Alişir'in vatandaşı olan bir Müslüman Türk ile Bilecik Rum liderine
(Tekfur) bağlı bir Hıristiyan arasında Çikan kavgada Osman Gazi, Hıristi
yan'ın lehine olacak şekilde hüküm vermişti. Bunun üzerine bütün ülkede
Ertuğrul'un oğlu Osman'ın hak ve adalet severliğirlden söz edilmeye baş~
!andı. Bunun sonucunda da halk, Karacahisar pazarına daha çok gelmeye
başladı2•
Şurası bir gerçek ki, Osmanlılar, kendilerinden önce Anadolu'ya gelip
yerleşmiş bulunan Müslüman Türklerin yaşayış tarzlarını, hukuk, ahlak, ik
tisat, adet, örf ve diğer özelliklerini almaktan çekinmiyorlardı. Zira bu devle
ti kuranlar, Müslüman ve Müslüman-Türk devletlerinde işiernekte olan ve
büyük ölçüde müştereklik arzeden bir hukuki yapıyı tevarüs etmişle:rdi. Ö
zellikle bir kısım Türk ve Müslüman devletlerden zapt ve ilhak edilmiş bu
lunan ülkelerin büyük bir kısmında, bazen eski kanunların hiç değişt:i.ri\me
den aynen ve eski isimleri ile muhafaza edilerek uygulandığı görülmektedir.
2 Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, tre. M. Ata, İstanbul1329, I, 103- 104.
308 KUR' AN-I KERİM'DE EHL-İ KİT AB
Bumeyanda Akkoyunlu hükümdan Uzun Hasan (1453-1478), Mısır Sul
tam Kayıtbay (öl. 1495), Dulkadir oğullarmdan Alaüddevle Bey (1479-1515) ile
Arap ve Acem zamanma ait olan kanunlan zikredebiliriz.3 Bununla beraber,
Osmanlılarm almış olduklan bu hukuki mirası, hiçbir değişikliğe uğratma
dan aynen uyguladıklarını düşünmek te mümkün değildir. Alh asn aşan bir
zaman dilimi içerisinde ihtiyaç hasıl oldukça bu hukuki yapıda gerekli deği
şiklikler ve mı.velerirı yapıldığma da işaret etmemiz gerekir.
Gerçekten Osmanlı Devleti, gerek hukuki, gerekse iktisadi konularda
kendisinden istifade ettiği Müslüman veya Müslüman Türk devletlerinin bu
uygulamalarını hiç düşünmeden ve bir süzgeçten geçirmeden olduğu gibi
alıp 1..!-ygulamıyordu. Nitekim halka ağır gelen ve Osmanlı dili ile bir zulüm
niteliği taşıyan bazı vergi ve kanunlar, "Fena B id' atlar" diye l.simlendirilerek
ortadan kaldırılıyordu.4
Osmanlı Devleti'nde, reayayı, devletin otoritesini temsil eden ve kendi
lerine askeri denilen zümrenin yapabileceği haksızlıklardan. korumak için
XVI. asır ortalarmdan itibaren "Adaletnfune" denilen fermanlar da çıkanl
mıştı. Adaletnfune, Padişahın, ülkesinde adaleti kurup yerleştirmek için baş
vurduğu tedbirlerden biri idi. Gerçi adaletname uygulamasının Osmanlılar
dan önce de var olduğuna işaret etmemiz gerekir. Bu dönemde hükümdar
lar, birtakım haksızlıklarm ve bilhassa haksız vergileriri kaldırıldığını ilan
eden hükümler çıkarır, bunları ey aletlerde herkesin görebileceği yerlere, bü
yük camiierin duvarlarına veya şehirlerin giriş kapısına taş kitabe halirıde
koyarlardı.
Kökü çok eskilere dayanan bu uygulama ile Osmanlı hükümdarları,
devlet görevlilerinin özellikle vergiyolsuzluğu yapmamalarına dikkat çeke
rek, kanunnamelerde belirtilmiş olan hükümlere aykırı vergi toplamamala
nnı, sonradan ortaya çıkan ve halka ağır geien vergilerden (tekalif) uzak
durmalarını, halkı ezmemelerini, kadıların da görevlerini kötüye kullanma-
3
4
Ömer Lütfi Barkan, XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları (Kanunlar), İstanbul1945, s. LXIV.
Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Ziya Kazıcı, Osmanlılarda Vergi Sistemi, ,İstanbul 2005,
s. 71-72.
İSLAM DEVLETLERİNİN ZİMMİ TEBEAYA BAKIŞI (Osmanlı Örneği) 309
malan gibi hususlara dikkat çekederdi Bu arada, görev ve yetkilerini kötüye
kullandıklan anlaşılan görevlilerin de hareketlerine uygun şiddetli bir ceza
ya çarptınlacaklan belirtilirdi.s
Osmanlılar, yönetimlerine giren toplumların içyapılarma (din, örf, adet
ve gelenek) müdahalede bulunmuyorlardı. Bu yüz_den herkes kendi dininin
kaplarını herhangi bir engelle karşılaşmadan yerine getirebiliyordu. İstan
bul'un fethinden sonra Osmanlı yönetimine giren Şark Ortodoks Mezhe
bi'ndeki Hıristiyanlarm can ve mal güvenliği emniyet albna alınınışh. Onlar,
tamamen Patriğe bağlı idiler. O, piskoposlan azledebiliyor, suç işleyen H:ı.Ps
tiyalllan cezalandırabiliyordu. Nitekim 14 Cemaziyeliliir 1016 (6 Ekim 1607)
tarihi gibi çok daha sonralan (XVII. asır) bile İstanbul, Galata, Haslar ve Üs
küdar kadılarma yazılan bir hükümden6 bunu anlamak m~dür. Os
manlıların, Hıristiyan vatandaşlarına karşı t;:ı.kip ettikleri hukUk sistemi.ile
siyaset anlayışını değerlendiren Engelhardt, Rum Patrikhanesi'nin fetihten
sonra nan olduğu hukuk sayesinde adeta devlet içinde devlet gibi hareket
serbestisine sahip olduğuna işaretle:
"Şark Ortodoks Mezhebi'ndeki Hıristiyanların ırz ve namusu, servet ve
samanı, hürriyet-i şcihsiyesi, hürriyet-i vicdanı -hiçbir kontrole tabi olma
dan- Dersaadet kilisesi reisinin elinde idi. Patrik, Ortodokslan nefiy ve hapis
cezalarına mahkfun ediyor, vergi alıyor, piskoposlan azlediyor, aforoz ve
sansür gibi iki vasıta-i mühimmeyi isti'mal ve su' eyliyor. Mektepler için ted
risat programlan yapıyor (du.). Elhasıl, birçok ellietlerden hayat-ı medeniye
ve siyasi yeye taalluk eden vezaifin hin-i ifasında hiçbir kayda tabi bulun
muyordu."7
Başka bir müellif de bu konuda şunlan söylemektedir: "Pek basiretli o
lan Mehmed ll. yeni patrik intihab edilmesini ( seçilmesini) emretti. O zaman,
Bizans imparatoru yerine ruhani hakimiyeti temsil eden patriklik asası ile ta-
5
6
7
Adaletname hakkında daha geniş bilgi için bkz. Halil İnal cık, "Adaletİıame" Diyanet İslam Ansiklopedisi, (IJ İA.), I, 346 - 347.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA.) C. Adliye, nr. 125.
Engelhardt, Türkiye ve Tanzimat, Devlet-i Osmaniye'nin Tarih-i Islahatı, tre. Ali Reşad, İstanbiıl1328, s. 119.
310 KUR' AN-I KERİM'DE EHL-İ KİT AB
cını Türk idaresinin ilk patriği olan Gennadios' a veren Osmanlı hükümdan
oldu.
Yine aynı hükümdar, Hıristiyan cemaatine, İsHl.m Devleti hududları da
hilinde, bir "modus vivendi "temin hukuki vaziyeti tayin eden bir berat var
dı. Bunda, patriğin medeni ve dini hukuku itina ile tesbit edilmişti. Böylece
Ortodoks Kilisesi, ibadet hürriyetini, synod meclisleri ile cemaat teşkilabm
ve icabında bunları değiştirebilmek hakkını ve bazı kiliseleri muhafaza etmiş
oluyordu. Vezirlere muadil bir mertebede tutulan patrik, Rum reayasının
menfaatlerini müdafaa etmek üzere, Divan' a girebiliyordu. Bu suretle
1453'ten sonra patriğin kuvvet ve ehemmiyeti artınışh. "Hiçbir Ortodoks Hı
ristiyan, Fener' den geçmeden, Bab-ı Hümayı1n' a yaklaşamazdı. Fener de bu
h~ukl vaziyeti kilisenin gayelerine hizmet yolunda kullanıyordu. "Rumeli ·
ve Anadolu haricinde, Mısır, Suriye, Filistin ve Kıbrıs Ortodoksları gibi Rus- .
ya da Fener Patriği'ne itaat ederdi."B
Osmanlılar, feth ettikleri ülkelerin hukuki yapılarını tamamen ortadan
kaldırmak veya birdenbire değiştirip yerleşik halkı tamamen yabancısı ol
duğu bir hukuk sistemi ile baş başa bırakınıyorlardı. Onlar, böyle bir uygu
lama yerine mevcut hukuki örfve adetleri belli bir süre için yürürlükte bı
rakmayı daha uygun görüyorlardı. Böylece zaman içerisinde bölgeyi Osman
lı hukuku ile bütünleştirmeyi hukuk realitesi açısından daha elverişli görÜ
yorlardı.
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti'ndeki örfi hukuk, bir anda değil, uzun bir
zaman diliminde ve ihtiyaca göre yavaş yavaş şekilleniyordu. Bu şekillenme
sırasında özellikle arazi ve vergi hukuku alanlarında mevcut örf ve adetler
ile mahalli şartlar göz önüne alınarak bütün ülkeye şamil tek bir kanun yeri
.ne, bölgenin coğrafi, ekonomik, sosyal ve hatta dini yaşantılarına uygun liva
(sancak) kanunları hazırl~yordu. Bu kanunlar, o bölgenin "Tahrir Defterle-
ri"nin başına güzel ve okunaklı bir yazı (hat) stili ile kaydediliyordu.9 Böyle-
B
9
Aurel Decei," Fenerliler'', İsianı Aıısiklopedisi (İA.), IV, 547-548.
Bu konuda Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde bulunan çeşitli sancaklara ait defterlere bakılabilir.
isLAM DEVLETLERİNİN ZİMMİ TEBEA YA BAKIŞI (Osmanlı Örneği) 311
ce zaman içinde oluşup gelişen bu esaslar, çeşitli padişahlar döneminde ge
nel kanunlar hillnde bir araya getiriliyorlardı.
Hükümdarlar tarafından konulan hukuki esasların genel kanunnarneler
halinde bir araya getirilmesinin ilk defa Osrnaniılar ile başladığı bilinmekte
dir. Öte yandan, belirli konulardaki hukuki esaslar, Tevkif Abdurrahman Paşa
Kammniimesi, Safyalı Ali Çavuş Kanunniimesi, Müezzinzade Ayn Ali Efendi'ye
ait Kavanin-i Al-i Osman Der Hülasa-i Meziimin-i Defter-i Diviin ve Hezarfen
Hüseyin Efendi'ye ait Telhisü'l-Beı;iin fi Kavanin-i Al-i Osman adlı eserlerde ·
olduğıı gibi özel tedvinlere de konu olmuştu. Gerek resı:nl, gerekse özel ted
vinler şeklinde ortaya çıkan bu kanunnarnelerin Osmanlı hukukunun düzen
li uygulanmasında büyük ve önemli rolleri olmuştu.
Osmanlı uygularnasında kanunnamelerdeki hükümlerin hem Müslü
rnanları, hem de Müslüman olmayanları (Gayr-i Müslirn) kapsadığı görülür.
Başka bir ifade ile söylernek gerekirse, kanunnamelerde herhangi bir konuda
yapılmış olan düzenlemeler, ayırım yapmaksızın hem Müslümanlara, hem
de Gayr-i Müslirnlere uygulanıyordu. Bununla beraber bazı ceza1 hükümler
ile ödenecek vergile:dn miktarları açısından farklı düzenlemeler görülür.
İslam hukukunun prensipleri ile alakah olan böyle bir uygulamanın, bü
tünüyle Gayr-i Müslirnlerin aleyhinde olduğıı zannedilrnesin. Zira bazı ko
nularda Gayr-i Müslirnlere daha fazla bir ayrıcalık tanınmıştır denebilir. ka
nunnamelerdeki hükümlerde bir ayırım. göze.tilrnerniş ise hükümler genellik
ifade eder. Bu bakırndan hükümler, Müslirn ve Gayr-i Müslirn herkese eşit
şekilde uygulanır. Şayet Gayr-i Müslirnler için farklı bir düzenleme yapıl
ması gerekiyorsa o zaman bu, kanunnarnede "Kefereye Mahsus Alıvali Be
yan Eyler'' başlığı altında ele alınırdı.
Osmanlı fetihlerinin daha çok Balı coğrafyasına yönelmesi, devlet sınir
ları içerisinde Gayr-i Müslirn nüfusun çoğalmasına sebep olmuştu. Bu du
rum, beraberinde, bu insanların hukuki statülerinin düzeri.lenrnesi zaruretini
getirmişti. Osmanlı Devleti, bu husustaki uygulamalarına temel olarak İslam
hukukunun zirnı:rı1lere ilişkin kurum ve düzenlernelerini alrnışh. Devletin,
dini alana müdahale etmeme tavrı, "din olarak benimsedikleri. şeylerde
312 KUR' AN-I KERİM'DE EHL-İ KİT AB
Gayr-i Müslimlerin serbest bırakılması" m öngören İslam hukuku prensibi
ile de mutabıktır. İbadet ve ayin yönü ile zimrrıllerin hareket tarzımn, uygu
lamada çok fazla problem olmadığı ve devletin temelde müsamahalı tavrı ile
Gayr-i Müslimlere verilen dini imtiyazların hemen her dönemde korunduğu , , söylenebilir.ıo
Osmanlı Devleti'nde, Gayr-i Müslimlerin coğrafi dağılışı için iki ayrı
tablo çiZmek gerekir. Bunlardan biri, Gayr-i Müslimlerin dm ve mezheb ba
kımından dağılışı, diğeri de etnik bakımdan coğrafi dağılıştır. Birinci gruba
girenler için şöyle bir tablo çizilebilir:
lO
1. Hıristiyanlar
a. Katolikler
Latinlet (ayin ve ibadetlerini Latince yapan Avrupa milletleri)
Katolik Ermeniler
Katolik Gürciller .
Katolik Süryaniler
Kildanller
Maruniler
Kıptller
Katolik Rumlar
b. Katolik Olmayanlar
Ortodokslar (Pavlaki, Thondraki, Selikian ve Bogomiller)
Gregorienler 1 Nasturller
Yakub! Sürlaniler
Melkitler; Mandeiler
2. Museviler
a. Rabhanller
b. Karailer
c. Samirller
Bu konud~ daha geniş bilgi için bkz. M. Macit Kenanoğlu, Osmanlı Millet Sistemi, İstanbul 2004, s. 28- 3L
İSlAM DEVLETLERİNİN ZİMMİ TEBEAYA BAKIŞI (Osmanlı Örneği) 313
3. Sahiller
Devlet sırurları içinde bulunan ve Müslüman olmayan milletierin din ve
· mezheb bakımından dağılışlarının tafsilatma girmeden onların, etnik ba
kımdan coğrafi dağılışiarını .da sadece isim olarak vermek, bu konuda bir fi
kir verecektir. Buna göre:
Rumlar, Yunanlılar, Bulgarlar, Pomaklar, Sırplar, Hırvatlar, Karadağlı
lar, Bosnalılar, Arnavutlar, Romenler, Türkler (Gagauzlar), Macarlar, Polon
yalılar, Çingeneler, Ermeniler, Gürcüler, Süryaniler, Kildaniler, Araplar (Ma
, rı1nl, Melkit vs.), Yahudiler, Kıptiler, Habeşler.ıı
Osmanlılarda, nesilden nesle vasiyet edilerek devam eden adalet ve kim
olıirsa olsun insanlara karşı hakkaniyet ölçülerine. göre hük.m:etme uygula
masının sonucu olarak ortaya çıkan gelişmelere bakarak Gibbons, Osmanlı
ları sevmemekle birlikte şu sözleri söylemekten kendini alamaz:
"Yahudilerin toptan öldürüldüğü ve engizisyon mahkemelerinin ölüm
saçhğı bir devirde Osmanlılar, idaresi albnda bulunan çeşitli diniere bağlı
kimseleri barış ve ahenk içerisinde yaşahyorlardı. Onların müsamahakarlığı
ister siyaset, ister halis insaniyet duygusu, isterse lakaydi neticesi meydana
, gelıniş olsun, şu vak'ay~ itiraz edilemez ki, Osmanlılar, yeni zamari tarihinde
milliyetlerini tesis ederken dini hürriyet urodesini temel taşı olmak üzere
vaz' etmiş ilk millettir. Ardı arkası kesilmeyen Yahudi ta'zibah (işkence) ve
engizisyona resmen yardım mes'uliyeti lekesini taşıy~ asırlar esnasında,
Hıristiyan ve Müslümanlar, Osmanlılarm idaresi altmda ahenk ve barış için
de yaşıyorlardı."t2
.Tarihi kaynaklar, Osmanlı Devleti'nin, kuruluşundan itibaren adalet ve
dini alandaki hürİiyeti ile çevredeki Hıristiyan halk kitlelerinin sempatisini
kazandığına da işaret ederler. Nitekim Osman Gazi, Rum komşularının çoğu
ile iyi münasebetler kurmuş ve bu münasebetler sonucunda Rumlardan bir-
ll
12
Daha geniş bilgi için bkz. Yavuz Ercan, "Türkiye'de XV ve XVI. Yüzyıllarda Gayr-i müsliınlerin Hukuki, İctimai ve İktisadi Durumu" B elleten (1983}, XL VII 1 188, 1127- 1130 .
. Herbert Adams Gibbons, Osmanlı İmparatorluğımım Kuruluşu, tre. Rağıp Hulusi, İstanbul 1928, s. 63.
314 KUR' AN-I KERİM'DE EHL-İ KİT AB
çoğunu kendi tarafına çekmişti. Devlete adım veren Osman'ın oğlu Orhan
Gazi, Bursa'yı fethettikten soma Rumiara şehri niçin teslim ettiklerini sordu
ğunda şu cevabı almışh: "Sizin devletinizin günden güne yükseldiğini, buna
karşıl~ bizim devrimizin bittiğini anladık. Babanızın yönetimine giren köy
lülerin memnun kalıp bir daha bizi arayıp sormadıklarını ve rahat
olduklarını gördük. Biz de bu rahatlığa heves ettik."13
Keza, Göynük ve Taraklı-Yenicesi feth olunduğu zaman, Orhan Ga
zi'nin oğlu Süleyman P~şa, bu yörede yaşayan Hıristiyanlarakarşı çok iyi ve
adaletli davranmışh. Aşık Paşazade, Süleyman Paşa'nın buraya gelişi esna
sında halkın ona karşı nasıl bir tavır takındığını ve Taraklı-Yenicesi'ne gel
diğinde, halkın kendisine hisarı nasıl teslim ettiğini, onun da onlara karşı na
sıl adalet ve insaf ölçüleri dahilinde hareket ettiğini anlatlıktan soma Hıristi
yanların: "Ne olaydı bunlar (Osmanlılar) bize kadim zamandan (daha önce
leri) bey olaydı" dediler. Köylülerin birçoğu, Müslüman Osmanlıların bu a
daleti karşısında kendiliğinden Müslüman oldular" der.14
Osmanlı Devleti'nin vatandaşı olan herkesin, kanun karşısında eşit olduğunu ve insan! haklar bakınundan devletin vatandaşları arasında hiçbir ayırımın yapılmadığına biraz önce işaret edildi. Bu konuda, mail ve cezai bazı farklılıklar görülmekte ise de bu, İslam hukuk sisteminin bir gereği idi. Bununla beraber, böyle bir uygulama, hemen her zaman Ga:yr-i Müslim vatandaşın lehine işliyordu.
Nitekim mali bir mükellefiyet olan ve askerlik hizmeti karşılığında sadece Gayr-i Müsliill erkeklerden alınan "Cizye" vergisi sebebiyle devlet, vatandaşı olan Gayr-i Müslimlerin mal, can, ırz vs. gibi bütün haklarını korumakla kendini görevli sayıyordu. Böylece devlet, onlara gelebilecek her türlü zarar ve sıkınhyı ortadan kaldırıyordu. Buna karşılık onlardan çok cüz'i bir vergi· (Cizye) alıyordu. Bunu, Müslüman vatandaş ile Müslüman alınayan vatandaş arasında mühim ve farklı bir muamele olarak görmek mümkün değildir.1s
13
14 15
Aşık Paşazade, Tari/ı, İstanbul1332, ·s. 30.
Aşık Paşazade, s. 43.
Mustafa Akdağ, "Osmanlı Müesseseleri Hakkında Notlar" DTCF Dergisi, XIII 1 1-2, 39.
. İSLAM DEVLETLERİNİN ZİMMİ TEBEAYA BAKIŞI (Osmanlı Örneği) 315
Zira vatan müdafaası içln askerlik ve buna bağlı sıkınhların meydana
getirdiği hiçbir yükümlülüğü olmayan Gayr-i Müslim erkekler içln böyle bir
uygulama, onların aleyhine olan bir şey değildi. Zimmilerin lehine olan bu
duruma işaret eden müelliflerden biri bu konuda şunları söylememektedir:
"Zimmiler, bazen eski idarecilerinin topladıkları vergiden daha az bir vergi
yükü ile mükellef tutuluyorlardı. Bu hal, İslam' ın, onları hakkıyla himaye et
tiğini gösterınesi bakımından, İslam devleti için bir şerefti."16
Bu ifade, Müslüman devletlerin vatandaşı olarak yaşayan zimmilerin,
dinciaşı ve ırktaşı olan yöneticilerinden görmedikleri bir mi.ıameleye işaret
ettiği gibi, onların, insaııl yönü yüksek olan nasıl bir hukuk sistemi ile karşı
karşıya bulunduklarını da göstermekteğ.ir. Gerçekten Osmanlı Devleti'nin,
insaııl ve medeni haklar hususunda vatandaşları a~asında herhangi bir ayı
rım yapmadığı görülmektedir.
Nitekim 24 Cemaziyelevvel 975 (26 Kasım 1567) tarihinde Alacahisar
Beyi'ne gönderilen bir "hüküm" de, dağda üç nefer zimmiyi katleden dört
sİpahinin suçlarının sabit görüldüğü ve bu yüzden idam edilmeleri gerektiği
bildirilmektedirP Devlet bu şekilde davranmak zorunda idi. Zira mensubu
bulunduğu dinin emrine göre zimmet ehli olanların her türlü .can ve mal
emniyeti, vatandaşı olduğu Müslüman devletin güvencesi altındadır. Devlet
yetkilileri de, onlara yapılacak her türlü haksız davranışları önlemek zorun
dadırlar. Çünkü bir hadisinde Hz. Peygamber:
"Bir zimmiyi haksız yere öldüren Cennet'in kokusunu duyamaz. Hrubuki onun kokusu, kırk yıllık yoldan duyulabilir."1B derken, başka bir hadi
sinde de, bir zimmiye zulmeden, taşıyamayacağı bir yükü yükleyen ve isteği
dışında ondan zorla bir şey alan kişiye kıyamet gününde bizzat kendisinin
hasım olacağını belirtmiştir.19 Bu ve benzer hadislerin yol göstericiliğinden
hareketle Osmanlı Devleti'nde, suç işleyenierin din, ırk, mezhep ve sosyal
16 17
Motgomery Watt, İsliim'mAvrupa'ya Tesiri, tre. Hulusi Yavuz, İstanbul1986, s. 16.
BOA. Mühiınme Defteri (MD.), nr. 7, s. 176.
18 . Buhar!, Salıih, Cizye, 5. 19 Ebı1 Davud, Siiııeıı, Harac, 33.
316 KUR' AN-I KERİM'DE EHL-İ KİT AB
durumlarına bakılmaksızın suçlannın gerektirdiği cezanın verildiği görül
mektedir.
Osmanlı devlet teşkilahnda, hakim sıfatıyla davaları karara bağlayan
kadıdm. Kadı hükmü olmadan hiç kimse ceza tertip ve infazında buluna
maz.ıo Bu, Osmanlı adli sisterrllni:n temel prensiplerinden biridir. Zira Os
manlı Devleti'nde kadı, verdiği hüküm ve kararlarda yegane şahsiyet olarak
özelliğini kontrken, hükümlerine dışarıdan herhangi bir şekilde müdahale.
edilmesi ve tesir altında bırakılması söz konusu değildir. Zira görevi, onun,
başkasının etkisi allında kalmasına müsaade etınez.
Osmanlı Devleti, topraklarında yaşayan ve zimmet ehli diye isimlendiri
len bütün Gayr-i·Müslimlere karşı aynı adalet ve hoşgörü ile yaklaşıyordu ..
Bunun içindir ki, sınırları içinde ve hakimiyeti altında yaşayan Yahudilerin,
bu ülkede sahip oldukları imkan, rahat ve huzurlarından Avrupa' daki din
daşiarını mektuplarla haberdar etlikleri görülmektedir.
Söz konusu mektuplardan biri, İsaak Zarfati (Tsarfat) adında, Almanya
doğumlu olmakla birlikte Edirne'de yaşayan bir Fransız Yahudi 'si tarafın
dan, Hıristiyan ülkelerde yaşayan Yahudiler~ gönderilen meşhur Edirne
mektubudur. Büyük bir ihtimalle XV. asra ait olan bu mektubunda yazar,
din kardeşlerinin Hıristiyan topraklarında çektikleri çilelerden kurtulmaya,
güvenlik ve refahı Osmanlı diyarında aramaya davet etınektedir. O asırların
dünyasında, Osmanlı adaleti ile Batı adalet anlayışının bir karşılaştırmasını
da bulacağımiZ mektubunda yazar:
"Almanya' daki kardeşlerimizin ölümden beter kederler içerisinde ol
duklarını duydum. Despotik yasalar, zorla vaftiz edilmeler ve sürgünler sı
radan günlük olaylarmış. Bana anlatıldığına göre, yağmurdan kaçarken her
seferinde doluya tutuluyorlarmış. Her yerde ruha eza çektirilip, bedene iş
kence ediliyorınuş, acımasız zalimler her gün zorla vergi topluyorlarmış.
Hepsi de sahte papaz olan ruhhan ve keşişler, Rabbin bu mutsuz halkına
karşı kalkıyormuş ... Bu amaçla Doğu ya giden bir Hıristiyan gemisinde ya-
20 Robert Anhegger - Halil İnalcık, Kanunniinıe-i Sultani Ber Muceb-i Örf-i 0$1nanl, Ankara 1956, s. XVII.
İSLAM DEVLETLERİNİN ZİMMİ TEBEAYA BAKIŞI (Osmanlı Örneği) 317
kalanan bir Yahudi 'nin denize atılması için bir yasa yapmışlar. Heyhat! Al
manya' da, Rabbin kavmine ne kötülükler reva görülüyor; ne üzüntüler güç
lerini alıp götürüyor! Oraya buraya sürülüyorlar. İtilip kakılmaktan ölümü
bile ister hale geliyorlar ...
Kardeşler, hocalar, dostlar, tanışlar! Ben, İsaak Zarfati, soyum Fransız da
olsa, Almanya' da doğmuş ve oradaki saygıdeğer hocalarınun dizi dibinde
oturmuş olsam bile,_ size derim ki, Türkiye (Osmanlı ülkesi), hiçbir şeyin ek
sik olmadığı bir ülkedir. Eğer isterseniz şu anda burası sizin için en hayırlı
yer olacaktır.
Kutsal topraklara giden yol sizler için Türkiye' den geçiyor. Hıristiyan
lardansa Müslümanların (egemenliği) altında yaşamak, sizin için daha iyi
değil midir? Burada herkes kendi asrnası ve ineiri altında huzur içinde otu
rabiliyor. Burada en değerli esvablar (elbiseler) giymenize izin var. Oysa Hı
ristiyan ülkelerde çiğnenmiş siyah ve mavinin, tekmelenmiş yeşil ve kırmı
zının hakaretine maruz kalmadan, hüzünlü renkler taşıyan alçalhcı esvaplar
giymeye mahkfun etmede:r:ı çocuklarınızı kendi zevkinize göre kırmızılar ya.
da maviler giydirrneye bile cesaret edemiyorsunuz."21
Yaklaşık bir asır sonra "İsrail'in Dertlerirıe Avuntu" (The Conso.lation fort
he Tn"bıılations of Israel)" adlı ünlü kitabın yazarı Portekizli Yahudi Samuel
Usque de buna benzer bir görüşü dile getirmektedir. Usque, bu avurtulan
biri insani, diğeri ilahi olmak üzere iki kategoriye ayırır. Ona göre insani a
vuntular arasında "en önde geleni, Çıkış'ta (Yahudilerin Mısır'dan çıkışı es
nasında) Musa'nın Kızıl Deniz'e yaphğı gibi Tanrı'nın aynı şekilde merha
metinin asasıyla açhğı engin deniz, büyük Türkiye (Osmanlı Devleti)' dir.
Burada özgiirlüğün kapıları, Yahudiliğin örf ve adetlerine daima açİkhr."22
Osrnanlılar, adalet, müsamaha ve yardımlaşma hususunda Müslüman
olmayan vatandaşlarını koruma bakımından dönemindeki devletlerle mu
kayese edilerneyecek derecede insani bir haslete sahiptiler.
21
22
Bemard Lewis, İslam Dünyasmda Yalıııdiler, tre. Bahadır Sina Şener, Ankara 1996, s. 156-
157.
Lewis, age. s. 157.
318 KUR' AN-I KERİM'DE EHL-İ KİT AB
Nitekim 1463 yılında Bosna Kralı'nın Papa'ya yazdığı gibi köylüler,
Osmanlılara karşı, başlarında bulunan hanedan ve feodal beyleri destekle
ıneyip yalnız bırakınışlardı. Osmanlı egemenliği altında Balkanlar' da,
1600'lere kadar köylü isyanı hemen hemen yok gibidir. Özellikle papalığın İslam' a karşı köylü kitlelerini bir din savaşına sürükleıne girişimleri de başa
rılı olmamıştır. Bunun, çok açık bir sebebi var. Osınanlılar, Ortodoks Kilise
si'ne karşı koruyucu bir politika gütınüşlerdi. Ortodoks Kilisesi'nin bütün
imtiyazlarını tanımış, kilise hiyerarşisine devlet içinde yer vermişlerdi.
Osınanlılar, manastırların bağışıklık ve ayrıcalıklarıru, kendilerinden
önceki devletlerde nasıl ise o şekilde bırakmışlardı. 1432 Arnavutluk tırnar
defterinde, ınetropolitlere tırnar verilmiş olduğunu görmek, tarihçi için bir
sürpriz olmuştur.
Fatih'in, Ortodoks Kilisesi hiyerarşisini koruması ve patrik ti?.yin hera
tında patrikliği Bizans döneinindeki imtiyazları ile resmi bir makarn olarak
tanımış olması, bir yenilik değildir. Zira Osınanlılar, başlangıçtan beri Orto
doks Kilisesi'ne karşı bu politikayı güdüyorl~dı. Bu tutum, imparatorluk re
jimi için büyük yararlar getirmiştir. Evvela köylü kitleleri, Müslüman devle
tinin kendi dinlerini ortadan kaldırmak için gelmediğini, aksine Ortodoks
Kilisesi'ni koruduğuriu görmüşlerdir. Halbuki Macaristan ve Venedik ile
Haçlılar, Balkan!~' da Katolikliği egemen kılınaya çalıştıkları gibi, kilise ve
ınanastırların vakıflarına da el koyınuşlardı.
1396, 1443, 1444 ve 1448'de Balkanları istila eden Haçlı orduları, umdukları gibi Hıristiyan köylülerin toptan ayaklanıp .kendilerine katılınalarını boşuna beklediler. Özet olarak söylemek gerekirse, büyük toprak sahibi feodaller ve hanedanlar gözlerini Balı'ya çevirirken, köylü kitleleri bu toprakları miri sistem ile devlet kontrolü altına alan ve angaryaları asgari düzeye indiren yeni rejime (Osmanlı rejimi) karşı bu feodallerin yanında yer almak için bir sebep görmüyorlardı. Balkanlı Marksist tarihçilerin bu nokta üzerinde durınaları beklenirken, onlar da milliyetçi tarihçilerin izinden giderek, Os- · ınanlı imparatorluğunu, "geri bir feodalizmi" temsil eden Türk askeri feodallerin sömürü rejimi olarak yoruınlamaya devarn ehnişlerdir.23
23 Halil İnalcık, "Türkler ve Balkanlar" Balkanlar, İstanbull993, s. 17.
İSLAM DEVLETLERİNİN ZİMMİ TEBEAYA BAKIŞI (Osmanlı Örneği) 319
Osmanlı Devleti'nin, Müslüman olmayan vatanciaşma karşı uyguladığı
insaı:ll ve adil davranış, yönetimine giren her yerde kendisini belli ediyordu.
Nitekim 23 Zilhicce 979 (7 Mayıs 1572) tarihi ile Kıbrıs çavıışlarından Ali'ye
yerilen ve Kıbrıs Beylerbeyi ile kadı ve defterdanna gönderilen "hükme" gö
re "Cezire-i Kıbrıs, kuvvet-i kahir-i Hüsrevanem" ile yeni feth olunmuş
memleket olup reayasına dahi nev' an futfu tari olup cezire-i mezbfue reaya
sına zulüm ve teaddi olunınayıp adalet olunup eğer icra-i şeriat ve tahsil-i
emvaı ... ve eğer sair tekaıif-i örfiye ve av&rız-ı divamyede himayet ve sıya
net olunup takviyet verilmekle memleket ve vilayet eski hali üzre ma'mfu ve
abadan olmak mühimmattan olmağın buyurdum ki, bu babta her biriniz
bizzat mukayyed olup taife-i reaya bana vedayi-i Hillik-ı Beraya'dır. Meh
ma emken himayet ve sıyanet eyleyüp kirnesneye zulm ve teaddi ettir
meyüp ... "24 denilerek Kıbrıs adasının yeni feth edildiği için halkın savaş yü
zünden maddi birtakım sıkıntılarla karşılaşhğına işaret edilmektedir.
Bu belgeden anlaşıldığına göre bizzat hükümdar tarafından insanlara
karşı adaletle hükm edilmesi gerektiği ve kimseye herhangi bir şekilde zu
lüm edilmemesi istenmektedir. Zira belgenin dili ile halk, Allah' m bir ema
neti olarak kendi himayesine verilmiş olmaktadır.
Osmanlılar, Anadolu' da olduğu gibi Rumeli'deki Hıristiyanlara da din
ve vicdan hürriyeti tanırnışlardı. Onlar, Hıristiyanların varlıklarına ve idare
tarzlarına dokunmadılar. Daha önceki yöneticileri tarafından konmuş ağır
vergiler allında ezilmiş bulunan yeni tebeasınm (vatandaşı) vergi yükünü
hafifleterek, mevcud kanunların hilafına keyfi hiçbir muameleye müsaade
ehnediler. Devlet, kendi himayesine girmiş olan zimmllerin her türlü hak ve
hukukunu garanti alhna almışh. Çünkü onlar, "vedia-i Halik-ı Beraya" idi
ler. Yani Allah' ın birer e maneti idiler.
Osmanlı Devlet'inin, Gayr-i Müslimlere karşı olan tavrını ortaya koy
ması bakımından, İstanbul fethinin arifesinde Hıristiyanlığın, Katalik ve Or
todoks diye adlandırılan iki büyük mezhebinin birbirleriile olan münasebet
lerine kısaca değinmek istiyoruz. Böylece, aynı dinin mensuplan olmakla
24 BOA. MD., nr. 12, ş. 641.
320 KUR' AN-I KERİM'DE EHL-İ KİT AB
birlikte birbirlerine tahammül edemeyen bu farklı mezhep mensupianna
Osmanlı'nın nasıl bir hoşgörü ile yaklaşhğıru gÖrmüş olacağız. Osmanlı'ıun,
farklı din, mezhep ve ırklara mensup olan insanlara karşı olan tavrı bilindiği
için halk, İstanbul' da Katalik şapkası görmektense Osmanlı sarığıru tercih
edecek duruma gelmişti.
Takriben iki ay sonra "Fatih" diye anılacak olan Sultan II. Mehmed'in
orduları, İstanbul surları önünde göründükleri zaman, Katalik Hıristiyan
dünyası, Katalik ve Ortodoks kiliselerinin Katalikler lehine olacak şekilele
birleşmelerinin gerektiğini, bu birleşme için bundan daha iyi bir zaman ola
mayacağıru düşünüyor ve ancak bu sayı:;de Bizans'a yardım yapılabileceğille
inanıyordu. Böyle bir yardımla o, Ortodoks Kilisesi'ni asimile edip tamamen
ortadan kaldırmayı hedefliyordu. Dönemin Hıristiyan dünyasındaki bu çe
kişme ile İslam' dan alınan ilhamla Osmanlı'nın sahip olduğu dini müsama
hası (hoşgörü) karşılaştırılabilir. Biz, bu konuda bir fikir vermek ve bir mu
kayese yapmak için kendi kaynaklarına müracaat etmeyi tercih ettik.
"Mehmed'in askerleri, tahribat için İstanbul kapılarına dayanırken, şehir
halkı Rum ve Latin kiliselerinin birleşmelerini sağlamak veya engellemek i
çin birbirleri ile budalaca çekişiyorlardı. O tarihten bir önceki yılın Aralık a
yında, Ayasofya' da iki fırka (mezhep) arasında şekli bir ı.:ızlaşma sağlanmışb.
Fakat bu uzlaşma, Avrupa'nın büyük devletlerini, kendi sonuçları ile ilgi
lendiTip bu yoldan biraz yardım saglamak ümidi ile yapılmışh. Şizmatizm
ateşi henüz sönmeıniş olduğundan, her gün birtakım çirkin çekişmeler görü
lüyordu. Muhaliflerin düşmanlığı son dereceyi bulmuştu. Bir grup papaz ve
ileri gelenler, impar~tor ile birlikte Katalik ayininde hazır bulunurlar iken1
başka keşişler ile halkın bir kısmı manastırlardan çıkmıyordU.11ıs
· Görüldüğü gibi Katalik dünyasının, Hıristiyan· Ortodoks Mezhebi'ne
bağlı olan Bizans'a yardım elini uzatması, Bizans1ın1 Katalik Mezhebi1ne
girme şarhna bağlanmaktadır. Gerçi Hammerr iki kilisenin birbirleri ile olan
· çekişınesi hakkında, daha fazla bilgi vermektedir. Ancak biz, dönemin Bi-
25 Hammer, II, 279.
İSLAM DEVLETLERİNİN ZİMMİ TEBEAYA BAKIŞI (Osmanlı Örneği) 321
zans tarihçisi olan Dukas'ın, konu ile ilgili verdiği bilgileri takip etmek
istiyoruz.
"Gennadios, her gün birleşme taraftarlarının aleyhine va'z etmekten ve
yazılar yazmaktan geri kalmıyordu. Saint Thomas Akinu'nun şahsı ve eser
leri aleyhine yeni mütalaa ve itirazlar tertip ediyordu. Bir de Dimitri Kidoni
aleyhinde bulunuyor ve bunların Rafizi ( dinden çıktıklarını) olduklarını
isbat ediyordu. Senatodan baş amiral büyük duka (Lukas Notaras), Genna
dlos ile aynı fikri payiaşıyor ve onunla iş birliği yapıyordu. İstanbul aleyhine .
toplanmış olan sayısız Türk askerlerini gören halka hitaben bu büyük duka,
Latinler aleyhine şunları söylemeye cesaret etti: "İstanbul' un içinde, Türk sa
rığını görmek, Latin serpuşunu görmekten daha iyidir."26
Görüldüğü gibi Bizans imparatoru, Avrupa'dan yardım alabilrnek için
Papa tarafından şart koşulan Katolik Kilisesiile birleşmeyi kabul etmişti. Pa
pa tarafından gönderilen Kardinal İzidor vasıtasıyla Ayasofya' da bir ayin
yapılmışh. Bu hareket, Hıristiyanlığın, Ortodoks Mezhebi'ne bağlı olan halk
ta büyük bir nefretin uyanmasına sebep olmuştu. Latinlere karşı olan bu nef
retin kökleri, çok eskilere dayanıyordu. Zira 1204'teki Latin istilasının acı
hatıralan, halkın hafızasından daha silinrnemişti. Şehirde yaptıkları yağma
ve Rumiara yapılan işkenceler ile onları her türlü haktan mahrum edişleri,
henüz unutulınamışh. Bu istila esnasında İstanbul' daki abidelerin çoğu
tahrip· edilmiş, ı:rı'ezarlar. soyulrnuş, birçok eser mahvolmuştu. Türk fethine
kadar bu facianın izleri de silinememişti. Türkler İstanbul' a girdiklerinde bir
kısmı çok harap SO'ye yakın kilise, bazı resınl binalar, yıkılmış müesseseler,
bozuk yollar ve terk edilmiş saraylar bulrnuşlardı.27
Kendi dindaşlan tarafından yapılan bu tahribata karşılık, Müslüman
Türk'ün müsarnahası ve başka dinlene mensup olanların inanç ve mabedie
rine karışmadıklan biliniyordu. Osmanlı hükümdarlarının vicdan hürriyeti
ne, din ve mezheb serbestisille verdikleri mukaddes mana fark ediliyordu.
Rurnlar, her mezhepteki Hıristiyanların, mal, can ve din hürriyetiİı.e sahip
25 Dukas, Bizans Tarilıi, tre. VI. Mirmiroğlu, İstanbul 1956, s. 161. 27 Bekir Kütükoğlu, "Fatih, Fetih ve İstanbul" Tarih Boyunca İstanbul Semineri (Bildiriler), İs
tanbul1989, s. 8.
322 KUR' AN-I KERiM'DE EHL-İ KİT AB
olarak Osmanlı ülkesinde nasıl huzurlu bir hayat geçirdiklerini görerek onla
ra gıpta ile karışık bir hayranlıkla bakıyorlardı. Buna, bu Müslüman ve bü
yük devletin, Gayr-i Müslirn tebeasına (vatandaş) verdiği büyük rahatlık ve
kazanç imkanları da ilave edilince Bizanslılarca, Osmarılı idaresi, adeta bir
nimet ve kurtuluş olarak görülüyordu.
Bu anlayışın bir sonucu olarak, imparatordan sonra en yüksek dereceli
devlet adamı olan Grandük Notaras "Konstantinipolis'te kardinal şapkası
görmektense Türk sarığıru görmeyi tercih ederim" diyordu. Makamından uzaklaşbnlan eski Patrik Gennadios (fetihten sonra Fatih tarafından Rum
Patrikliğine atanan kişi) da Ortodoksluk için en iyi tercihin bu olduğuna ina
myordu. Zira Müslüman Türk sarığı, düşmanları olan milletler. tarafından
dahi hakkın, doğruluğun, adaletin, din ve vicdan serbestisinin bir işareti ola
rak görülüyordu. Bu. sarık "ta'zim ve terkim ediliyor", onun hakim olduğu.
idare aranıyordu. Hatta bir rahibe, bütün Hıristiyanların şaşkın bakışları ö
nün~e mezhep değiştirmeyi reddederek tamamen tslfunl olan kıyafeti kabul
edip Hz. Peygamber'in nübüvvetini tasdik ettiğini haykırmışh.28
Osmarılı, kurduğu sistemle Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da bir
denge sağlarnışh. Günümüzde bile siyasi, ekonomik ve dini kargaşanın eksik
olmadığı bu bölgEÜerde Osrrı:arılı, etnik yapı, din, gelenek, Örf, adet ve kültür
leri farklı olan toplum kesimlerini temsil eden, insan taleplerinin bulunduğu
ortak bir nokta özelliğini taşıyordu. Zira Osmanlı, uygulama alanına koydu
ğu İslfunl anlayış sayesinde cami, kilise ve havranın yan yana durduğu bir
üst kültürü tesis ehnişti.
Böyle bir üst kültürün tesisi, "İlahl Mes'uliyet" denilen bir yükümlülüğe
dayanıyordu. Osmarılı, taşıdığı bu yükümlülüğün farkında olan bir devletti.
Nitekini Osmarılı fetihlerinin temel felsefesi de bu ilahl mes'uliyete dayanan
bir sorumluluk ürünü idi.
Devletler fethetmek~ yeni topraklar kazanmak, güçlü bir devlet kurmak
ve geniş halk kitlelerine hükmetmek gibi, bazı kesimlerin ideali olarak görü
len hedefler, Osmarılı yöneticisi için bir araç olmaktan öteye gihniyordu. Zira
28 Harnmer, II, 280.
İSLAM DEVLETLERİNİN ZİMMi TEBEAYA BAKIŞI (Osmanlı Örneği) 323
Osmanlılarda hakim olan zilıniyet, dünyalık elde etme temeli üzerine değil,
"i'la-yı kelim.etullah" gibi üst bir ideal etrafında şekillenmişti. Nitekim ka
nunnamede,.bu konu ile ilgili olarak "Serdar ve Serasker Sefere Tevcih Eyle
dikte Asl-ı usill Olan Niyet-i halise Nice Olmak Gerektir" başlığı altında ve
rilen bilgi ve hüküm, kanunnarnede şu ifadelerle dile getirilmektedir:
· "E:vvela sefere tevcih eylediklerinde eğer Padişah-ı alempenah hazretle
ri bizzat ve eğer vezir-i a'zam ve eğer serasker niyet..:.i halisesi ihya-i din ve
. sünnet-i Seyyidi'l-Mürselln ve gaza-i muhalifin olmak gerektir. Garaz-ı
mücerred cihangirlik ve kişver-küşa.Iık (ülkeler fethetmek) olmaya. Ve şev
ket ve savletine mağrur olmaya. Her hususta tevekkülillah olup fevz ve
nusreti Allah'ta uni.a, muradı riya olup halka arz-ı kudret olmaya. Ve tarik-ı
gazada kemru-itakva üzre olup bizzat evamir-i ilahiye ittiba (Allah' ın emir
lerine uyma) ve menhiyattan imtina (yasaklarından uzak durma) ede. Ve
kimseye zulm ve hayf etmeye. Ve asakirden dahi kemal-i dikkat ile men
edüp zulüm ve teacididen hıfzede. İhtiyat ede. Ve galib olduğu taifeden afv
ve iğmada kabil olanları afv eyleye. Ve ba' de'l-feth adalet ede."29
Her ne kadar doğrudan tebliğimizle ilgili gibi görünmüyorsa da aslında
konu ile bağlanhsı olan bir noktaya daha temas etmek istiyoruz. O da· Os
manlı Devleti'ndeki İslamiaşillma hareketidir. Daha önce belirtildiği gibi
Osmanlı, hiç kimsenin din ve inançlarına müdahalede bulunmuyordu. Hele
zorla ve çeşitli dünyalık kazanmak gibi bir hedefle konuya asla yaklaşmı
yordu.
Bununla beraber Osmanlı topraklarmda birçok kimse kendi isteğiyle İs
lam' ı kabul ediyordu. Bunun birçok sebebi olmakla birlikte biz-sadece teşvik
diyebileceğimiz bir noktaya temas etmek istiyoruz. Bilindiği gibi fert bazında·
da olsa Müslüman, başkalarının da İslarniyet'i kabul etmesini ister. Çünkü
İslfuni anlayışa göre dünya ve ahiret saadeti, ancak Müslüman olmakla elde
edilebilir. Bu bakımdan Müslüman, başka din mensuplarının da bu saadete
kavuşmasını ister.
29 Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü'l-Beynn fi Kavanin-i Al-i Osman, Bibliotheque National, (Paris), Ancien Fonds Turc, nr. 40, vr. 109 b ..
324 KUR' AN-I KERİM'DE EHL-İ KİT AB
Tabiatiyle Müslüman devletlerin de böyle bir şeyi isterneleri normal
karşılanrnalıdır. Sadece böyle bir iyiliğin yayılmasım sağlamak üzere Os'"
rnanlı, yeni Müslüman olacaklar için maddi ve manevi bazı irnkaruar
hazırlıyordu. Nitekim bu konu ile ilgili olarak kanunnamelerde "Kanun-ı
Nev Müslirn" yani, "Yeni Müslüman Olanlarm Kanunu" başlığı ile şu ifade
ler yer almaktadır:
"Divan-ı_ HümayG.nda vezir-i a'zam huzurunda bir kafir Müslüman
olmak rnurad etse fi'l-hal telkın..:.i şehadet olunup· bir kabza akça ilisan ve
kisvesi için Defterdara ferman buyrulduktan sonra bir çavuş götürüp rniri
cerrahiardan divanda ol gün nöbetçi olan cerraha teslim, cerrah dahi hemen
olmahalde kuşe-i muayenesine götürüp sünnet eder. Ve rniri cerrahiardan
biri her gün nöbetle Divan-ı HümayG.nda ve sadr-ı a'zam saraymdabekle
rnek kanun-ı kadirndir."30 Bu ifadelerden anlaşıldığma göre yeni Müslüman
olan kimseye (Erkek-Kadın) devlet bir miktar para ve yeni kıyafeti için de
elbise parası ödernektedir. BOA. C. Adliye' de nr. 3635'te, konu ile ilgili bir
çok arşiv belgesinin bulunduğımu söylemekle yetinrnek istiyoruz. ,
Osmanlı devlet veya toplumu, insaiılann Müslüman olmasını teşvik e-
derken hiçbir maddi menfaat düşünmernektedir. Zira Osmanlı, Bah'nm, kül
türel, ekonomik ve siyasi emperyalizminin bir aracı olarak görev yapan Hı
ristiyan nıisyonerliğinde olduğu gibi, tamamen maddeye dayalı bir düşün
eeye sahip değildir. Osmanlı veya başka bir ifade ile bütün Müslürnanlar, in
sanları, İslam'a davet edip tevhid incincınıbenirnsehnekle hem Allah'ın rıza
sım kazanmış oluyor, hem de kendi inancına göre o insanlarm Cennet' e git
mesini sağlamış oluyorlardı ki bu, digergarnlığm en güzel örneklerinden bi
ridir.
30 .Tevku Abdurrahman Paşa, "Kanunname", MTM. İstanbul, 1331, I, 542.